İtalya – İspanya gezisinden yaklaşık 7 ay sonra bu sefer de yönümüzü Budapeşte’ye çevirmiştik. Elbette bunun en büyük sebebi, orada master yapan Erdem’in, “bak, geldiniz geldiniz yoksa bir daha gelemezsiniz çünkü Türkiye’ye dönüyorum!” tehdidiydi. 🙂
Hızlı bir şekilde pasaportun süresini uzatıp ardından vizeyi alarak gün saymaya başlamıştık. Bu arada sürekli mailleştiğimiz Erdem’in, yemeyip içmeyip, kalacağımız süre zarfında bizi götüreceği yerleri gösteren planı görünce gözlerimiz yaşarmıştı!
Tabi oralara kadar gitmişken yıllardır Viyana’da yaşayan Hakan Gözkan’ı da ziyaret etmemek olmazdı. 🙂 Viyana’ya da gitmeye karar verip planımıza eklemiştik.
Eklenti Notu (11 Mart 2023): Bu geziye kaynak olması için o günlerde Sezen Aksu plak koleksiyonumu satmıştım. Hala en sevdiğim hikayelerimden biri olan bu olayı buradan okuyabilirsiniz.
14 Haziran 2009, Pazar (Budapeşte)
(100 Forint: 1,31 TL – 1 Dolar: 1,5467 TL – 1 Euro: 2,1454 TL)
Pazar günü önce İstanbul ardından da Budapeşte’ye uçup ardından trene binip Erdem’le buluşacağımız Deak Frenc’de inmiş ve güzel ve büyükçe bir park olan Erzsebet’de bir banka kurulup etrafı izlemeye başlamıştık. Erdem’i beklediğimiz kısa süre boyunca, Macaristan’ın kızlarının gerçekten güzel olduğuna şahit olacaktım.
Erdem geldikten ve bir süre muhabbet ettikten sonra şehrin biraz daha içlerinde bulunan yurduna gidip kaydımızı yaptıracak ve odamıza yerleşecektik. Akşam, Erdem ve bir arkadaşıyla birlikte, yurdun yakınlarında bulunan bir bara gidip bir süre muhabbet etmiştik. Sadece üç beş tane orta yaşlı kadın ve erkeğin olduğu barla ilgili anlattıkları hikâyeler tüm yol yorgunluğumu almıştı.
15 Haziran 2009, Pazartesi (Budapeşte)
Sabah ilk iş olarak, gelmeden önce planladığımız gibi Erdem’le Electro World’e giderek Ankara’ya götürmek için hayatımın ilk oyun konsolu olan Xbox’ı satın almıştık. Ardından Erdem’in planladığı gezi planımıza start verdik.
Kaldığımız yer Peşte (Tuna’nın doğu) tarafında yer alıyordu. İlk iş olarak (yanılmıyorsam otobüsle) Buda (Tuna’nın batı) tarafına geçerek ilk olarak St. Catherine of Alexandria (Budapest-taban Alexandriai Szent Katalin Plebania) kilisesine gittik. Yeşil kubbesi enteresandı.
Buradan yürüyerek, Tuna’nın kenarında bulunan, beşgen mimarisi ile 1892’de yapılmış bir Kalvenist (Hristiyan mezhebi) ibadethanesi olan Buda Calvinist kilisesine (Budai Református Egyházközség) gittik.
Kiremitleri, şekli, uzun kubbesi ve tuğlalarıyla birlikte, bugüne kadar gördüğüm en güzel ve enteresan yapılardan biriydi.
Ardından her iki ucunda aslan heykellerinin bulunduğu ve Buda ile Peşte’yi birbirine bağlayan (belki de Budapeşte’nin en ünlü köprüsü olan) Szechenyi asma köprüsünün (Széchenyi-Lanchid) Buda ayağına geldik.
Dolaşmak için ne sıcak, ne soğuk, nefis bir havada, Tuna kenarından yürüyüşümüze devam ederek, ağaçlar arasındaki Gellert tepesine (Türkçedeki adıyla Gürz Elyas bayırı) tırmanmaya başladık.
Bir süre sonra tepeye adını veren ve Macaristan’ın Hristiyanlaşmasında en önemli role sahip olan Aziz Gellert’in (Sagredo Gellért/Gerard Sagredo) Budapeşte’ye haçını gösterdiği anıta ulaştık. Heykelin hemen arkasında yer alan bölümdeki duvara yazılmış olan büyükçe “Erdem” yazısı, önce geyiğe ardından da “yok artık, ayıp yahu!” muhabbetlerimize sebebiyet verdi.
Daha önce Sant’Angelo Kalesi’nin (Castel Sant’Angelo) avlusundan Roma’nın muhteşem görüntüsüne bayılan biri olarak, bu sefer de Gellert tepesinden, köprüleriyle Tuna nehri ve ihtişamlı yapılarıyla Budapeşte’ye hayran oluyordum. Tek kelimeyle büyüleyici bir görüntüydü!
(“Takılıp kalınan büyüleyici manzaralar” listesini şuraya koyalım dursun: 1. Sant’Angelo Kalesi’nin (Castel Sant’Angelo) avlusundan Roma’nın muhteşem görüntüsü, 2. Budapeşte’deki elinde defneyaprağı tutan kadın heykelinin (Szabadság Szobor / Liberty Statue) de bulunduğu Gellert tepesinden (Türkçedeki adıyla Gürz Elyas bayırı) Tuna nehri ve Budapeşte’nin eşsiz görüntüsü, 3. Salzburg kalesinden Alplerin eteğindeki, olabildiğince yeşillerle kaplı nefis şehir manzarası, 4. Madeira’daki São Lourenço ucunda dalgaların çarptığı bol katmanlı devasa kayalıklar, 5. Samos Adasındaki Mikro Seitani Plajı’nın yeşil-mavi tonlardaki efsanevi görüntüsü, 6. Eski Mardin’de gördüğüm uçsuz bucaksız, bereket fışkıran, yemyeşil Mezopotamya manzarası.)
Bir süre Budapeşte’yi ve Tuna’yı izledik sonra ağaçlar arasındaki yolumuza devam ettik. Kısa bir süre sonra da tepenin en uç noktasında yer alan ve elinde defneyaprağı tutan kadın/özgürlük heykelinin (Szabadság Szobor / Liberty Statue) bulunduğu alana ulaştık.
Biraz daha yüksekten şehri ve nehri bir kere daha büyülenerek izledikten sonra bir yere oturup bir şeyler içerek dinlendik.
Burada gördüğümüz en ilginç şey ise üzerinde bisiklet zili, su matarası ve özel bir kutuda prezervatif, bir tane sigara ve kibrit bulunan bastondu! İnanılmaz yaratıcı gelmişti!
Kendimize geldikten sonra duvarlara asılı eski Budapeşte fotoğraflarına bakarak ve güzel bir parkın içinden geçerek geldiğimiz yöne doğru ilerleyerek Szechenyi asma köprüsünün tam karşısında bulunan ve Buda Kalesi’ne (Budavári Palota) çıkmayı sağlayan teleferiğe (Budavári Sikló, 1870 ve 2. Dünya Savaşında yıkıldıktan sonra 1986’da tekrar açılmış) ulaştık.
Teleferikle, 1265 yılında inşa edilen, Türkçe’deki adıyla Budin Kalesi’ne (Budavári Palota) çıktık.
Erdem’in her gittiğimiz yerde, elindeki rehber kitabını açıp bize tarihi bilgiler vermesi yolculuğumuz daha verimli ve güzel geçmesini sağlıyordu. 🙂
Kale, heykeller, avlu ve neredeyse her yerinden görebildiğiniz Tuna ve şehir çok güzeldi.
Kaleden çıktıktan sonra Tarnok caddesindeki tarihi binaları inceleyerek yürümeye başladık. Bir süre sonra 1015 yılında Romanesk mimarisiyle yapılan Matthias kilisesine (Mátyás-templom) vardık.
Kilisenin avlusu, sivri kubbeleri ve renkli çatısı ilgi çekiciydi. Aynı zamanda kilise gezimizin ilk duraklarından biri olan Buda Calvinist kilisesinin biraz çaprazında yer alıyordu. (Sonraları tam karşıdan çekilen fotoğraflarda iki kilisenin yan yana çıktığını görecektim.)
Buradan da çıktıktan sonra artık yemeği hak ettiğimizi düşünerek eski adıyla Moszkva ve yeni adıyla Széll Kálmán bulvarına giderek Erdem’in daha önce denediği ucuz bir lokantada Macarların geleneksel yemeklerinden olan Gulaş (Gulyás) ve ekmek içi çorba yedik. Bol sulu etli patates yemeğini andıran Gulaş’ın sunumu çok güzeldi.
Akşam Erdem’in favori barlarından olan, oldukça salaş bir ortama sahip Szimpla Kert’e (Basit Bahçe) gittik. Yahudi mahallesinde iki apartman arasında yer alan mekân gerçekten oldukça rahat bir şekilde tasarlanmıştı. Her biri birbirinden farklı sandalyeler, masalar, tepe lambaları, oldukça garip konsept odaları ile o güne kadar gördüğüm en ilgi çekici mekanlardan biriydi.
Hoş sohbetin ardından günü tamamlayıp sonraki günden saat çalmaya başladığımızda yurda dönüşe geçtik. Gece saat 2 olmasına rağmen ana caddeye gidip sefer sayısı azaltılmış, daha ana hatlardan giden “gece otobüsleri”ni beklemeye başladık. Uygulama o kadar çok hoşuma gitmişti ki, hala arkadaşlarıma anlatıyorum. Ve hala Ankara’da böyle bir uygulama yapılmıyor! Muhtemelen de hiçbir zaman yapılmayacak…
Bir sonraki gün Erdem’den Budapeşte’de toplu taşımanın en ince ayrıntısına kadar düşünüldüğünü ve turistlerin dahi kimsenin şehirde taksi kullanmadığını öğrenip Budapeşte’ye ve elbette Macaristan’a saygım bir kat daha artacaktı…
“Budapeşte, Viyana – Bölüm 1” üzerine bir yorum