Geçen hafta Türk Telekom Arena’ya yaptığım deplasman sırasında, stadın ayrıntılarını incelerken, 2001’den bu yana Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda düzenli olarak maç izlememe rağmen ayrıntılarına çok da dikkat etmediğimi fark edip, dönünce gezmeyi görev edinmiştim.
Karabük maçından önce Gençlerbirliği Spor Kulübü’nün 90. Kuruluş yılı için etkinlikler yapılacağını duyduğumda, 1936’da açılan tam 77 yaşındaki Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nu gezmek için bahanemi de bulmuş oluyordum.
Saat 14’de Gençlik Parkı’ndan stadyum alanına açılan ana giriş kapısına ulaştım. Bu giriş kapısı 2001-04 yılları arasında bizim de ana giriş kapımızdı. Çünkü stadın en ucuz bileti Gecekondu’daydı. Ayrıca 2002’den itibaren 2 yıl boyunca kulüp sadece bu tribüne kombine kart uygulaması başlatmıştı ve bizler de onlardan edinmiştik. 2004’den itibaren ise görüş açısı çok daha güzel olan Maraton tribününe geçiş yapacaktık.
“19 Mayıs Spor Tesisleri”nin alanına giriş yaparken içimden “stadın Gençlerbirliği’ne ait olduğunu gösteren hiçbir şeyin olmamasına kızıyordum”. Ama Gecekondu’nun dış tribününde, sezon öncesinde kulüp tarafından başlatılan “Kırmızı Kara Burası Ankara” projesinin en önemli 2 karesi asılmıştı! O an hissettiklerimi, 3 İstanbul takımını tutanlar ya da çoğu şehirde “tek şehir takımı”nı destekleyenler, muhtemelen anlayamazlar. Ama bizim gibi her an sahipsizliği hissedenler için, bu ufak olay bile devrim niteliğinde bir gelişmedir! Gerisini siz düşünün işte…
Fotoğraf çektikten sonra Gecekondu’nun solunda bulunan Protokol/VIP girişinin bulunduğu Kapalı tribününe doğru yürümeye başladım. Bugüne kadar yanlışım yoksa sadece 2 kez bu tribünde maç izlemiştim. Her ikisi de Türkiye Kupası maçıydı. Gecekondu ile Kapalı’nın birleştiği duvarda, 1936’da stadın açılışını yapan İsmet İnönü’nün 15 Aralık 1936 imzalı, “Türkiye’yi idare edenler stadyomu en kıymetli mektep gibi her yerde kurmaya çalışacaklardır. Türkiye’nin istikbalini idare edecek olan genç nesil açık havada açık meydanlarda yetişecektir” sözü asılıydı. Önce çok şaşırdım! Ama bir süre sonra (hafızam beni yanıltmıyorsa) kapalıda izlediğim bir maçtan önce bu yazıyı gördüğümü anımsadım!
Polis koridorunun bulunduğu VIP girişinde bir süre bekledim. Maça 2 saatten az zaman vardı ve Gençlerbirliği otobüsü gelmek üzereydi. Bir süre daha beklemeye karar verdim. Birkaç ay önce “1970-82: Düşüş Yılları” belgeseli için bu girişten içeri girmiş ve şeref tribününde eski kaptanlarımızdan Cemalettin Sakallıoğlu ile bir söyleşi yapmıştık. İçerideki lobiyi ve soyunma odasına giden koridorları görmüştüm. Şimdi yazıyı yazarken “keşke soyunma odalarına da baksaydım” diye düşündüm.
Yaklaşık 15 dakika bekledikten sonra kulüp otobüsü geldi. Üstte de bahsettiğim “Kırmızı Kara Burası Ankara” projesinin bir ayağı olarak otobüs de oldukça güzel bir şekilde boyanmıştı.
Ardından deplasman tribünü olan Saatli’ye doğru yolculuğuma devam ettim. Stadın çevresindeki demir sütunlar, örümceğin ayaklarına benziyorlardı. Bugüne kadar büyük bir çoğunlukla Ankaragücü ve Ankaraspor deplasmanlarını izlediğim tribünün benim açımdan en özel maçı 2003-04 sezonunda Blackburn Rovers ile oynadığımız UEFA Kupası 1. Tur ilk karşılaşmasıydı. Kulüp bir jest yapıp kombinesi olanlara bu tribünden maç izleme imkanı sunmuştu ve bu hamlesi bizleri oldukça şaşırtmıştı! 3-1 kazanmıştık. Nefis bir gündü…
Birkaç fotoğraf çektikten sonra, 2004’den bu yana maç izlediğimiz Maraton tribününe doğru yürümeye başladım. Tribünün dış cephesinde birçok amatör spor kulübünün yerleri vardı. Bunlardan çoğu 50-60 yıllık kulüpler olması ilginç bir ayrıntıydı. Bu kulüpler stadın yanında bulunan ve birkaç yıl önce sentetik çime dönüştürülen zemine sahip 2 tane yan yana futbol sahasında antrenman ve maç yapıyorlardı. Bu sahalar daha önce topraktı ve 19 Mayıs’a maça gelen çoğu taraftar maça girmeden önce burada durur ve amatör küme maçlarını takip ederdi. Ali amcam ve Savaş eniştem de onlardan biriydi.
Stadın çevresindeki oval geçidi fotoğraflarken tanıdık bir sima “merhaba” dedi. 1 yıl kadar önce gittiğimiz Orduspor deplasmanındaki taraftarlarımızdan biriydi. Kısa bir sohbetin ardından dolaşmaya devam ettim.
Son 9 yıldır giriş için kullandığımız rüzgârlı girişinin açıldığı kapılara ulaştım. Rüzgarlıya doğru yürüyüp bir fotoğraf çektim. Bu arada Kübra ile karşılaştım. Son haftalarda totem haline getirdiğim 7-8 numaralı kapılardan giriş yaptık.
Maraton’un Gecekondu’ya en yakın yerinden tribünleri dolaşmaya ve fotoğraf çekmeye başladım. Daha stadyum yeni yeni dolmaya başlamıştı. Ankara ile ilgili eski 45’likler çalınıyordu. Sonrasında önce ritim grubu bir gösteri yaptı ardından da Ais Ezhel, sezon başında kulüp için bestelediği ve oldukça sevilen “Kırmızı Kara Burası Ankara”yı söyledi.
Bu arada Ankara Emniyet’in artık (MAALESEF!) alıştığımız bir uygulamasıyla karşılaşacaktık. Maç öncesi koreografi hazırlanmış ama emniyet yetkilileri üzerinde hiçbir yazının bulunmamasına rağmen kırmızı-siyah kartonların içeri alınmasına izin vermemişti! Yine YUUUUUUUUH! dedik ama muhtemelen ne duyan oldu ne de anlayan!
Maçın başlamasına kısa bir süre kala (muhtemelen) kulüp yetkililerinin de uğraşları sonucunda emniyet kartonları içeri sokma izni verdi ve maratonda güzel bir heyecan yaşanmaya başladı. Herkese kartonlar dağıtılıp, istiklal marşı sırasında kaldırmaları istendi. Takım tünelde görüldüğünde coşku görülmeye değerdi. İstiklal marşı sırasında koreografi yapıldı. (Maçtan sonra biz de gördük. Hiç de fena değildi!)
Sezon başından bu yana sağ ve sol kanatlarımızın demirbaşları olan Hurşut’un sakat ve Jimmy’nin cezalı olmasından dolayı sahada yer almayacak olmaları, Fuat Çapa’nın sahaya nasıl bir on bir süreceği konusunda bizleri oldukça meraklandırmıştı. Takım sahaya çıktığında soru işareti cevaplanıyordu. Sağ kanatta ilk kez 20 yaşındaki Artun Akçakın oynayacaktı. Solda Zec ve en ileride gol silahımız Vleminckx.
Geçen hafta Arena’da alınan 1-0’lık galibiyetin morali ile takım baskılı ve mücdeleci bir şekilde oyuna başladı. Daha maçın 10. dakikasında (içimden “gol olmaz” diye geçirirken) Petrovic, ceza yayının biraz gerisinde nefis bir şut atıyor ve tüm tribün derin bir “oh!” çekiyordu. Bu arada Pınar’ın maçın başında attığı “bu maçı da alırsak sezon sonuna kadar Bandırma’dan gelmem” mesajını okuyup gülüyordum. Geçen haftaki büyük totemimiz 3. kez işe yarayacak gibiydi!
Ardından sezonun tartışmasız en organize ve en iyi takım oyununu oynamaya başladık. Zec’in yerden nefis pasını Vleminckx’in kaleciyi nişanlaması ve Azo’nun ceza alanı içinde çektiği şutun direğin dibinden dışarı gitmesi ile tribünde çıldırıyorduk. Çünkü fark ikiye çıksa, maç bitip gidecekti ve eğlenmeye başlayacaktık. Ama ilk yarının bitimine 5 dakika kala Serkan’ın inanılmaz hatası ile golü yiyip yıkıldık.
Devre arasında bu kadar iyi oynamamıza rağmen skorun 1-1 olmasına hayıflanıyorduk. İlk 45 dakikanın en ilginç anlarından biri Karabük kalecisi Tomic’in müdahalesi ile havaya kalkan topun tekrar aynı yerde inişe geçip direğe çarpması ve kalecinin zar zor kontrol etmesi idi.
Bu arada hava durumu oldukça kararsızdı. İlk yarı boyunca güneş, arada bir kendini gösterip ardından saklanıyordu. Güneşin olduğu anlar saha nefis görünüyordu…
Bu arada maçın başında Karakızıl’ın açtığı ve üzerinde “Kadına yönelik şiddete taraftar değiliz!” pankartı bolca alkış aldı.
İkinci yarı hava kapanmaya, takımımız da güneş enerjisiyle çalışıyormuş gibi belirgin bir düşüş yaşamaya başladı. Ataklarımız oldukça cılızlaşmıştı. Genelde kanatlardan orta yaparak Vleminckx’i topla buluşturmaya çalışıyorduk ama çoğunda başarısızdık. Karabük ise düşüşümüzden gaza gelip iyiden iyiye galibiyeti düşünür olmuştu. 52’de Karabük’ten Anıl sarı kart gördü. Bu onun ikinci sarı kartıydı ama hakem sarı kartı gösterdikten sonra taç çizgisine yakın bir yerde not almaya başladı. Bizler tribünden çığlıklar atarak, “2. sarısıııı!” diye bağırıyorduk. Bu arada Anıl önce “tüh lan!” diyip çıkışa doğru yönelmiş ama sonrasında hakem herhangi bir şey demediği için beklemeye başlamıştı. Muhtemelen “gidip söyleyip söylememeyi düşünüyordu.” Hakem bir süre işine devam ettikten sonra arka cebinden kırmızıyı çıkarttı ve Anıl’ı oyundan çıkarttı. 52’de rakibin 10 kişi kalması bizi biraz iştahlandırsa da sahadaki oyuncu farkının “baskı kurma anlamında“ oyuna çok fazla katkısı olmuyordu. Hatta ara ara birbirimize, “yahu adamlar harbi on kişi mi?” diye soruyorduk.
Gençlerbirliği forması ile en etkili oyununu ortaya koyan Ermin Zec’in 69’da direği nişanladığı röveşatası ile “hadi olsun artık be!” diye bağırıyorduk! 78’de Gökhan Ünal’ın karşı karşıya kaleciye topu teslim etmesi ile ise bir kere daha derin bir “oh” çekiyorduk. 83’de Karabük’ün sezon başından beri en etkili oyuncusu olan ve oldukça iri bir fiziğe sahip olan Lualua’nın kontraya çıkışını önce Serkan formasından tutarak ve faul yaparak durdurmaya çalıştı. Ama Lualua sadece sendeledi ve yoluna devam etti. Biz eyvah! diye düşünürken Ante son hamlede doğru bir faul yaparak rakibini durdurdu. İşte o an daha önce hiç yaşamadığım bir şey oldu ve hakem hem Ante’ye hem de Serkan’a seri olarak sarı kart gösterdi! Lualua’nın ayakta kalışına saygı duymamak elde değildi!
Maçın başından beri sol kanattan atağa katılan ve en az 10 tane orta yapan Tosic, 90’da bir orta daha yaptı. Ve… Vleminckx 9. maçında 7. kez topu filelere gönderdi! İşte o an, tribündeki coşku anlatılamaz… Vleminckx bir kere daha atıyor ve bizler bir kere daha tribünlerde çıldırıyorduk!
Golden sonra hava kararsızlığını şiddetli bir dolu yağmuruna çevirdi. 90+3’de Karabük bir serbest vuruş kazandı. Islıklar ve heyecan dolu bekleyişin ardından Gökhan Ünal topu baraja nişanladı ve maç 2-1 üstünlüğümüzle sona erdi.
Hoparlörlerden Ankara havası çalmaya başladı ve Artun kollarını açıp oynamaya ve maratona doğru gelmeye başladı.
Maçın en kötü anı Karabük tribünlerinin hiçbir neden yokken Gençlerbirliği’ne küfürler yağdırmasıydı. Islıklarımızla susturulmaya çalıştık.
Maçın son anlarına doğru Karabüklüler “ambulans” diye bağırmaya başladılar. Biz de oraya doğru dikkat kesildik. Sağlık elemanları koşmaya başladı. O an anlamadığımız bir şekilde koltukları kırıp atmaya ve polisle arbede yaşamaya başladılar. Yaşananlara bir anlam veremedik…
Maçtan sonra arkadaşlarla Kızılay’da oturup, bir şeyler yiyip içerek bol bol muhabbet ettik…
Günün özeti: yeni edindiğim Vleminckx forması, 19 Mayıs turu ve 3 puan… Daha ne olsun. Nefis bir gündü…
Dip not: 19 Mayıs Stadyumu için, “Ankara ve Futbolunun Türk Futbolundaki Yeri” başlıklı yazımı da okumanızı öneririm.
Dip Not 2: (Nostalji için) Korkmaz Alemdar’ın Futbol ve Kültürü (1993) kitabında yer alan “Yeni Zamanların Sıhhat ve Kuvvet Mebdei” Olarak Stadyum: Ankara 19 Mayıs Stadı’nın Açılış Hikâyesi başlıklı yazısına da bir göz atın bence…
Dip Not 3 (12 ekim 2015): Birkaç yıl sonra Aper Kesmer (@AlperKesmer), Ankara 19 Mayıs’ın alttaki gece halini de gönderdi.Ben de seve seve yazıya ekledim.
Dip Not 4 (24 Ekim 2015): Osmanlıspor ile oynanan ve 1-0 kazandığımız maçtan önce Alper Kesmer bu güzel fotoğrafı gönderdi.
Ais Ezhel – Kırmızı Kara Burası Ankara
“Ankara 19 Mayıs Stadyumu: Vleminckx Attı Biz Coştuk!” üzerine bir yorum