21 Eylül 2013, Cumartesi (Funchal)
Adadaki son günümüzde kendimize 3 duraktan oluşan güzel bir program yaptık. Kahvaltının ardından öncelikle taksiye atlayıp, otele geldiğimiz günden itibaren ilgimi çeken Funchal Kalesi’ne (Fortelaza do Pico) gittik. Şansımıza hava sıcak ve güneşliydi.
Şehri yüksekten gören kale, tepe gibi yerlere gidip şehri izlemeyi çok seviyorum. Funchal Kalesi’ne çıkınca da ilk yaptığım buydu. Bir yandan denize, bir yandan dağlara bakıp, şehri yüksekten izledim.
2 katlı avlusu olan kale beklediğimden oldukça ufaktı. Odalardan birinde kale ile ilgili çeşitli resimler vardı. Ana müze ise kapalıydı.
Kaleden çıktıktan sonra yürüyerek teleferiğe doğru ilerlemeye başladık. Yol üstünde gördüğümüz bir müzenin bahçesine girip bir süre dinlendik.
Ardından yola devam ederek merkeze ulaştık.
Teleferiğin karşı kaldırımında antika, takı satan tezgâhları görüp gezmeye başladık. Elbette benim aklımda 2013 Portekiz parası bulmak vardı. Bir iki yer baktım ama nafile. Ardından Mehmet gelip, “buldum!” dedi. Heyecanla yanına gittiğimde tıpkı Avusturya’da (gerçi o sefer şans eseri para üstü olarak almıştık) olduğu gibi bir tezgâhta 2 euroluk demir hatıra paraları satılıyordu ve Portekiz’in 2013 parası vardı. Hemen satın aldım. Ardından bir süre Slovenya 2012 ve Vatikan 2008’e bakındım ama bulamadım.
Satıcıya teşekkür ettikten sonra para koleksiyonu yapıp yapmadığını sordum. “Evet” diye cevap verince bizimkilerin yanına gidip demir 1 lira ve 50 kuruş alıp adama hediye ettim. Önce şaşırdı sonra teşekkür etti. Kısa bir süre Türkiye hakkında konuştuktan sonra, tam ayrılmak üzereyken bana “dur” dedi ve eski Portekiz parası olan Escudo’lardan 2 tane seçip verdi. Sonra da, “ben küçükken bunları kullanıyorduk” dedi güldü. Teşekkür ettim.
Teleferiğin önündeki çimenlikte, ağzında kırmızı bir bot bulunan dinozoru yakalamaya çalışan ince telden çocuklar çok güzel görünüyorlardı.
Biletlerimizi alıp teleferiğe bindik. Bağlantı noktalarından geçerken sallanmak ve özellikle ilk gün araba kiraladıktan sonra uğradığımız benzinliğin bulunduğu yolun üzerinden geçerken tırsmamak elde değildi.
Tırmanırken bir yandan nefis bahçeleri, havuzları olan villaları bir yandan da oldukça eski, bahçelerinde sebze yetiştirilen, kümesleri olan gecekondu vari evler görmek enteresandı.
Monte’ye (Carreiros do Monte) vardığımızda 4 tane seçimimiz vardı. Biri botanik parkına gitmek, bir diğeri bir başka teleferiğe binip ağaçların üstünden geçerek içlerdeki başka bir botanik parkına gitmek, dağ yolunda yaklaşık 2 saatlik yürüyüş yapmak ve köye gitmek. Biz de zamanımızın azlığını düşünerek kısa bir süre patikada yürüdükten sonra köye gitmeye karar verdik.
Köye yaklaşınca bizi nefis bir manzarası olan kilise karşıladı. Kiliseye girdiğimizde içeride damadın ayakta beklediğini fark edip bizimkilere “düğün var herhalde” dedim. Demez olaydım! Çünkü bizimkiler oturup düğünü izlemek için beklemeye başladılar. Bir süre sonra nasıl olsa sıkılırlar diye düşünmeme rağmen sıkılmadılar!
Ben de köye doğru yürüyüp etrafı dolaştım. Maderia’ya geldiğimiz günden beri “bu adanın en büyük özelliği, hem dağ, hem de deniz turizminin iç içe olması” sözlerinin gerçekten doğru olduğunu görüyordum. Ağaçlar, orman ve köy çok güzel görünüyordu. Ayrıca, yapacak zamanımız olmasa da, dağ içinde yer alan şelaleleri görme ve su kanalları boyunca yürüyüş yapma şansınız da vardı.
Kiliseye geri döndüğümde bizimkiler hala bekliyordu. Ben ise bir an önce Formosa plajına (Praia Formosa) gitmek için sabırsızlanıyordum. Yanlarına gidip, “gelinin geleceği yok, plaja gidelim” dedim. “Tamam” dediklerinde derin bir “oh” çekip dışarı çıkarken gelinin geldiğini gördüm! Haliyle bizimkiler içeri dönüp seremoniyi izlemeye başladılar!
Ben de Kilisenin en uçtaki duvarlarına kadar yürüyüp aşağıya bakarken, Madeira havaalanında gördüğüm ve arkasında “100 yıldır turistleri gezdiriyoruz” yazan “Carreiros”ları fark ettim. Beyaz elbiseli ve şapkalı 2 adam turistlerin binmesini bekliyorlar ve ardından Carreiros’ların her iki ucundaki ipleri ellerine alarak biraz ilerideki yokuşa kadar çekip ardından hızlanınca yanlarına atlayıp 2 km uzunluğundaki parkurda (muhtemelen yavaşlaya, hızlana) aşağıya doğru kayıyorlardı.
Bir nevi kızak ya da roller coaster tadında bir aktivite idi. Kısa bir süre denemeyi düşünsem de 25 ile 40 euro arasındaki ücreti görünce vazgeçtim.
Kiliseye döndüğümde bizimkiler düğünü kameraya çekiyorlardı. Gidip bir kere daha konuştum ve sonunda istemeye istemeye de olsa gelmeye karar verdiler. Teleferiğe binip aşağıya döndük. Marketten bir şeyler alıp atıştırırken, derinlerden bir müzik sesi duyduk. İzzet, “Selda Bağcan bu!” dedi. Evet, melodi Türk şarkıları gibi idi ama sözler Türkçe gibi değildi. “Yok canım!” dedik ama İzzet’in ısrarı üzerine sesin olduğu yere doğru yürüdük. Gittiğimizde şarkı bitmişti ama akabinde 70’lerdeki Anadolu Rock şarkılarından biri çalmaya başlayınca biz de şaşırdım. “Sesin geldiği yeri biliyor musunuz?” diye birkaç kişiye sorduktan sonra, hemen yanımızda bulunan Madeira Story Müzesi’nin (Madeira Story Centre, Rua Dom Carlos I) üst katından geldiğini bulduk. Girişteki kadına sorduğumuzda bize sunset partisi olduğunu söyledi. Türkçe şarkılardan bahsedip, “herhangi bir Türk var mı?” diye sorduğumuzda ise, “sanmıyorum” diye yanıtladı. Ardından bizim ilgimize dayanamayıp “isterseniz bir çıkıp bakın, kalmak isterseniz bilet alırsınız” dedi. Biz de teşekkür edip yukarı çıktık.
Balkonda bir DJ gerçekten Anadolu rock parçaları çalıyordu. Şaşırmamak elde değildi. Yanına gidip Türk olduğumuzu söyleyince çok şaşırdı. 70’lerdeki Türk müziklerine hayran olduğunu anlattı. Akşam geleceğimizi söyleyip aşağı indik ve taksiye atlayıp Funchal’daki turistlik mekanların ve otellerin bulunduğu Sao Martinho’ya doğru ilerledik.
Muhabbet ettiğimiz Madeira’lı arkadaşların hepsi plaj olarak “Praia” Formosa’yı önermişler ve “siyah kum” demişlerdi. Taksiden indiğimizde “sonunda deniz!” diye içimden geçirerek havluyu yere serdim ve etrafa bakınmaya başladım. Hava oldukça sıcak ve güneşliydi. Ama deniz dalgalanmaya başlamıştı. Burası halk plajı olduğu için ücretsizdi ve şemsiye, şezlong yoktu. Hemen denize gidip bir süre yüzdüm. Suyun sıcaklığı nefisti ama dalga ve ince kum nedeniyle dibi görünmüyordu.
Denizden çıktıktan sonra kumsalda yürüyüp deniz camı aramaya koyuldum. Fakat ufuk tefek birkaç parça haricinde neredeyse hiç cam yoktu. Bunun yerine ara ara, Foça’da Aslı’nın topladığını söylediği (nette yaptığım araştırma sonunda ismi ben uydurdum) “Mozaik Deniz Fayansı” görüp toplamaya başladım. Muhtemelen denize atılan hafriyatlardan kopup kıyıya gelen ve (tıpkı deniz camları gibi) zamanla çakıl ve dalgalarla oynaşa oynaşa hatlarının yuvarlaklaştığı, üstündeki desenden ufak bir parçanın kaldığı fayans taneleri çok güzeldi! Haliyle yeni bir koleksiyona başladım.
Yürüyüşüm sırasında Rita’nın “Formosa’dan (adadaki ilk gece gittiğimiz) Camara De Lobos’a kadar yürüyebilirsiniz” sözünün ne demek olduğunu anlıyordum. Çakıl kumsalın yanında 3 km uzunluğunda bir yürüyüş yolu yapmışlardı. Bu yoldan, bir yandan denizi izleyerek, koşanlar, bisiklete binenler ve yürüyenler vardı. Çok hoşuma gitti! Zaman olsaydı parkuru yürümeyi çok isterdim!
Saat yedi çeyrek gibi toparlanıp deniz kenarındaki kafelerden birine giderek taksi çağırdık. Bu sırada birkaç kişi televizyonda Maritimo’nun deplasmanda Belenenses ile oynadığı maçı izliyorlardı ve Maritimo 1-0 gerideydi. Madeira’ya gelmeden önce fikstüre bakmış ve Cumartesi günü olursa Nacional Madeira’nın Academica ile oynayacağı lig maçını stadyumda izlemeyi planlamıştım. Ama ne yazık ki, maç Pazar gününe açıklanmıştı!
Taksiye bindiğimizde şoför radyoda maçı dinliyordu. “Hangi takımı tuttuğunu” sorduğumuzda Türkiye aklımıza geldi: “Burada Maritimo ama Lisbon’da Benfica!”
Otelde dinlendikten ve bir şeyler atıştırdıktan sonra öğlen gitmeye karar verdiğimiz “Lovers & Lollypops”un sunset partisine gittik. Joaquim’e selam verdiğim sırada, diğer DJ yanıma gelip, “öğlen gelenler siz miydiniz?” diye sordu. “Evet” deyince selam verdi ve bir süre konuştuk. Biraz sonra Joaquim bana doğru bakarak, (döndükten sonra tam adını öğrendiğim) “Urfalı Babi – Disko Kebap”ı çalmaya başladı. Bu sırada Portekizliler bazı sözlerini tekrarlayarak dans etmeleri nedense garibime gitmişti. Enteresandı yani! Joaquim’e şarkıyı ilk kez dinlediğimi ve oldukça garip sözleri olduğunu söylediğimde kahkaha attı.
Normalde Porto’lu olan ve orada çalan DJ’ler Madeira’da ilk kez çalıyorlardı ve Türkiye’ye hiç gelmemişti. Joaquim, bir arkadaşları vasıtasıyla Barış Manço’nun 70’lerdeki Anadolu Rock şarkılarını dinleyip hayranı olmuş ve ardından diğer grupları dinlemeye başlamıştı. Bana Japonya’dan aldığı (ilk kez duyduğum) Bunalım grubunun (sanırım) 72’de çıkarttığı plağı gösterdiğinde ise iyice şaşırdım.
Derdiyoklar – Yaz Gazeteci Yaz
Gecenin sonlarına doğru bu sefer de Hal Hal’ı dinledik. Bir süre Portekiz, Avrupa Birliği, Porto, Türkiye ve Gezi Olayları hakkında konuştuk. Gelecek yıl Türkiye’ye gelmeyi çok istediğini söyledi. Partinin sonunda veda edip otele döndük.
22 Eylül 2013, Pazar (Funchal, Lizbon)
Sabah 7’de kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra iki kişilik odaya geceliği 60 euro gibi oldukça uygun bir rakam ödedikten sonra taksiye atlayıp havaalanına gittik. Bizimkiler bagaj parası vermemek için çantaları birleştirmişlerdi. Kontrolden geçerken polis Maderia Şarabı ve kabak reçelini “100mlden fazla sıvı taşıyamama” kuralı nedeniyle uçağa çıkarmama izin vermeyince üzülerek polise teslim ettim. Bu sırada düşen suratımı gördüğünden olacak polis kadın bana dönüp, “üzgünüm” dedi ama haliyle ben cidden üzgündüm!
Lizbon havaalanında yaklaşık 2,5 saat bekledikten sonra kontrole doğru ilerledik. Çok fazla insan vardı ve dolanarak şeritler içinde hareket etmeye başladık. Fakat o kadar çok dolandık ki bir süre sonra sıkılmaya başladım. Hayatımda gördüğüm en uzun güvenlik şeridiydi! Uçağımıza bir saat kala girdiğimiz pasaport kontrolünde ise (şaka gibi) sadece bir polis çalışıyordu. Sıra çok yavaş ilerliyordu ve tedirgin olmaya başlamıştık. Sonrasında görevli bir polis ara ara sıradan birilerini “Avrupa vatandaşları” bölümüne gönderdi de sağ salim uçağa yetiştik.
Gürsel’in kamerasından Portela Havalimanından uçağın kalkış anı.
Dönüş yolumuz Afrika kıyıları üzerindendi. O yüzden oldukça enteresandı. Sonrasında İstanbul’a indiğimizde Beşiktaş – Galatasaray maçının olaylar nedeniyle tatil edildiğini öğrendik. Havaalanında bir sürü yüzü düşmüş Beşiktaşlı dolanıyordu. Önce gidip birine, “hayırdır?” demeyi düşündüm ama sonra hem yorgunluktan, hem de adamların zaten canlarının sıkkın olmasından ötürü uçağın yolunu tuttum.
Madeira Adası Gezi Günlüğü – Bölüm 1′i okumak için tıklayın…
Madeira Adası Gezi Günlüğü – Bölüm 2′yi okumak için tıklayın…
Bundan önce gittiğim 7 ülke, sırasıyla şöyle: (1) İtalya (2008), (2) Vatikan (2008), (3) İspanya (2008), (4) Macaristan (2009), (5) Avusturya (2009), (6) Kuzey Kıbrıs (2010, 2010), Avusturya (2012, 2. Kez), (7) Slovenya (2012)
Merhaba, Madeira yazınızın hepsini okudum. Ben de eşimle lisbon-porto ve madeira’dan oluşan bir gezi ayarlamaya çalışıyorum. O güzel yerleri görmüş biri olarak ise sormak istediğim birşey var 🙂 İnternette hep yıl boyu sıcaklığın 18 derecenin altına inmediği gibi bir bilgi dolaşıyor, bu sizce ne kadar doğru? sanırım Eylül ayında gitmişsiniz, bizse ekim sonu ya da kasım ortaları gibi gidebileceğiz. S’z’n oranin yerlilerinden duyduğunuz bu ayların hava durumuna ait bir bilgi var mı?
Zaman ayırdığınız için şimdiden çok teşekkür ederim 🙂
Merhabalar;
Öncelikle süper bir seçim Madeira. Kesinlike çok güzel bir ada ve en güzel özelliği hem deniz hem de dağ turizmini bir arada yaşıyor olmanız. Biz eylülde gittik ve hava sıcaklığı 20-22 derece arasındaydı. Sadece arada çok kısa süreli yağmur yağdı o kadar.
Bize söylediklerine göre yılk boyu (çok ekstra günler hariç) hava sıcaklığı 18-25 derece arasında olduğuydu. Yağmur da o kadar çok yağmıyormuş. Fakat dağa çıkacak ve botanik parkları falan gezecekseniz elbette hava sıcaklığı 3-4 derece daha aşağıya düşebiliyor yükseklikten ötürü.
Biz döndükten sonra neredeyse 6 ay boyunca her gün hava sıcaklığına baktık gerçekten de 18-25 arası takılıyordu 🙂
Hava durumunu aylık olarak buradan görebilirsiniz: http://www.accuweather.com/tr/pt/funchal/274344/october-weather/274344
iyi tatiller ve gezmeler…
Madeira ile ilgili bütün yazılarınızı keyifle okudum. Biz de ocak ayı sonu gibi gitmeyi düşünüyoruz. Sadece şehir merkezinde konaklayacağımız Hotel Madeira (Funchal) dan rezervasyon yaptırdım ancak sormak istediğim şu sadece şehir merkezinde kalacak olmamız nedeniyle 1 gün kalmak yeterli mi yoksa 2 gün ayırmak mı doğru olur? Cevabınız için şimdiden teşekkür ederim.
Madeira adası ufak bir ada ama gezmek için çok fazla alternatife sahip. Bir araba kiralayıp adada dolaşmak, “Ponta de” São Lourenço’ya gidip yaklaşık 6-7kmlik o nefis yolu yürümek (ki oldukça zamanınızı alıyor), denizde yüzmek ve zamanınız olursa (biz gidemedik ama çok fazla önerilen) Porto Santo adasına gidip orada da yüzmek ve elbette teleferikle dağa çıkıp hem köyde, hem de botanik parkında dolaşmak benim aklıma gelen öneriler. Adananın en güzel yanı hem dağ, hem de deniz turizminin olması. Ve hava sıcaklığının tüm yıl yakın seyretmesi. Yazılarda bahsettiğim yerlerin hepsini öneririm gerçekten güzel ve gezilesi yerler. İyi tatiller…