11 Temmuz 2016, Pazar (Porto Heli, Spetses Adası)
Sabah 8’de kalkıp Porto Heli limanını dolaşmaya başladım.
Birçok mekân kapalıydı ama tatil yörelerinin bu sakin halleri her zaman daha çok seviyorum.
Dün gezdiğimiz rotayı dolaştıktan sonra kilisenin yanından farklı bir yöne saptım.
Yol beni deniz kenarındaki villaların önüne çıkarttı. Deniz ve manzara gayet güzeldi.
Bu arada denize doğru yürüyen oldukça yaşlıca bir kadın “kim bu?” dercesine beni kesiyordu. Fotoğraf çekimini bitirdikten sonra gülümseyerek “Kalimera” (Günaydın) dedim. Gülümsedi ve “Kalimera Kalimera” dedi.
Magnet almak için marketlerden birine girdiğimde içeride Gece Yarısı Ekspresi’nin (Midnight Express) tema müziğinin çalıyor olması enteresan bir ayrıntıydı.
Yaklaşık 1,5 saat sonra arabaya atlayıp hotele geri döndüm ve dün akşam dolanırken fark ettiğimiz ve içeri girer girmez dibimizin düştüğü (dünyanın en iyi pastanelerinden biri olduğunu düşündüğüm!) Boulengerie’ye girip kahvaltı yaptık! Bu kadar lezzetli ve güzel kokulu olamazlardı! Hansel ve Gretel’in pastadan evi görünce neler hissettiklerini anlamıştım!
Kahvaltının ardından arabaya atlayıp Kosta’daki feribot iskelesine gittik. 2’şer Euro ödedik ve 15 dakika sonra, normalde gezi planımızda olmayan ama dün akşam dolaşırken görüp araştırdığımız ve gitmeye karar verdiğimiz Spetses adasındaydık.
Saat 12 olduğu için önce hediyelik dükkânlara bakınmaya karar verdik. Kısa bir süre sonra giysilerin ve hediyeliklerin oldukça güzel ama aynı zamanda oldukça pahalı olduklarını fark ettik.
Dükkânlardan birinde, birkaç yıldır eğlencesine plajlardan topladığım deniz camı ve deniz seramiklerinden yapılmış kolye ve küpeleri görünce oldukça şaşırdım. Küpeler 25 Euro’dan başlıyordu!
Bir süre dolaştıktan sonra 6’şar Euro’ya bisikletlerimizi kiraladık ve bisikletçinin önerdiği 4 km uzaklıktaki Vrelos plajına doğru geze geze yol aldık.
Ufacık plaj çok güzel görünüyordu. 5’er Euro verip şezlonglarımızı kiraladık ve hızlıca denize girdik.
Su oldukça serinletici ve temizdi. Balıkları takip ettikten ve iyice ferahladıktan sonra yiyecek bir şeyler sipariş edip pinekledik.
Saat 18’de bisikletlere atlayıp önce limana ardından da Kosta’ya gittik. Yolculuk sırasında teknenin önce yukarı aşağı yükseliş ve düşüşleri, ardından da sağa sola yatışlarının bazılarında yolcuların önce çığlık ardından da kahkahalar atmaları oldukça enteresan anlardı.
Akşam yemeği için dün konuştuğumuz dükkân sahibinin önerdiği ikinci lokanta olan Hippocampus’a gittik. Dükkân sahibinin önerdiği balıklar arasında Karaburun’da yediğimiz ama sonradan neslinin tehlike altında olduğunu öğrendiğimiz Fangri de vardı.Bu durumu aktardığımızda adam bize, “bugün hayatımda ilk kez 12 kiloluk taçlı bir Fangri geldi. Nadiren de olsa 8 kiloya kadar yakalanıyordu ama ilk kez bu kadar büyüğünü gördüm” dedi ve büyük bir heyecanla buzluktan çıkartıp bize gösterdi. Oldukça enteresandı!
Kısa bir süre düşündükten sonra iskorpit balığı, ızgara ahtapot, bebek roka salatası ve uzo sipariş ettik.
Bol kılçıklı olduğunu öğrendiğim iskorpiti bayağı iyi temizlenmişti ve Yunanistan’da alıştığımız limon, zeytinyağı ve baharatla hazırlanmış sosla birlikte nefis ötesi bir balıktı! Izgara ahtapot çok leziz, roka salatası ise dünküne göre biraz vasat ama yine de gayet güzeldi. Yemekten sonra ikram edilen dondurmaları mideye indirdikten sonra sabah kahvaltı yaptığımız pastanedeydik. 4 çeşit dondurma sipariş ettik ki her biri nefisti ama kadayıflı kaymak inanılmazdı! Aklımıza Monemvasia’da ev sahibimizin ikram ettiği kadayıf tatlısı ve kaymaklı dondurma gelmişti.
12 Temmuz 2016, Pazartesi (Porto Heli, Atina)
Eleni ve eşiyle 12.30’da Atina’da buluşacağımız için sabah 8’de “pastanemizde” nefis bir kahvaltı yaptıktan sonra yola koyulduk. Yine yolun ilk yarısında şoför koltuğundaydım.
Saat 11.40’da başladığımız yere dönmüştük. Marianna’nın bir gün önce söylediği yerden anahtarı alıp eve girdik ve bir süre dinlendikten sonra Acropolis metro istasyonundaydık.
Bir durak sonra Sintagma (Syntagma Square) yani Anayasa meydanında indik ve Eleni ve eşiyle buluşup merkezde dolaşmaya başladık.
Atina Metropolitan Katedrali (Metropolitan Cathedral of Athens, 1842).
Roma İmparatoru Hadrian’ın yaptırdığı Hadrian Kütüphanesinin (Hadrian’s Library, 132) kalıntıları.
Monastiraki Meydanı’nda yer alan ve Osmanlılar zamanında yapılan ve şu anda Yunan Halk Sanatları Müzesi’ne ait olan Tzistarakis Cami (Tzistarakis Mosque 1759).
Ve son olarak Atina’daki en eski Yunan Ortodoks kiliselerinden biri olan ve minyatürmüş gibi görünen Panagia Kapnikarea Kilisesi’nden (Panagia Kapnikarea Church 11. yy) sonra Eleni’lerin evlerine doğru yol almaya başladık.
Yolculuğumuz sırasında Panathinaikos’un Apostolos Nikolaidis stadyumunun da önünden geçtik. Duvarları grafitlilerle dolu stat, beklediğimden ufak görünüyordu ki, yazıyı hazırlarken 16 bin kişilik olduğunu öğrenip bir kere daha şaşırdım.
Eleni’nin iki ufaklığı, annesi ve babasıyla yaptığımız hoş sohbetten sonra yemek yemek için ısrarla önerdikleri ve “balıksırtı / balık kemiği” anlamına gelen Psarokokkalo’ya gittik.
Acropolis’e 17 km uzaklıkta bulunan ve sadece yerlilerin geldiğini söyledikleri lokantanın bir duvarında farklı markaların uzo şişeleri ve diğerinde balıklar hakkında bir bilgi tabelası bulunuyordu.
Kısa bir sürede masa; kızarmış ufak kalamarlar, ızgara ve balzamik soslu istiridye mantarı, nefis soslu bir yeşil salata, ızgara ve zeytinyağlı ahtapot, soslu midye, domates, balık, peynir ve domatesli nefis bir yemek, kızarmış sardalya, adını bilmediğim haşlanmış ve soslu yosuna benzeyen çok lezzetli bir sebze ve yanlarında da uzo ile donatıldı.
Her bir yiyecek inanılmaz lezzetliydi! Resmen parmaklarımızı yedik. Yemeğin finalinde ikram olarak karpuz ve buzlu limoncello geldi. Tüm yolculuğumuz boyunca akşam yemeklerine bahşiş dâhil ortalama 40-45 Euro vermeye alışkın biri olarak bu kadar çok ve nefis yemek yedikten sonra 20’şer Euro hesap ödedik! Gerçekten muhteşem bir gezi finali olmuştu!
13 Temmuz 2016, Pazartesi (Atina)
Yunanistan’daki son günümüzde sabah 8.30’da kalkıp bavulları hazırlamaya başladık. Kahvaltı yaptık ve 12.30’a kadar Acropolis çevresinde son bir tur yaptık.
Son gün “donmuş yoğurt” denemeye karar verdik. Satıcı yoğurdu kaba sıktıktan sonra ne isterseniz onları üstüne serpiyordu. Biz de ceviz, badem, fındık ve bal istedik. Hafif ekşimsi tadı ve soğukluğuyla oldukça lezzetiydi!
Yolculuğumuz boyunca Atina’da en çok ilgimizi çeken şeylerden biri de iki kişilik Smart marka arabalardı. Muhtemelen az yer kapladığı ve belki de ucuz olduğu için tercih ediyorlardı.
Gezinin belki de tek sıkıntılı yanı Atina’daki sivrisinek saldırısıydı. Normalde sivrisineklerin tercih etmediği ben bile defalarca ısırıldım. Bu yüzden sürekli olarak kaşınarak dolanıyordum.
12.30’da eve dönüp arabaya atladık ve önce Europcar’a arabayı teslim ettik. Geldiğimizde arabayı bize teslim eden elemana denk gelmiştik. Benzin ve genel kontrolden sonra “tam korumalı sigortanız olduğu için incelememe gerek yok” dedi ama havaalanı servisini beklediğimiz için bir yandan bizle laklak ederken bir yandan da arabaya göz atıp notlar alıyordu. Bir ara ufak bir çiziği işaret etti. Bizle hiç alakası olmayan ve muhtemelen başka bir arabanın ya da kişinin yaptığı yeşilimsi sarı çizik için sigortamız olmasaydı 149 Euro ceza ödememiz gerektiğini söylediğinde, sigortayı yaptırırken “yine kazıklıyorlar bizi!” sözlerim aklıma geldi. İyi ki yaptırmıştık!
Geçen yıl Bosna – Karadağ gezimizde yaptığımız 1000 kilometrelik rekorumuzu 1240 kilometreye çıkartmıştık ki bunun 250 kilometresini sürmüş olmak benim için büyük bir gelişmeydi. 1240 kilometre için 113 Euro (1 Euro = 3,27 TL) benzin parası ödedik.
Elefterios Venizelos havaalanının bekleme bölümü, rahat ve uzunlamasına koltukları ve renkli tasarımıyla büyükçe bir lokantayı andırıyordu ve çok sevimliydi! Uçağı beklerken, (Atina’yı saymazsak) ilk kez Türkiye’den hiçbir turisti görmediğim bir gezi yaptığımızı fark edip şaşıracaktım. Zira Madeira‘da bile görmüştüm. 🙂
Uçağa bindik ve önce İstanbul’a ardından da Ankara’ya ulaştık.
İstanbul’dan Ankara’ya geçerken tıpkı geçen sene Bosna’dan dönerken bindiğimiz gibi yine kıtalar arası uçuşlarda kullanılan dev bir Boeing 777-300ER’e bindik.
Esenboğa’da bagajları teslim aldığımızda bu sefer de benim bavulun çekme kolunun kırıldığını fark ettik! Tutanak tutturduk ve tamire verdik.
Yurda döndükten bir gün sonra (15 Temmuz 2016) Ankara ve İstanbul’da yaşanan darbe girişimi tüm morallerimizi altüst etti. O anlarda yaşadığımız en güzel şey; Atina’da bize ev sahipliği yapan Marianna’nın mesaj atıp durumumuzu sorup geçmiş olsun dileklerini iletmesiydi! Sayıları çok çok az olsa da, bu güzel insanlar olmasaydı, herhalde bu dünya hiç çekilmez olurdu!
Bu da gezinin 5 dakikalık video anısı…
Bundan önce gittiğim 12 ülke, sırasıyla şöyle: (1) İtalya (2008), (2) Vatikan (2008), (3) İspanya (2008), (4) Macaristan (2009), (5) Avusturya (2009), (6) Kuzey Kıbrıs (2010, 2010), Avusturya (2012, 2. Kez), (7) Slovenya (2012), (8) Portekiz (2013), (9) Hollanda (2013), (10) Belçika (2013), (11) Bosna-Hersek (2015), (12) Karadağ (2015), Kuzey Kıbrıs (2016, 3. Kez)