2013’ün ilk aylarında, Oran Teknoloji olarak Avrupa Birliği’nin desteklediği bir proje kapsamında, Eylül ayında Portekiz’e gideceğimizi öğrendiğimde çok sevinmiştim. “Herhalde Lizbon olur” diye aklımdan geçirirken aslında gideceğimiz yerin Portekiz’e 1000, Fas’a 600 ve Kanarya Adalarına 400 km uzaklıkta ve Kuzey Atlas Okyanusunda bulunan, subtropik iklime sahip Madeira adası olduğunu duyunca oldukça şaşırmıştım. İşin garip yanı ise, bir arkadaşımın Portekizli arkadaşının, bu bilgiyi almamdan birkaç hafta önce Maderia’ya gitmemizi önermesi ve ben de ada ile ilgili oldukça araştırma yapmış olmamdı.
16 Eylül 2013, Pazartesi (Lizbon, Funchal)
(1 Dolar: 1,9963 TL – 1 Euro: 2,6665 TL)
Uzun Madeira yolculuğuna Pazartesi gecesi saat 23:59 İstanbul otobüsüyle başladık. Sabah 6:00’da İstanbul’a indiğimizde hava hala karanlıktı. Bir şeyler atıştırıp saat 10:55’deki Lizbon uçuşu için metro ile Atatürk Havalimanına gittik. Freeshopları gezerek ve pinekleyerek bolca zaman geçirdikten sonra uçağın 208 numaralı kapıdan kalkacağını öğrenip oraya doğru yöneldik. Uzun bir yürüyüşün ardından en uçtaki kapıya geldiğimizde bizi bir gariplik bekliyordu. Tüm kapılar üst kattayken sadece 208 bir alt katta yer alıyordu. Aşağıya inince kendimizi havaalanı dışında özel bir alanda gibi hissettik. Garipti…
10:55’de uçağa binip Lizbon’a doğru yola çıktık. Cam kenarında oturduğum için bolca etrafı izledim. Özellikle Mallorca adası nefis görünüyordu. Bunun dışında Valencia üzerinden geçerken Gençlerbirliği’nin 2003-04 sezonu UEFA Kupası 4. Turunda Valencia ile karşılaştığı Mestella’yı görmek enteresan bir duyguydu. Lizbon’a inerken de, aynı sezon 2. turda karşılaştığımız ve deplasmanda 3-0 yendiğimiz Sporting Lisbon’un Jose Alvalade stadını görmek duygularımı depreştirdi.
Lizbona indiğimizde saatimiz 13:50 idi ve Funchal uçağımıza 5 saat vardı. Bu yüzden metro ile Lizbon merkeze gidip yaklaşık 2 saatlik bir dolaşma planı hazırlamıştım. Fakat sadece bir polisin görevli olduğu ve nerdeyse herkesle konuştuğu için pasaport kontrolünde çok zaman kaybettik. Ardından Funchal uçağının Terminal 2’den kalktığını öğrenip, çantaları teslim etmek için oraya gidişimiz ve bir de orada beklememiz üzerine Lizbon’da dolaşma planımız başka bahara kaldı. Oysa uçaktan upuzun sarı kum plajları, köprüleri, meydanları ve yeşilliği ile Lizbon çok ilgi çekiciydi. Kesinlikle bir kere daha gelmeye karar verdim…
Yaklaşık 2 saat Terminal 2’de bekledikten sonra güvenlik kontrolü ve akabinde kısa bir freeshop gezintisi sırasında Portekiz’de zeytinyağının oldukça ünlü olduğunu gördüm. 18:50’de Funchal yolculuğumuz başladı. Atlantik’in üzerinde bol bulutlu bir havada 1 saat gittikten sonra adayı gördük. Adanın yanında dağlara oldukça yakın bir şekilde uçmak ve nereye ineceğimizi anlayamamak oldukça enteresandı. (Sonraları pistin denize doğru inşa edilen bir çıkıntı olduğunu öğrenecektik.) Böylece toplam 22 saat 10 dakikalık yolculuğun ardından Madeira’ya varmış olduk.
Havaalanının bagaj alma noktasına geldiğimizde yanları tahta ve hasırdan yapılmış ve koltuk olduğunu düşündüğüm bir şey gördüm. Arkasındaki posterde 100 yıldır turistlerin bunlarla gezdirildiğini okudum ama nasıl bir gezi yapıldığına dair kafamda hiçbir şey canlanmadı. (Cevap için birkaç gün daha beklemeliydim.)
Havaalanından çıktıktan sonra taksiye atlayıp, adet olduğu üzere taksiciyle futbol muhabbeti yapıp 29 euro da taksi ücreti ödeyerek Four View Baia’ya ulaştık. Funchal limanının biraz üstünde yer alan hotelin görüş açısı nefisti. Odaya çıkıp yerleştikten sonra Benfica – Anderlecht Şampiyonlar Ligi maçının son dakikalarını izleyip “Lizbon’da olsaydık giderdim!” diye içimden geçirdim.
Lobiye tekrar indiğimizde nete girip Galatasaray – Real Madrid maçının skoruna baktığımda kendimden geçtim. Çünkü Madrid maçı 6-1 kazanmıştı. Bizle beraber gelen Gürsel ve şirketten Hakan ile birkaç hafta önce girdiğim “Galatasaray gruptan 7 puandan fazla puan alamaz” iddiam gerçekleşmeye başlamıştı. İşin enteresan yanlarından biri ise, birkaç hafta önce Gürsel’e, “abi Ronaldo Madeira’lıymış. Biz de maç günü orada olacağız. Size şöyle 3-4 tane atarsa bayağı coşarız” sözlerimin gerçekleşmesiydi…
17 Eylül 2013, Salı (Funchal, Santa Cruz, Machico, Caniçal, Ponta de São Lourenço, Camara de Lobos)
Sabah 9 gibi kalkıp balkondan dağlara doğru baktığımda evler, düzgün yollar ve yemyeşil bir görüntü beni karşılıyordu. 9. katta asansör beklerken ise Funchal körfezini görüp hayran oldum.
Restoranın manzarası ise göz kamaştırıcıydı. Arkamızda hafif sisli dağ manzarası, karşımızda deniz ve yanımızda kale… (Birkaç gün sonra Kanarya Adaları ve Azorlara göre Madeira’nın en önemli özelliğinin hem ağaçlarla kaplı dağ turizmine, hem de deniz turizmine sahip olmak olduğunu öğrenecektim.)
Kahvaltıdaki en ilginç nokta, uzun süredir tadını ve kokusunu merak ettiğim Passion Fruit meyvesinin (tatlıya doğru) tatlı-ekşi ama lezzetli suyunu içmek ve yumurta, patates ürünlerinin yanında yer alan domates soslu, hafif tatlımsı kuru fasulye idi. Kahvaltıda kuru fasulye yemek enteresandı doğrusu. (Ki, bir süre sonra bunun aslında İngiliz kahvatısında yer alan bir yiyecek olduğunu öğrenecektim.)
Yemeğin ardından 50 Euro’ya kiraladığımız arabayı teslim alarak adanın doğusuna doğru yola koyulduk. İlk gördüğümüz benzinlikte durduğumuzda tıpkı Viyana’da olduğu gibi benzini kendimiz dolduruyorduk. Ama bir aksilik olmaması için kasiyerden rica ettik ve onun yardımıyla 20 Euro + 3 Euro vergi ile benzinimizi aldık.
Bir yandan Atlantik’i diğer yandan da yemyeşil dağları izleyerek 20 kilometre sonra ilk durağımız olan Santa Cruz’a vardık. Önce büyük çakıllı kumsala gidip denizi ve kumsalı izledik. Ardından, Karaburun, Foça tatilinde başladığım deniz camı koleksiyonum için hızlıca bir şeyler bulabilir miyim diye kumsalda dolaştım ama neredeyse hiç cam göremedim. “Herhalde burada kimse kumsalda şişe kırmıyor” diye düşündüm. Bunun yerine birkaç taş ve ilginç birkaç tuğla/fayans parçası buldum.
Ardından ortasında kocaman bir ağacın olduğu meydana gittik. Ağaç çok güzel görünüyordu. Onun hemen yanında bulunan hediyelik eşya dükkânlarına baktıktan sonra arabaya doğru giderken hale benzeyen bir bina gördük. İçeri girdiğimizde manavları görünce heyecanlandım. Sürekli sorular sorarak manavda çalışan çocuğu kastıktan ve bir adet (sonunun ne olacağından habersiz olarak) ilginç bir kabak reçeli aldım. İzzet ve Gürsel’in yanına gittiğimde uzun süredir tadını ve kokusunu merak ettiğim Passion Fruit (Portekizce: Maracujá) ve Maracujá Banana ile artık Türkiye’de kolayca bulunan Pepino aldıklarını gördüm.
Halden çıktıktan sonra Maracujá’yı kesmek için bir süre kastım ama başarısız olunca gidip bir bıçak isteyip meyveyi kestim. Çok güzel kokuyordu ve tadı tam benim istediğim gibi (ekşiye doğru) ekşi-tatlıydı.
Arabaya atlayıp yine sahil yolundan 6 kilometre gittikten sonra ikinci durağımız olan Machico’ya vardık. Meydanda kocaman bir kilisesi, burayı keşfeden Tristao Vaz Teixeira’nın heykeli ve çeşmesi (Igreja de Nossa Senhora da Conceição) bulunan Machico, Santa Cruz’a göre oldukça büyük olan bir kasaba idi.
Bir süre dolaştıktan sonra kumsala doğru indik. Bu yürüyüş sırasında sokaklardan birinin başında bulunan ve yarı yıkılmış olan bir evin tüm kapılarının farklı sanatçılar tarafından boyandığını görüp hayran kaldım. (Sonraki günler Funchal’da bu çalışmanın ayrıntıları öğrenecektim.)
Kıyıda denizden gelecek saldırılardan korunmak için yapılan tek katlı bir askeri yapı gördük. Kısa bir gezintinin ardından kumsala indik ve bir süre de orada zaman geçirdik.
Ardından meydana dönüp dükkânlardan birinde gördüğüm bir magnet ve (sonunun ne olacağından habersiz olarak) Madeira’nın en ünlü ürünlerinden biri olan Madeira Wine satın aldım. Parayı ödedikten sonra (gittiğim her ülkede, bulunduğum yıla ait herhangi bir madeni parayı biriktirdiğim için) aldığım Portekiz Eurolarının tarihlerine baktıktan sonra kasiyer kıza 2013 Portekiz Euro’su aradığımdan bahsettim. O da yaklaşık 5-10 dakika kasadaki tüm paralara tek tek bakma inceliğini gösterip büyük bir jest yaptı ama sonuç başarısız oldu. Çok çok teşekkür ettikten sonra arabaya atlayıp yola devam ettik.
8 kmlik bir yolculuğun ardından üçüncü durağımız olan Caniçal’a vardık. Fakat liman kasabası olduğu için durmamaya karar verdik ve yolumuza devam ettik. Bir süre sonra bir sürü araba ve tur otobüsünün park ettiği deniz kenarında bir yere ulaştık. Park edip kısa bir süre yürüdükten sonra buranın Ponta de São Lourenço ucu adı verilen, adanın en doğusunda yer alan ve volkanik katmanlı bir kayalık yürüyüş rotası olduğunu öğrendik.
Parkur yaklaşık 3 km idi. Başlamadan önce sağımızda bulunan ve bir sürü üst üste dizilmiş taşı görüp şaşırdık. (Bu notları yazarken de Madeira’lı arkadaşlara bunu sormayı unuttuğumu fark ettim.)
İki yanı iple çevrili ve kimi zaman tahta merdivenli olan, inişli çıkışlı yolda yürümeye başladık. Her kafamızı kaldırdığımızda ilerideki dağlarda/tepelerde insanları görüp “yolun devamı var şuna bakın” diye birbirimize haber veriyorduk. Yaklaşık 10 dakika yürüdükten sonra dalgaların vurduğu devasa bir kayalığa ulaştık. Koy şeklinde olan alana yukarıdan bakıyorduk ve tam karşımızda uzunca bir kaya duruyordu. Hayatımda gördüğüm en harika manzaralardan biriydi. Bu hissi en son Salzburg kalesinden Alplerin eteğindeki, olabildiğince yeşillerle kaplı nefis şehre bakarken hissetmiştim!
(“Takılıp kalınan büyüleyici manzaralar” listesini şuraya koyalım dursun: 1. Sant’Angelo Kalesi’nin (Castel Sant’Angelo) avlusundan Roma’nın muhteşem görüntüsü, 2. Budapeşte’deki elinde defneyaprağı tutan kadın heykelinin (Szabadság Szobor / Liberty Statue) de bulunduğu Gellert tepesinden (Türkçedeki adıyla Gürz Elyas bayırı) Tuna nehri ve Budapeşte’nin eşsiz görüntüsü, 3. Salzburg kalesinden Alplerin eteğindeki, olabildiğince yeşillerle kaplı nefis şehir manzarası, 4. Madeira’daki São Lourenço ucunda dalgaların çarptığı bol katmanlı devasa kayalıklar, 5. Samos Adasındaki Mikro Seitani Plajı’nın yeşil-mavi tonlardaki efsanevi görüntüsü, 6. Eski Mardin’de gördüğüm uçsuz bucaksız, bereket fışkıran, yemyeşil Mezopotamya manzarası.)
10 dakika kadar yürüdükten sonra bir başka koya geldik. Ama burada etkileyici olan kayalıktaki volkanik katmanların inanılmazlığı idi. Sanki fırça ile tek tek boyanmış gibiydi!
Buna benzer birkaç koya daha baktıktan ve oldukça zorlu bir tırmanışın ardından yolculuğun zirve noktasına geldik. Neredeyse Funchal’dan itibaren geldiğimiz kıyı şeridini görebiliyorduk. Çok güzeldi.
Yanımıza yiyecek hiçbir şey almayı akıl etmediğimiz için yolculuk sırasında Santa Cruz’da aldığımız tropik meyveler hayatımızı kurtardı. Ara ara yediğimiz meyvelerin kabuklarını bir torbada topluyorduk. Bir ara dinlendiğimiz yerde 2-3 tane ufak kertene görüp ufak bir parça meyve kabuğu attık. Bir anda 4-5 kertenkele oldu. Şaşkınlıkla onları izlerken elimizdekileri attıkça kertenkele sayısı artıyordu.
Dönüş yolunca ufacık bir kumsal gördüm. 3-4 kişi vardı. Bizimkilere söyleyip aşağıya indim. Şort ve ayakkabımı giyip suya girdim. Suyun sıcaklığı tam kararındaydı. Aynı zamanda az tuzlu ve çok temizdi. Çok fazla zamanımız olmadığından bir süre yüzdükten sonra çıktım ve yola devam edip yaklaşık 2 saatlik yolcuğumuza son verip arabaya atladık.
Funchal’a vardığımızda kurtlar gibi açtık. Merkezde kısa bir süre dolaştıktan sonra, bir ara sokakta gözümüze kestirdiğimiz ufak bir lokantaya oturduk.
Ben Kızarmış Muzlu Espada Fileto (Black scabbardfish) yedim. Gayet güzeldi. Balığın yanında bizim sürekli yediğimiz marul, soğan, zeytin, domates, salatalık ve patates kızartması gelmesi de ilginçti.
Yemekten sonra bir süre daha dolaştıktan sonra otele dönüp bir süre dinlendikten sonra şirkete göndermemiz gereken bir dosyayı hazırlamaya başladık. Gece 12 gibi yarın sabah arabayı teslim edeceğimizi düşünerek adanın batısına gitmeye karar verdik.
Yaklaşık 9 kilometre gittikten sonra Camara de Lobos’a ulaştık. Kıyıda bulunan barlar sokağına gidip biraz oturduk. Fakat ortalıkta çok az insan vardı.
Tekrar arabaya atlayıp 14 km sonra Ribeira Brava’ya vardık. Saat gece 1:30 idi ve ortalarda kimseler yoktu. Sahile inip laklak ederken 2 kişinin geldiğini gördük. Bir süre daha takıldıktan sonra arabaya atlayıp otelin yolunu tuttuk…
Madeira Adası Gezi Günlüğü – Bölüm 2′yi okumak için tıklayın…
Madeira Adası Gezi Günlüğü – Bölüm 3′ü okumak için tıklayın…
gezi notlarınızı keyifle okudum zira bende nisan sonunda bir haftaligina madera’ya gidiyorum, funchal, the vine hotelde olacağım..dört günlüğüne araba kiraladık ve adada sizin izlediğiniz yolu takip etmek icin notlar aldım
İyi tatiller, benim gittiğim en orjinal yerlerden biriydi Madeira seveceğinize eminim. Zamanınız olursa bizim gidemediğimiz ama yüzmek adına çok önerilen Porto Santo adasına da gidin bence 🙂
tavsiyeniz icin tsk ederim..en cok merak ettiğim “the most famous sea cliff, the Cabo Girão” 589m yükseklikte, cam bir platoda gezinip, ayaklarınızın altında sadece boşlugu hissetme duygusu…bu arada tüm gezi notlarınızı çıktı olarak aldım, bundan daha iyi bir rehber bulamam diye düşünüyorum ve umarım benden yayın hakki talep etmezsiniz 🙂
Bak bunu bilmiyordum 🙂 Ama bir benzeri Safranbolu’da (Tokatlı Kanyonu’nu tepeden gören Kristal Teras) vardı: http://www.mehmetalicetinkaya.com/2013/09/21-deplasmanim-ve-gordugum-22-stad-dr-necmettin-seyhoglu/
link icin tsk ederim, resimler harika, safranbolu’nun evlerini duymuştum ama bir kanyon ile modern bir kristal terasinin olduğunu bilmiyordum, turkiye gercektende gizli bir cennet..gezi listeme ekledim
İyi günler,bende buraya gitmek istiyorum.Bir arkadaşımı görmek için.Size 3.000TL yeterli midir ? buraya gitmek için otel,vize,uçak bileti vesaire ? Lüks şeyler aramıyorum.Arkadaşımı görmek için gitmek istiyorum.
Merhabalar;
Buna cevap vermek çok zor. Zira, nerede ve kaç gün kalacağınız, nerelere gideceksiniz, araba kiralayıp kiralamayacağınız, ne tarz yemekler yiyeceğiniz, hangi firmayla uçacağınız (ki ist – lizbon uçuşu bile başlı başına iyi rakam) ve hatta vizeye kendiniz mi yoksa bir aracı kurum ile mi başvuracağınıza göre rakamlar değişiklik gösterecektir.
İyi tatiller;
Teşekkür ederim.Vizeye kendim başvuru yapacağım.Araba kiralamıyacağım.Lüks bir tatil değil.Sadece 4 yada 5 gün kalacağım.
Ben sizin yerinizde olsaydim meydandan køylere giden belediye otobusleri var , 2 euroya 2 saat ve bircok køyu gezme imkani buluyorsunuz . Ben karadenizliyim kendimi bizim daglarda buldum . Dønus icin de birkac kilometre kadar yurudukten sonra ayni otobusle Funchal a geri dondum . Inanin oradaki 1 hafta icinde gecirdigim en guzel gundu .
Sıkışık zaman ve bilgisizlik diyelim dostum. Zamanla öğreniyor insan. Çok sağol bilgiler için. Umarım bir kere daha gidip göreceğim Madeira’yı.
Shengen vizesi yeterlimidir. Birde araba kiralar iken nelere dikkat etmek gerekiyor.
Ada Portekiz’e ait olduğu için Schengen vizesi yeterli oluyor.
Kalınan otellerde genelde araç acentaları oluyor. Onlara sorarak kolayca kiralaybilirsiniz.