18 Temmuz 2012, Çarşamba (Viyana, Ljubljana)
18 Temmuz sabahı 8’de kalkıp araba kiralayacağımız yere gittik. Normalde 39 Euro olan küçük araba kiralama ücreti, turist olmamızdan ve Slovenya’ya geçeceğimizden 60 Euro’ya çıktı. Ama asıl sürpriz, Slovenya’ya gideceğimiz için 3000 Euro ön provizyon istemeleriydi. Arabayla Almanya’ya ya da İtalya’ya geçersek 600 Euro civarı provizyon aldıklarını ama Slovenya gibi “2. sınıf / daha az güvenilen” Avrupa Birliği ülkelerine gidiliyorsa çok daha yüklü bir ön provizyon yaptıklarını söylediler. Bize yardım eden Boşnak çalışanın da jesti ile rakam 2400 Euro’ya indirildi ve hesabımdan bloke edildi.
İşlemler yapılırken Boşnak çocuk, akşam Maribor’da Maribor ile Boşnak takım Zeljeznicar Sarajevo’nun Şampiyonlar Ligi Ön Eleme Maçı olduğunu söyledi. Her yıl tatile denk getirip bir Şampiyonlar Ligi maçına gitmek isteyen biri olarak içim kıpır kıpır oldu.
Arabayı teslim aldık, GPS’imizi ayarladık ve yola koyulduk. Günübirlik olduğu için oldukça yorucu bir yolculuk olacaktı. Çünkü Ljubljana Viyana’dan 390 km uzaklıktaydı ve yaklaşık 4,5 – 5 saat sürecekti. Viyana’dan otobana çıktıktan sonra Graz’a doğru yöneldik. Nefis bir yol ve sağlı sollu yeşillikler ilgimi çeken ilk şeylerdi. Yaklaşık bir yıl önce çıktığım Doğu Karadeniz turumu hatırladım. Ama Karadeniz’de bir taraf sert dağlık ve ormanlık, diğer taraf ise deniz iken burada sağlı sollu daha az yükseltili ama yemyeşil bir doğa vardı. Ormanın içinde bazı yerler (muhtemelen) yemyeşil çimenlik olarak tıraşlanmış ve oralara yerleşimler yapılmıştı. Gerçekten nefis görünüyordu.
Yolculuk sırasındaki en ilginç şeylerden biri de, otobanı sağlı sollu bir şekilde ormandan ve köylerden ayıran yüksek korkuluklardı. Farklı yerleşim birimlerine geldiğimizde korkulukların üstündeki desenler değişiyordu. Önceleri bu korkuluklara şaşırsak da sonrasında bunların otobanın sesinden köyde yaşayanları ve ormandaki hayvanları korumak için yapıldığını öğrendik. Çok güzel bir düşünceydi.
Yolculuğun Slovenya’ya kadar olan kısmı oldukça düz seyretti. Yani hiçbir tünelden geçmedik. (Ama Slovenya tarafı daha dağlıktı ve 3-4 tünelden geçecektik.) Sınıra çok yakın bir benzinlikten Slovenya tarafındaki otobanı kullanmak için 15 Euro’ya geçiş stikerı aldık. Aynı benzinlikte bir görevli gelip benzini doldurmamıza yardım etti. Türkiye için normal bir şey olsa da Avusturya’daki benzinliklerde herkes kendi benzinini dolduruyor. Ardından kullandığınız pompanın numarasını söyleyerek parasını ödüyorsunuz.
Benzinlikten çıktıktan sonra bilinçsizce otobandan çıktık. Çok güzel bir köyün içinden geçtik. Ardından tekrar otobana bağlandık. Benim aklımda hala maç vardı. Erdem’e mail atıp maçın saatini öğrenince hayallerim suya düştü çünkü maç lokal saat ile 20’de idi. Yani dönüş yolunu da düşününce tüm günü maça ayırmak ve akabinde bir sonraki günün yarısını da dinlenerek geçirmek gerekecekti. Otobandan yola devam ettik. Ljubljana’ya 100 km kala garip bir şekilde otoban tıkandı. Otobanın normal koşullarda asla tıkanmayacağını düşündüğümüzden kötü senaryolar kurmaya başladık. Herhalde büyük bir kaza var diye düşündük. Bu arada otobanda o kadar çok tır vardı ki, ben bir ara “oğlum yoksa Ljubljana’da savaş falan çıktı da erzak mı götürüyorlar!” dedim. Yaklaşık 10 dakika hareketsiz bekledikten sonra garip bir şekilde yol açıldı. Neden tıkandığını bir türlü anlayamadık. Fakat 10 dakika kadar gittikten sonra yol bir kere daha kapandı. O zaman iyice kızmaya başladık. Çok çaresiz bir andı. Gidecek hiçbir yer yoktu ve beklemek zorundaydık. Hakan “Maribor’a gidelim” dedi. Ben de yol böyle devam edecekse Maribor’a gitmenin daha doğru olduğunu söyledim. Sıkışık trafikte son dönemeçten Maribor’a dönecekken Hakan vazgeçti ve Ljubljana’ya doğru devam etti. Şükür bundan sonra herhangi bir sorun olmadı ve bir saat sonra şehre vardık. Sonraları bu sıkışıklığın muhtemel sebebinin otobandan şehirlere geçiş yapan tırların yoğunluğu olduğuna karar verdik.
Ljubljana’da Viyana’dan sonra çok sıcak ve güzel bir hava vardı. Arabayı park edip meydana (Park Zvezda, Kongresni Trg) çıktık. Her şey çok güzel görünüyordu. Meydanın sonuna doğru yürüdüğümüzde Ljubljanica nehrine ulaştık. Nehir kenarında oturulacak yerler ve dar sokak çok güzel görünüyordu. Belki bir daha görmeyiz diyerek magnetlere bakmaya başladım. Magnetlerin çoğunda kale ya da bir ejderha logosu vardı. Özellikle ejderhanın ne olduğunu çok merak ettim.
Biraz daha dolaştıktan sonra acıkmaya başladık ve yemek yiyecek bir yerler aramaya başladık. Ama komiktir dolaştığımız yerlerde sadece pastane tadında yerler vardı. Yemek olarak sadece McDonalds’ı bulduk. Ama oraya kadar gidip McDonalds’da yemek istemiyorduk. Biraz daha dolaştık derken bir Meksika lokantası bulduk ama benzer nedenlerle önce oturmak istemesek de sonrasında mecbur kalıp oturduk.
Aklımıza bir gün önce Viyana’da Hakan’ın İngiliz bir arkadaşının “Ljubljana’da yemek yiyecek yer yok!” dediğini anımsadık. Ama sipariş ettiğimiz yemekler oldukça lezzetliydi. Garsona ejderha logosunun ne olduğunu ve kaleye nasıl gideceğimizi sorduk. İçeriden bir harita getirip tarif etti. Bu arada lokantada Tarkan çalıyordu.
Yemekten sonra geldiğimiz yoldan devam ederek ikinci bir meydana (Statue of France Prešeren, Prešernov Trg) çıktık. Nehrin paralelinde yürümeye başladık. Her şey çok güzeldi. Ara ara durup fotoğraflar çektik. (Çektim demem daha doğru gerçi. Çünkü Hakan sadece 3-5 foto çekti!)
Nehri kesen köprülere çıkıp nehri seyrettik. Köprülerden birinin tellerine üzerinde sevgili isimleri yazılı kilitler asılıydı. İlginç geldi. (Aynısını 3 gün sonra Salzburg’daki bir köprüde de gördük)
Bir süre daha devam edince giriş ve çıkışlarında ejderha heykellerinin bulunduğu en ünlü köprü olan Ejderha Köprü’süne (Zmajski Most) geldik. Aklıma Budapeşte’deki aslanlı köprü (Széchenyi-Lanchid) geldi. Ejderha heykeli çok sevimliydi. Birkaç foto çektikten sonra dar yoldan devam ettik. Ve bir köprüden karşıya geçip kaleye giden feniküler ray hattını bulduk. Bu sefer de aklıma Budapeşte’deki Buda Kalesi’ne (Budavári Palota) çıkan feniküler hat (Budavári Sikló) geldi.
Önü camlı kabin yükselirken şehre hakim olmaya başlamıştık. Ljubljana Kalesi’ne (Ljubljanski Grad) çıktık ve önce içinde dolaşmaya başladık. Ardından da en yüksek yerini bulmaya çalıştık. Küçük bir kaleydi. En yüksek yerine çıkıp şehrin nefis görüntüsünü 360 derecelik bir açıyla büyük bir hayranlıkla izledik. Çok güzel görünüyordu.
Biraz daha dolaştıktan sonra magnet almak için hediyelik eşya dükkanına girdik. Tek kelimeyle hayatımda gördüğüm en güzel hediye dükkanı idi. İçerideki ürünlerin büyük bir çoğunluğu orijinal, sade ve ilgi çekiciydi. Ayrıca ilk kez bu kadar güzel magneti bir arada görüyordum. Kendimi tutup sadece 3 tane aldım.
Saat 18:30 civarlarında kaleden aşağıya indik. Dolaşa dolaşa meydanlara geldik. Havanın biraz daha serinlemesi ve muhtemelen işten çıkanların da katılımıyla ortamlar şenlenmişti. Kısa bir süre oturup etrafa baktık.
Ardından ilk geldiğimiz meydana (Park Zvezda, Kongresni Trg) geçtik. Meydanda insanlar çimlere ya da banklara oturmuş muhabbet ediyorlardı. Meydanın ortasına çember şeklinde kurulmuş 5-6 tane tuvale (muhtemelen) öğrenciler gördüklerini karakalem çiziyorlardı.
Saat 19’u geçerken dönüş yolu için arabaya doğru ilerlerken “şehrin en güzel zamanında dönüyoruz” diye hayıflanıyordum. Ljubljana’yı çok sevdim. İnsanları oldukça sıcak ve her şey çok rahat görünüyordu. Bir daha ve en az 2 gün kalmak üzere gelirim diye aklıma not ettim…
Viyana, Ljubljana, Rancid, Salzburg – Bölüm 1′i okumak için tıklayın…
Viyana, Ljubljana, Rancid, Salzburg – Bölüm 3′i okumak için tıklayın…
Viyana, Ljubljana, Rancid, Salzburg – Bölüm 4′i okumak için tıklayın…
Viyana, Ljubljana, Rancid, Salzburg – Bölüm 5′i okumak için tıklayın…
“Viyana, Ljubljana, Rancid, Salzburg – Bölüm 2” üzerine 5 yorum