14. Deplasmanım ve Gördüğüm 17. Stad: İstanbul Atatürk Olimpiyat (467 km)

İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadyumu’nun Ankara 19 Mayıs Stadyumu’na uzaklığı: 467 km.

Her şey bir hafta önceki Manisaspor maçından sonra oturduğumuz eskiyeni’de Öyküm’ün “İBB maçına gidiyoruz değil mi?” sorusuyla başladı. Öyküm, hafta sonu konser için İstanbul’da olacaktı ve ardından maça gidecekti. 40 yılın en soğuk kışının ardından bahara ulaşan ölümlüler olarak düşünce doğrudan ilgimi çekti. Hem gezi, hem deplasman yapmak, bunun yanında bir de Ural’ın (aka hugo sanchez) 17 maçlık deplasman skoruna bir adım daha yaklaşma fikri güzeldi. Gerçi bir yandan Uralların köpekleri zuzu’nun rahatsızlığından ötürü maça gelmediklerini bilmek “haksız rekabet” gibi oluyordu ama…

İstanbul Atatürk Olimpiyat stadının uzaklığı ve rüzgârın yarattığı sıkıntıyı birçok yerde okuyan-duyan biri olarak ilk iş, nasıl gideceğimizi planlamaktı. İstanbul’dan birkaç arkadaşımla konuştum fakat arabasız stada nasıl gideceğini bilen yoktu. En son Akşit abi ile görüştüm ve maça arabayla gideceğini söyleyince planım kesinleşti.

İkinci iş olarak, ilk yarının son maçı olan Ankara’daki İBB maçından önce Tanıl abiye ulaşan ve hem görüşüp-tanışan hem de atkılarını hediye eden Boz Baykuşlar’dan Mark’ın kontak bilgilerini aldım. Maçtan önce kendileri ile tanışmak, muhabbet etmek istediğimizi söyledim. Sonradan Mark’ın 24 Eylül’de katıldığım Yenilsen de Yensen de’de yanımda oturan arkadaş olduğunu öğrendim. Mark bu fikri son derece sıcak karşıladı. Ayrıca maça belediyenin kendileri için ayarladığı ve tek akbille stada kadar götürüp, çıkışta Taksim’e bırakan otobüsle gidip gelebileceğimizi söyledi. Biz de Öykümle önce onlarla buluşup, muhabbet edip ardından beraber maça gidip dönüşte de Akşit abiyle dönmeyi kararlaştırdık.

Cuma gecesi yola çıkmadan önce Akşit abi akrabalarından birinin vefatı nedeniyle Ankara’ya geldiğini, bu yüzden de maça gelemeyeceğinin haberini verdi ve İstanbul tayfasından yaklaşık 50 kişinin maça geleceğini söyledi.

Cumartesi günü 15:30 civarlarında Taksim’de Mark ile buluştuk. Akdeniz’e oturduk, muhabbet ettik. Ardından Öyküm ve Boz Baykuşlar’dan Mehmet, Barış ve bir arkadaş daha geldi. Son derece güzel bir havada muhabbet ettik. Barış bol bol ilginç deplasman anılarını anlattı. Mehmet grupları ile ilgili bilgiler verdi. Mark arkadaşıyla deplasmanda nasıl tanıştığını ve onun Ankara’da yaşadığı için ayda iki kere Ankara’ya geldiğinden bahsetti. Bizler Gençlerbirliği taraftarlarını, duruşumuzu, tribünümüzü anlattık. Maç anılarımızdan bahsettik. Oynanacak maçla ilgili ortak görüşümüz, Samsun-Sivas maçını düşünerek maç sonunda iki takımın da play-off’a kalması ve play-off’larda havalarda ısınmışken birkaç deplasman daha yapmaktı. Ben Mark’a Alkaralar atkısı hediye ettim o da bana Boz Baykuşlar atkısı hediye etti. Ardından tramvay istasyonunda toplanan diğer grup üyelerinin yanına gittik. Birkaçının bizi görünce yüzlerindeki şaşkınlık görülmeye değerdi. Ardından bazılarıyla muhabbet ettik. Beklenenden çok katılım vardı. Bu yüzden birçok kişi ayakta stadın yolunu tuttuk. Grup üyelerinin çok nazik olması, bazılarının birer bira yuvarlaması, körüklünün arka tarafındakilerin tezahüratlar yapması ve bizim Mark’la muhabbetlerimiz derken stadın Doğu-Batı tribün ayrımına geldik. Mark bizle gelip tribüne kadar yolu göstermek istedi. Otobüsten indikten sonra Mehmet, dönüşü yine kendileri ile yapabileceğimizi söyledi. Her şey için teşekkür ettik ve Ankara’ya da beklediğimizi söyledik. Bu arada otobüse doğru gelen bir güvenlik görevlisi Boz Baykuş’ların otobüsünden indiğimizi görünce önce şaşırdı sonra da, “Fair-play ya! Hep böyle olsa keşke” dedi. Güldük.

Atatürk Olimpiyat’ın bugüne kadar gördüğüm 15 stada göre çok farklı bir mimarisi var. Bulunduğumuz yerden (doğu-batı tribün ayrımından) tribünler parantez açma-kapatma işareti gibi görünüyordu.

7 Nisan 2012 - IstanbulBB1-0Genclerbirligi

Gişelere geldiğimiz de maç sonrası Ankara’ya gidecek olan Mark’a isterse maç sonu Taksim’e bizlerle gelebileceğini söyledik ve ayrıldık. Biletleri alırken İstanbul tayfası 25 metrelik meşhur pankartı bekliyorlardı. İlk kontrolden geçtikten sonra San Siro / Giuseppe Meazza’daki gibi geniş bir boşluk ve tribünlerin numaralarına göre yönlerini gösteren tabelalar çok hoşuma gitti. Ardından tribünlere yakın bir yerde turnikeler ve tekrar güvenlik araması oldu. Giuseppe Meazza’da arama diye bir şey yoktu ve turnikeler ilk güvenlik aramasının yapıldığı yer gibi tribünlere uzak bir yerdeydi. Böylece kendi biletinizi turnikeye uzatıp giriş yapabiliyor ve ardından yönlendirmelerle doğrudan koltuğunuzu bulabiliyordunuz.

İçeri girdiğimizde dışarıdan parantez işareti gibi gördüğümüz yerlerin stadın ikinci katları olduğunu fark ettik ve ardından turnikelerin birinci katın en üstü olduğunu anlayıp dumura uğradık. Yani maçın oynandığı saha ve ilk kat tamamen yerin altındaydı. Güvenlik gerekçesiyle bize sadece ikinci katı ayırmışlardı.

Ben tribünleri ve stadı incelemeye başladım. Her iki katta da koltuklar yaklaşık 30 derecelik bir açı ile sıralanmıştı. Bu yüzden tribünlerden yukarı çıktıkça görüş açınız aynı kalsa bile saha oldukça ufalıyordu. Oysa Giuseppe Meazza ve Santiago Bernabeu’da ilk katlar 30-45 arası eğimli iken, sonraki her katta koltukların açısı 60-70’e kadar yükseliyordu. Böylece, sahaya olan görüş açınız ve uzaklığınız bu dik tribün-koltuk yapısı nedeniyle çok da fazla değişmiyordu.

Üzerinde “Gençlerbirliği İleri” yazan 25 metrelik pankart geldiğinde maçın başlamasına 5-10 dakika vardı. Hızlıca tribün demirlerine astık. Bu arada önce Ural ardından Ömer abim aradı ve televizyonda bizi gördüklerini söylediler. Ural’a diğer maçlarda gol oldukça aramasını rica ettim. Tamam dedi.

Tribünde 50 kadar kişiydik. Bunların içinde 6-7 kadın ve 4 tane çocuk vardı. 9-10 yaşlarındakilerden biri ile bir süre muhabbet ettik. Gençlerbirliği altyapısında oynuyordu ve Yasin ile Soner’i beğeniyordu.

Bizim tam karşımızdaki tribünde yer alan Boz Baykuşların takım kadroları okunurken ellerini çırptıkları ve “oley” dedikleri sırasında sesin bizim tribüne neredeyse yarım saniye geç geldiğini fark ettik. –Zaten ikinci yarı başında Mark aracılığı ile karşılıklı olarak Kırmızı-Siyah-Turuncu-Lacivert yapalım önerimiz bu durumdan ötürü kabul görmedi.-

Maç başladı. Her iki takım da birbirini tartıyordu. Bu yüzden çok ciddi bir pozisyon olmuyordu. Hakemin birkaç pozisyonda tereddütlü hareketleri de son derece ilginçti. Ufak tefek pozisyonlarla maç devam ederken düşmemeye çalışan Samsun’un gol attığı haberi geldi. Mutlu olduk. Aklımdan maçın berabere bitmesi ve her iki takımın da play-off’a kalması geçti. Ama 10 dakika sonra Sivas’ın gol haberini aldık. Bu arada tribüne gol haberi hemen gelirken Ural yaklaşık 5 dakika sonra arayıp gol haberini veriyordu. Ben Öyküm’e dönüp, “Abi burası sanırım zamandan uzakta/geride. Her şeyi geç yaşıyoruz” dedim gülüştük.

Devre arasında çay-tuvalet molası için tribün arkasına geçerken rüzgârın şiddetini görünce Mark’ın kışın stattaki rüzgâr yüzünden donduklarından bahsettiğini hatırladım.

Boz Baykuşlar Batı tribünün ilk katında olduklarından, ben de açının nasıl olduğunu görmek için güvenlikten izin alıp (ki istemeye istemeye ve aşağıya doğru inmemem şartıyla) birkaç fotoğraf çektim. Bana göre izlemek için açı çok daha güzeldi.

Sonra da ikinci katın en üstüne çıkıp bir de buradan fotoğraf çektim. Ciddi anlamda çok uzaktı. Sahada ısınan futbolcuların kim olduğu bile seçilmiyordu.

İkinci yarı ilk yarıda olduğu gibi ortada başladı. Bizler takımı canlandırmak için Şenol abinin öncülüğünde eğlenerek tezahüratlar yapıyorduk. Şenol abi bir ara yan tarafta bulunan güvenlikçilere “Abi böyle taraftar bir daha göremezsiniz. Hadi biz kırmızı diyelim siz siyah” dedi. Ardından ufak bir “güvenlik siyah desene” tezahüratı yaptık ve ardından kırmızı-siyah çektik. Bazıları eşlik etti alkışladık…

Takımın sürekli geriye yaslanarak oynamasına kızan bir taraftarın “25 metre pankart yaptırdık, üzerine Gençlerbirliği İleri yazdırdık hala geri yaslanıyorlar ya!” diye serzenişi gülüşmelere neden oldu.

Bu arada İstanbul BB beş dakikalık bir baskı kurdu. Sağlı sollu birkaç önemli atağın ardından Rızvan’ın bir ortasında Cem Can’ın zamanlama hatası ile topu ıskalaması ve çaprazdan sert ve düzgün bir şut atan Webo’nun golü ile morallerimizi altüst oldu. Çünkü takım 75 dakikadır skoru değiştirecek hiçbir şey yapmamıştı. Son 15 dakikada ne yapabilirdi ki? Tek dayanağımız Samsun kalmıştı ama 5 dakika sonra Sivas’ın gol haberi gelince resmen yıkıldık. Şenol abinin başlattığı, “Sivas gol attı uyanın artık!” tezahüratını bir süre yaptık ve tekrardan sessizliğe çöktük. Derken arkada oturan 4-5 yaşlarındaki kız çocuğunun “sivas gol attı uyanın arttık” tezahüratı az da olsa neşelenmemizi sağladı. Zaman ilerliyordu ama biz topu dahi ayağımızda tutamıyorduk. Derken maç bitti…

Ölüm sessizliğinde pankartımızı topladık, son bir umut skorlara bir kere daha baktık. Bu arada Boz Baykuş’ların otobüsü gidiyordu ve Turuncu-Lacivert tezahüratı yapıyorlardı. Aklıma 2008’de Bursa’da Kayserispor ile oynadığımız kupa finali geldi. Onlar kupayı kaldırırken bizler stat dışında sessizce otobüsümüze yürüyorduk…

Yol boyu ve Taksim’de bir yandan buraya kadar gelmişken kaçırılan play-off şansının üzüntüsü-siniri bir yandan da sezon başında “kesin düşecek” dediğimiz takımın buraya kadar gelmesinin başarı olup olmadığını konuştuk. Ortak fikrimiz bu sezon tecrübe kazanan takımın ve Fuat Çapa’nın korunarak gelecek sezon çıtayı biraz daha yükseltmenin doğru olduğu yönündeydi.

Öykümle farklı konulara geçmiştik ki, Kutay aradı. Dertlenmişti. Bir de onunla aynı şeyleri konuştuk derken arkadaşım aramıza katıldı. O gelince tamamen konu değişti haliyle ve biraz rahatladık…

Pazar günü kahvaltı için Sarıyer’e gittik. Sarıyer kulübünün deniz kenarındaki çay bahçesine giderken küçüklüğümden beri bildiğim Sarıyer takımının logosundaki “S” harfinin 2 tane balıktan oluştuğunu görüp şaşırdım. Çünkü daha önce hiç fark etmemiştim!

Oturup kahvaltı ettik. Farklı konularda konuşurken, çaprazımızda bulunan muhtemelen Sarıyer’li 3 yaşlı amcanın şaşkın bir ses tonuyla “Gençlerbirliği 1 puan alsa Play-off’a gidiyordu adamlar yenildi ya!” demesi üzerine  arkadaşıma dönüp “ama ben unutmaya çalışıyorum ya!” dedim ve gülümsedim. Kahvaltı ardından yanlış otobüsle Beşiktaş’a sahilden uzaklaşarak iç taraftan gidiş ve akabinde güzel bir havada yapılan Beşiktaş-Ortaköy-Beşiktaş yürüyüşü ve Ankara’ya dönüş ile deplasmana noktayı koyduk…

Kişisel deplasman karnesi: 14maç, 2g, 7b, 5m, 10ga, 16gy.

Dip Not: İstanbul Atatürk Olimpiyat’tan önce gördüğüm 16 stad sırasıyla şunlar: Ankara 19 Mayıs, Cebeci İnönü, Mudanya İlçe, Beşiktaş İnönü, Sakarya Atatürk, Yenikent ASAŞ, Bursa Atatürk, San Siro / Giuseppe Meazza, Santigao Bernabeu “Maç yoktu. Stat turu ile gezdim”, Konya Atatürk, Eskişehir Atatürk, 5 Ocak, Ali Sami Yen, Samsun 19 Mayıs, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu, 19 Eylül.

İlgili Maç: 2011-2012 Sezonu Spor Toto Süper Lig 34. Hafta Maçı: İstanbul Büyükşehir Belediyespor 1-0 Gençlerbirliği

“Siteye Kayıtlı” Bir Sonraki Deplasman Anım: “15. Deplasmanım ve 3. Kez Eskişehir Atatürk (236 km)”

“Siteye Kayıtlı” Bir Önceki Deplasman Anım:13. Deplasmanım ve Gördüğüm 16. Stad: 19 Eylül (562 km)

“14. Deplasmanım ve Gördüğüm 17. Stad: İstanbul Atatürk Olimpiyat (467 km)” üzerine 5 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.