Kıbrıs’a ilk kez, 2010 yılında Acapulco’da düzenlenen bir kongre için gitmiş ve aynı yıl içinde Mercure’de düzenlenen bir başka kongre için de ikinci kez adada bulunmuştum. Her biri 5-6 gün süren kongre döneminde sanırım sadece bir ya da iki kez, Türkiye’de pek bulunmayan ithal mal ve ucuz içeceklere bakmak ve almak için Girne merkeze gitmiştik. Onun dışında tüm zamanımızı iş gereği otelde geçiriyorduk.
Yıllar sonra bir başka kongre için 1 Mart akşamı uçağa atladık ve önce Lefkoşe’deki Ercan havaalanına indik, oradan da Girne’deki Elexus’a ulaştık. Havaalanından otele transferimiz sırasında bizi en çok şaşırtan şey, arabayı süren arkadaşın sağda oturuyor olması ve karanlıkta farları yanarak, sağdan gelen arabaların üzerimize geldiğini sanıp tırsmamızdı.
2 Mart 2016, Çarşamba
Kongre perşembe günü başladığı için ilk kez kendime birkaç saatlik boşluk yarattım ve gezmek için Girne merkeze gittim.
Tek katlı, uzun balkonu İngiliz sömürge dönemine ait olduğunu düşündüğüm evler, daracık sokaklar, ön tarafı beyaz arka tarafı sarı ya da kiralık olduğu için kırmızı plakalı, büyük çoğunluğu lüks arabalar, oldukça ucuz içki, çikolata, tütün vs. satılan dükkânlar ve elbette trafiğin soldan akıyor olması, tabelaların ve konuşmaların Türkçe olmasına rağmen farklı bir ülkede olduğumuzu anlatmaya yetiyordu.
Merkezde biraz dolaştıktan sonra deniz kenarına inmek için yürümeye başladım. Dar sokaklar ve güzel evlerin arasından geçerken yol beni Girne limanına getirdi.
Yatlar, kafeler ve onları çevreleyen evler ile kale oldukça güzel görünüyorlardı. Aklıma Sirmione, Milano’daki göl kenarındaki liman geldi.
Kısa bir turun ardından oldukça heybetli görünen Girne Kalesi’ne doğru yürümeye başladım ve biletimi alıp kaleyi turlamaya başladım.
7.yy’da, Arap-İslam akınlarına karşı kentin korunması için Bizanslılar tarafından yapılan ve yüzyıllar içinde birçok kez el değiştirip, yeni bölümleri inşa edilen kale çok güzel görünüyordu.
İlk olarak girişte yer alan ve 1100’lü yıllarda yapıldığı sanılan St. George Bizans Şapeline ulaştım. Sonrasında şapelden çıkıp kalenin üst tarafına çıktım ve dört bir yanını gezmeye başladım.
Dönemleri ve çok da fazla benzerlikleri olmasa da, sanırım derli toplu olduğu için gezerken aklıma Salzburg ve Ljubljana’daki kaleler geldi.
Bir yandan gezerken, bir yandan da Bosna-Hersek ve Karadağ geziyle beraber alışkanlık edindiğim üzere bol bol video çekiyordum ama sürekli esen rüzgâr nedeniyle videolarda çok fazla gürültü olacak olmasından ötürü sıkılıyordum.
Avluya indiğimde solumda yer alan sedirli ufak çay bahçesi ve tam çaprazımda duran devasa tahta kapı çok ilgimi çekti.
Bir süre inceledikten sonra batık gemi müzesine girdim. İçeride yer alan batık gemi iskeleti ve içerisinden çıkartılan 2300 yıllık badem, üzüm, zeytin, incir çekirdekleri, oyun oynamak ya da fal açmak için kullanılan aşık kemikleri, bronz kapaklar, kurşun halkalar vs. çok enteresandı.
Kalenin giriş tarafına yaklaştığımda, limanı bu sefer de yüksekten görüp bir kere daha bayıldım. Çok güzel görünüyordu! Önce uzun uzun kameraya çektim sonrasında da bir süre oturup izledim.
Bu arada fenere doğru yürüyen (muhtemelen turist) iki kişi, rüzgâr nedeniyle duvara çarpıp diğer tarafa ulaşan dalganın gazabına uğradılar ama öyle bir kahkaha attılar ki görülmeye değerdi doğrusu!
Kale turunu bitirip dışarı çıktıktan ve bir süre daha limanda zaman geçirdikten sonra alışveriş yapmak için önce çarşıya sonrasında da dolmuşa atlayıp otele geri döndüm.
6 Mart 2016, Pazar
Pazar günü öğlen kongre tamamlandıktan ve toplanma işlemleri bittikten sonra bu sefer de topluca Girne merkeze gittik.
Önce limanda bir şeyler içip atıştırdık, sonrasında etrafta dolaşıp, deniz kenarında bir süre oturup, alışveriş yaptıktan sonra otelimizin yolunu tuttuk.
Pazar dolaşmasının en eğlenceli bölümü, ziyaret saati dolmasına rağmen kaleye girmek için Murat’ın duygu sömürüsü yaparak, “ama biz yarın dönüyoruz!” sözüne görevlinin Kıbrıs ağzıyla, “zamanında geleceydiniz o zaman!” demesiydi. Hepimiz ikna olmuş bir şekilde gülümseyerek kaleden uzaklaştık.
7 Mart 2016, Pazartesi
Sabah erkenden kahvaltı ettikten sonra yollara düştük ve önce Ercan akabinde Esenboğa derken evimize ulaştık.
Bundan önce gittiğim 12 ülke, sırasıyla şöyle: (1) İtalya (2008), (2) Vatikan (2008), (3) İspanya (2008), (4) Macaristan (2009), (5) Avusturya (2009), (6) Kuzey Kıbrıs (2010, 2010), Avusturya (2012, 2. Kez), (7) Slovenya (2012), (8) Portekiz (2013), (9) Hollanda (2013), (10) Belçika (2013), (11) Bosna-Hersek (2015), (12) Karadağ (2015)