2 Eylül 2017, Cumartesi (Sisam Adası)
Sabah ilk iş olarak arka sokakta yer alan pastaneden, beklediğimden çok fazla yağlı olduğundan yiyemediğimiz, sade ve çikolatalı kruvasan alıp eve döndüm. Kahvaltıyı güzel güzel midelerimizi indirdikten sonra hazırlanıp Kokkori’nin yakınlarındaki Tsambou plajına doğru yola koyulduk.
Kumsal yolundan 16 kilometreyi yaklaşık 25 dakikada aldıktan sonra büyük çakıllı plajdaydık.
6 Euro’ya 2 şezlong kiraladık ve önce döküldük sonra hazırlandık ve adanın kuzeyinde ilk kez durgun bir denize kendimizi bıraktık. Orta derece soğukluktaki denizde bir süre yüzüp balıkları kestikten sonra şezlonglara dönüp deniz tatili klasiklerimizi tekrarladık.
Saat 13 gibi hazırlanıp öğle yemeği için 5 km uzağımızdaki tepede bulunan Vourliotes’e doğru sürmeye başladık. Günlük 19,90 TL ödeyerek internet kullandığım için tatilimiz boyunca maps.google’ın navigasyonunu kullandık. Ufak tefek şeyler hariç normalde herhangi bir sorun yaşamadığımız için, köye doğru tırmanan normal yol yerine hemen altındaki daha dar ve bozuk yolu önerdiğinde “bir bildiği vardır” diyerek sözünü dinledik.
Fakat kısa bir süre sonra oldukça daralan yolları arşınlayarak evlerin arasından geçmeye başlayınca şüphelenmeye başladık. Derken sola doğru tırmanan keskin virajlı beton yola doğru döndüğümüz an, otomatik vites geçişlerinde yığıldığı için bir türlü ısınamadığımız, Suzuki marka kiralık arabamız patinaj yapmaya başladı. Arabayı durdurup biraz geri gelip tekrar çıkmayı denedik ama nafile.
Pes edip geri dönmek için arabadan indiğimde, arkadaki 50 santimlik boşluktan sonra arabanın aşağıya düşebileceğini fark ettim. Birkaç kere usulca sağ-ileri, sol-geri yapılması gerekiyordu. Fakat sorun; arabanın ileriye gitmeden önce bir süre arkaya doğru gelmesiydi! Bir iki denemeden sonra faka bastığımızı anladık. Arabayı durdurup derin bir nefes alıp tekrar denemek üzereyken karşıdan motosikletiyle gelen 30’larında bir adam motordan inip adeta koşarak yanımıza geldi. Yukarıda hiçbir şey olmadığını, nereye gittiğimizi sordu. Köyün adını söyleyince “geri dönmelisiniz” dedi ve “Arnavut” olduğunu söyledi. Biz de tam “Türkiye’den geliyoruz” demek üzereyken “anladım” dedi ve güldü. Ardından bana dönüp “Abi push!” dedi. Arabanın arkasına geçtik ve gaza basınca arabayı itekledik. Birkaç denemeden sonra mutlu sona ulaşmıştık.
Yardım meleği gibi imdadımıza yetişen Arnavut, beni takip edin diyerek motoruna atladı ve bizi ana yola çıkardıktan sonra el sallayarak uğurladı. Adada ikinci kez insanlığa olan inancımız artıyordu!
Kısa bir süre sonra Vourliotes köyündeydik. Dağın eteklerinde yer alan köyün deniz manzarası nefisti.
Dar sokaklardan etrafa bakına bakına yürüyerek köyün merkezine ulaştık.
Eleni & Diamantis Yunan lokantasına oturup köfte, patates, boğma rakıya benzettiğim suma ve uzo sipariş ettik. Yemek öncesinde aperatif olarak, üzerine leziz bir zeytinyağının gezdirildiği, salatalık ve iri kuru fasulye geldi. Gayet lezzetliydi. Sumayı sert bulsam da köfte bayağı bayağı ev köftesi tadında ve çok güzeldi.
Yemekten sonra köyün sokaklarında bir süre daha dolaştık.
Özellikle merkezde özene bezene hazırlanmış merdiven sokaklar ve renkli kapılar çok güzel görünüyordu.
Ufak gezintimizin ardından arabaya atlayıp adanın, muhtemelen, en ünlü yeri olan Kokkari’ye gittik.
Sahil kenarındaki yolun neredeyse tamamı keyifli bir şekilde döşenmiş lokantalar ve hediyelik eşya dükkânlarıyla dolu olan Kokkari, adada gittiğimiz yerler arasında en canlısıydı. Aynı zamanda en fazla genç turisti de burada görüyorduk.
Denize açılan dar sokaklar göz kamaştırıcı görünüyordu.
Kokkari’den sonra yine yakınlarda yer alan bir başka plaj; Lemonakia’daydık.
Alıştığımız üzere burası da çakıllı bir kumsala, berrak bir denize ve 6 Euro’ya 2 şezlonga sahipti.
Daha önce yazdığım şeylerin benzerlerini bu plajda da yaptıktan sonra toplanıp dönüş yoluna koyulduk.
Normal deniz tatillerimizde kahvaltı yaptıktan sonra bir plaja gidip birkaç kere yüzer, öğlene doğru patates kızartması – bira gibi yaramaz atıştırmalar yapıp ardından da birkaç kere daha denize girip akşama doğru eve geçer. Sonrasında da hazırlanıp akşam yemeğine giderdik. Fakat adada kendiliğinden bambaşka bir düzene ayak uydurduk. Sabah bir plaja gidip öğlene kadar orada takılıyor, öğle yemeği için bir başka yere ya da bir başka plaja gidip orada güneşi güçsüzleştirene kadar pinekliyor. Dönüş yolunda da gözümüze çarpan bir yerde akşam yemeğimizi yiyorduk.
Adadaki son tam günümüzde de değişen bir şey olmadı. Gelirken gözümüze çarpan bir başka deniz kenarı mekânı olan Kalypso’ya ulaştığımızda güneş irtifa kaybediyordu.
Kısa bir süre oturduktan sonra dayanamayıp tripodu kurdum ve güneşin batışını çekmeye başladım. Bir süre sonra hayatımda ilk kez güneşin denize battığına şahitlik ediyordum. Gerçekten nefisti!
Çupra, karides ve uzo sipariş edip pişti oynamaya başladık. Yemekler masaya gelirken oyunumuz da “beraberlik”le sonuçlanıyordu.
Denizden gelen hafif esintiyle mideye indirdiğimiz ızgara çupra, karides ve uzo olabildiğince leziz ve güzeldi.
Yemekten sonra eve ulaşıp arabayı park ettikten sonra Karlovasi’nin merkezine hiç gitmediğimize fark edip kendimize hayıflandık. İki sokak ilerimizde bulunan merkezdeki lokanta, bar ve kafelerde oturan insanları görünce hayıflanmalarımızı iki katına çıktı. Neden daha önce gelmemiştik ki!
Hayıflanmalarımız sakinleşmeye yüz tutunca, olabildiğince uzatarak eve doğru yürümeye başladık. Çok şirin yazlık evler, çiçeklerle bezenmiş bahçeler ve süslenmiş duvarlar gördükçe içimiz açılıyordu.
3 Eylül 2017, Pazar (Sisam Adası, Kuşadası)
Sabah 8.30’da kalkıp, dün aldığım ama beğenmediğimiz kuruvasanları telafi etmek adına, dün gece dolaşırken fark ettiğimiz daha cici pastanelerin yolunu tuttum.
Madem erken çıktım biraz gezineyim diyerek önce merkezde turladım. Kilisenin yanından geçerken pazar ayini olduğunu fark edip insanları rahatsız etmemek için girişten içeriye kısa bir bakış attım ve pastanelere devam ettim.
Gözüm dönmüş olacak ki eve geri döndüğümde elimde, sade, elmalı ve çikolatalı kuruvasan tutuyordum. Fakat ne yazık ki dünküler gibi bunların da fazla yağlı ve tatlıydı. Neyse ki diğer kahvaltılıklar güzeldi.
Samos’taki son kahvaltının ardından hazırlanıp ilk gün gittiğimiz Hippy’s’in bulunduğu Patomi plajına gittik. Dalgasız denizde yüzdük, güneşlendik, pinekledik ve 12 gibi toparlanıp evin yolunu tuttuk.
Plajdan eve doğru dönerken, bugüne kadar gördüğüm en güzel graffitilerden birinin yanından geçiyorduk. Arabadan indim ve yakından bakıp fotoğraf çektim. Gerçekten çok güzel görünüyordu.
Eve geçip bavulları topladık ve saat 1’de Mitch’e anahtarları teslim edip önerileri için çok teşekkür ettik. Arabaya atladık ve Karlovasi’ye veda edip tatile başladığımız; eski adı Vathi yeni adı Samos Town’a doğru sürmeye başladık.
Yolda bir benzinlikte durup depoyu doldurduğumuzda toplam 21 Euro’luk benzin harcadığımızı öğreniyorduk. (1lt benzin = 1,598 Euro.)
Arabayı görevliye teslim ettiğimizde güneş tepemizdeydi ve Samos Town adeta yanıyordu. Vapurun kalkmasına daha 3 saat olduğu için ve gelmişken en azından merkezi dolaşmak istediğimiz için derin bir nefes aldık ve önce aslan heykelli meydana ulaşıp kısa bir süre etrafa bakındıktan sonra arka sokağa geçip bir banka oturduk ve evden çıkarken hazırladığımız şeyleri yedik.
Yemeğin ardından Samos Town’un sokaklarını arşınlamaya başladık.
Tüm adada olduğu gibi burada da dar sokaklar, önlerinde rengârenk açmış çiçekler olan evler ve merdiven sokaklar çok güzel görünüyorlardı.
Bir süre ilerledikten ve yükseldikten sonra güneşten ötürü yorularak dönüş yoluna geçtik.
Yeğenler Gülce, Zeynep ve Sümeye’ye ufak hediyeler aldıktan sonra yemek yediğimiz bankın karşısındaki dondurmacıda mola verdik.
Dondurma ile serinlemeye çalışarak bir süre idare ettikten sonra saat 15.00 civarında araba kiralama şirketine bıraktığımız bavullarımızı aldık ve hemen karşıdaki limana ulaştık. Haliyle aklımızdaki soru; geliş gibi dönüşün de bol beklemeli olup olmayacağıydı. Biz kuyrukta beklerken Yunanlı görevlilerin bazıları motorlarıyla, bazıları yürüyerek limana geliyorlardı.
Muhtemelen, kuyruğun sonu güneşte kaldığı için bir görevli S şeklinde bir düzen kurmak için kuyruğu ikiye bölüp, arka kısmı öne doğru ilerletti. Fakat tıpkı geldiğimizde bir görevlinin herkesi, yine muhtemelen güneşte beklemesinler diye, sık ve çoklu sıralar yaptırarak binanın içine aldığında olduğu gibi, bir sürü kişi, “bu Yunanlılar Türk’ü Türk’e düşman ederler ha!” kıvamında hafif gülerek ama kinayeli muhabbetler döndürüyorlardı. Hatta tam arkamızda duran 14-15 yaşlarındaki çocuğun, benzer bir gönderme yapan babasına, “baba öyle bir şey olursa, ben onlara ne yapacağımı biliyorum sen merak etme!” çıkışı da garipti doğrusu. Ama daha çocukken “ayıdan post, Yunandan dost olmaz” sözü öğretilen insanların, hele bir de “düşman” ülkede paranoyak olmaması söz konusu bile olamazdı herhalde!
Pasaport kuyruğu beklediğimizden hızlı ilerliyordu. Bu yüzden kontrolden geçip freeshoptan birkaç şey alıp, görevliye sorarak belirlediğimiz, vapurun gölgede kalacak tarafına oturduk.
Tam planlandığı gibi 17’de kalkıp 18.30’da Kuşadası’na ulaştık.
15-20 dakika süren pasaport ve x-ray kontrolünden sonra Kuşadası’na resmi olarak girişimiz yaptık. Ardından karşıya geçip deniz kenarındaki Mavi Balık & Meze’ye oturduk. Birkaç meze ve rakı söyleyip bir süre takıldıktan sonra taksiye atladık ve otobüse binip evin yolunu tutuk.
Lokantada otururken şahit olduğum Kuşadası merkezin inanılmaz yoğunluğu ve trafiği, bir tatil yöresinde olduğumuzu düşününce, bana oldukça ürkütücü geldi. Bu durumu taksiciye ve döndükten sonra Kuşadası’nda yazlığı olan arkadaşlara sordum, merkezin hep öyle olduğunu söylediler. Tatil yöresi değil de sanki büyük bir şehirdi.
Samos adası, çok katlı evlerin olmayışı, köy/kasaba yapısının ve yeşilliklerin korunuyor olması kısacası bozulmamış görünümüyle şirin bir sayfiye kasabası gibiydi. Bu yüzden de bayıldık. Zaman olmadığı için Potami Şelaleleri ya da Pisagor’a gidemedik bu yüzden de “bir dahaki sefere” bıraktık. Geçen yıl Yunanistan anakarada çok çok iyi balık ve deniz ürünü yediğimiz için Samos bizi çok fazla tatmin etmedi ama bu demek değil ki yiyecekler vasattı. Gayet güzel ve leziz şeyler yedik, içtik ama anakara bambaşkaydı. Deniz ve kumsallar gayet güzeldi. Favorimiz ise bakir ve eşsiz görüntüsüyle Mikro Seitani’ydi…
Böylece 2017’yi “yurtdışı” anlamında kapattık. Bakalım 2018 bizi nerelere götürecek…
Efes Antik Kenti, Sisam (Samos) Adası – Bölüm 1’i okumak için tıklayın…
Efes Antik Kenti, Sisam (Samos) Adası – Bölüm 2’yi okumak için tıklayın…
Anı videosu;
Samos Adası Yıldız Tablosu;
Bundan önce gittiğim 17 ülke, sırasıyla şöyle: (1) İtalya (2008), (2) Vatikan (2008), (3) İspanya (2008), (4) Macaristan (2009), (5) Avusturya (2009), (6) Kuzey Kıbrıs (2010, 2010), Avusturya (2012, 2. Kez), (7) Slovenya (2012), (8) Portekiz (2013), (9) Hollanda (2013), (10) Belçika (2013), (11) Bosna-Hersek (2015), (12) Karadağ (2015), Kuzey Kıbrıs (2016, 3. Kez), (13) Yunanistan (2016), (14) İsveç (2016), (15) Danimarka (2016), (16) Norveç (2016), (17) Fransa (2017)
Şehir Notu: Aydın, bir şekilde sınırları içerisinde bulunduğum 43. il oldu. Bundan önceki 42; Adana, Afyonkarahisar, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Artvin, Balıkesir, Bartın, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Elazığ, Eskişehir, Gaziantep, Isparta, İstanbul, İzmir, Karabük, Kastamonu, Kayseri, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Manisa, Mersin, Muğla, Nevşehir, Niğde, Ordu, Rize, Sakarya, Samsun, Sinop, Sivas, Tokat, Trabzon, Yalova.