Bahçeşehir Okulları Arena (Alanya Oba) Stadyumu’nun Ankara 19 Mayıs Stadyumu’na uzaklığı: 532 km.
2016-2017 sezonu fikstürü yayınlandıktan sonra, “hangi deplasmanlara gidebilirim” diye 7-8 maçlık bir liste oluşturmuştum. Fakat 20. Haftaya gelmemize rağmen, o ya da bu sebeplerden ötürü Konyaspor, Akhisar Belediyespor, Antalyaspor, Adanaspor ve ertelendiği için, bir umut “hala gidebilirim” dediğim Gaziantepspor maçlarına gidemedim. Alanyaspor maçına gitmek için ise Ömer Abimle sağlam adımlar atmaya başladık ve maçın oynanacağı haftanın ilk gününde uçak biletlerimizi alıp hem deplasmana gitmeyi, hem de kuzen Zeynep Abla ve ailesini görme planını garanti altına aldık.
Salı günü, Gençlerbirliği deplasman tribününden bilet alan ilk kişilerdik. Hemen abimi aradım ve “tribünde iki kişi olursak diye yolda birkaç gol sevinci çalışalım, her golde farklı bir gol sevinci yaparız” önerisinde bulundum. Gülmekle yetindi.
10 Şubat 2017, Cuma
Sabah 8’de evden çıkıp 8.30’da Abimle AŞTİ’de buluştuk ve otobüse binip Esenboğa’ya doğru yola koyulduk. Havaalanına yaklaştıkça sis artıyor ve görüş mesafesi azalıyordu.
Aklıma birkaç yıl önce Küre dağlarına gitmek için yola çıktığımız ama görüş mesafesinin 1-2 metreye düştüğü için karşıdan gelen arabaları dahi göremediğimiz gün geldi. Uçağa bindiğimizde de pistteki diğer uçakları güçlükle görebiliyorduk.
Sisten ötürü 5-10 dakika geç havalansak da tam zamanında Antalya’ya indik. Yolculuk sırasında en etkileyici şey, bulutlar üstüne çıkmayı başarmış dağların karlı zirveleriydi. Aklıma yıllar önce Milano’dan Madrid’e uçarken bulutların üstündeki zirvelerini gördüğüm efsanevi dağlar geldi.
Uçakta bir ara tuvalete gittiğimde, hem kapının iç, hem de dış tarafında açılabilir küllük olduğunu görüp şaşırdım. Çünkü uçakta sigara içilmesi 90’lı yıllardan bu yana yasaktı. Sigara yasağı konusunda nette bakınırken şu enteresan bilgiye de ulaştım; “Amerikan Federal Havacılık Dairesi tarafından konulan kurala göre uçağın herhangi bir bölümünde sigara içmek yasak olmasına rağmen tuvaletlerde küllük bulundurulması da zorunlu. Zira kuralları çiğnemek isteyen yolcular olabilir. Bu durum o kadar önemli ki uçakta bozulan ya da bir sebepten kullanım dışı olan bir küllüğün 10 gün içinde tamir edilmesi zorunluluğu bulunuyor.”
Havaalanından çıktığımızda hava sıcaklığı 15 derece civarındaydı. Montu çantada bırakıp polarla yolumuza devam ettik. Tramvaya binip şehir merkezine doğru ilerledik. Rahmi Abi bizi karşıladı ve eve geçtik. Apartmanın arka bahçesinde bulunan turunç ağacını portakal sanıp Rahmi Abiye neden toplamadıklarını sordum. Rahmi Abi turunç ağacı olduğunu söyleyip denemek isteyip istemediğimi sordu. Turuncun sadece kabuğunun reçel yapımında kullanıldığını ve meyvesinin acı olduğunu düşündüğüm için şaşkınlıkla “yeniyor mu?” diye sordum. “Biraz fazla ekşidir ama yenir” diye cevap verdi.
Aylin ve Zeynep Abla bizleri bekliyordu. Hoş beş muhabbetten sonra Zeynep Ablamın kurduğu masayı görüp kendimizden geçtik. Zeytinyağlılar, börek, yaprak sarmasını büyük bir mutlulukla mideye indirirken, Zeynep Abla, “bunlar başlangıç, akşam daha güzel yemekler var” deyince Abime dönüp “Konyaspor deplasmanına falan gideceğimiz zaman da gelelim, maça buradan geçeriz” dedim. Güldük.
Yemek sırasında turunç suyu da denedik. Fazlaca ekşiydi ama lezzetliydi. Birçok şekilde kullanabileceğini konuşurken, Zeynep Abla, bazı yemeklerde ve salatalarda kullandığını söyledi.
Yemekten sonra salona geçtik ama yemek faslı bitmemişti. Rahmi Abi nefis bir kahve hazırlarken Zeynep Abla, ayva tatlısı ve ful çikolatalı browni getiriyordu. Az sonra bol bol yürüyeceğimizi bildiğim için nefis tatlıları da büyük bir zevkle hüplettik.
Bir süre dinlendikten sonra arabaya atlayıp merkeze indik. Arabayı park ettikten sonra Karaalioğlu Parkın’dan yürüyüşümüze başladık. Doğma büyüme Antalyalı olan Rahmi Abi, çocukluğu ve gençliğinde yaşadıklarını da ekleyerek bizlere nefis bilgiler veriyor ve takdire şayan bir rehberliğe imzasını atıyordu. Mesela Karaalioğlu Parkı, Antalya’nın ilk parkıymış. Ecevit zamanında parka Karaoğlan denmeye başlanmış ve günümüzde hala birçok kişi tarafından bu isimle biliniyormuş.
Parkın içinden geçerek denize ulaştığımızda bulutların arasından güneşin denize vurduğunu görüyorduk.
Bugüne kadar sadece bir kez, o da yıllar yıllar önce, kaleiçine gelmiş ve bayılmıştım. Yönümüzü oraya çevirdiğimizde neden o kadar sevdiğimi anladım. Dar sokaklar, cumbalı evler göz kamaştırıcı görünüyorlardı.
Bir ara durduk ve Rahmi Abi selfie yapmak için telefonu eline aldı ve sadece bir poz çekti. “Abi film bitmesin diye gayet iyi yaptın” diye takıldığımda, her zaman sadece bir fotoğraf çektiğini öğrenip şaşırdım. Malum üçer beşer fotoğraf çekmeden kimse telefonu elinden bırakmıyordu.
Kaleiçinde dolaşırken gözümüze çarpan şeylerden biri de, kurumuş dallardan yapılmış oldukça başarılı heykellerdi. Adnan Ceylan imzası taşıyan eserler son derece etkileyiciydi.
Bahar havasında dolaşmaya devam ederken yolumuz limana açıldı. Gayet güzel görünüyordu.
Zeynep Ablamdan, limanın diğer tarafından bulunan ufak plajın, Mermerli, Antalya’nın ilk plajı olduğunu öğrendik.
Limandan kaleiçine doğru devam ederken İskele Cami’ni gördük. Altından kuyu suyu çıkan, altıgen biçiminde, tipik Selçuklu Kümbeti biçimindeki caminin ne zaman yapıldığı bilinmese de mimarisinden ötürü 12-13. yüzyıllar arasında yapıldığını düşünülüyormuş. Rahmi Abi küçükken arkadaşlarıyla buraya geldiklerini ve kuyudan su içtiklerini anlattı.
İskele Cami’nin yanından geçerek kalenin girişlerinden biri olan 40 Merdivene ulaştık. Ben fotoğraf çekerken Aylin, Abim ve Zeynep Abla basamakları sayıyorlardı. Sonunda 40’ı buldular mı anımsamıyorum ama herhalde bulmuşlardır çünkü bulmasalar geyiği dönerdi.
Kaleiçinin dar sokaklarında ilerlerken bir sürü nefis kapı gördüm. Aklıma Karaburun ve Pocitelj’de gördüklerim geldi.
Bir sonraki durağımız 1901 yılında, Sadrazam Küçük Sait Paşa tarafından II. Abdülhamit şerefine yaptırılmış olan Antalya Saat Kulesiydi.
13. yüzyıla ait bir Selçuklu eseri ve aynı zamanda Antalya’daki ilk İslam yapılarından biri olan Yivli Minare’nin içinde bizi bir sürpriz bekliyordu.
2010 yılında yapılan restorasyon çalışmaları sırasında zeminde Selçuklu dönemine ait su boruları bulunmuş ve cam bir koruma altına alınarak caminin içinde sergilenmesine karar verilmişti.
Kaleiçinden çıktıktan sonra 130 yılında Roma İmparatoru Hadrianus’un Antalya’yı ziyareti sırasında, ona hitaben yapılmış Hadrianus Kapısı’ndaydık (Üçkapılar). Bir hafta önce gittiğimiz Sagalasos antik kentinde bulunan ve Burdur müzesinde sergilenen, kral Hadrianus’un heykelinden ötürü bilgi sahibi olduğum için, “şimdi sıra bende” diyerek parmağımı kaldırdım ve Hadrianus hakkında ufak birkaç bilgi vermenin zevkini yaşadım. Hep Rahmi Abi puanları toplayacak değildi ya!
“Mermer Kapı”da nar suyu içip biraz nefeslendikten sonra yolculuğumuza, Rahmi Abi’nin “Kaleiçinde en sevdiğim yer” dediği, Hesapçı sokaktan yürümeye devam ettik.
Birbirini kesen dar sokaklar ve sağlı sollu cumbalı evler pek güzel görünüyorlardı.
Sokağın sonuna doğru Kesik Minare’yi gördük. Yapının hikâyesi pek ilginçti doğrusu buyurun; 2. yüzyılda Roma tapınağı olarak inşa edilen yapı, 7. yüzyılda Meryem Ana anısına Bizans kilisesine çevrilmiş. 7. Yüzyıldaki Arap-Bizans savaşları sırasında ağır yara almış ama 9. yüzyılda yeniden onarılmış. 13. yüzyılda Anadolu Selçuklular tarafından camiye çevrilip minare eklenmiş. 1361’de Kıbrıs Krallığı Antalya’yı fethedince yeniden kiliseye çevrilmiş. 15. yüzyılda Şehzade Korkut tarafından tekrar camiye çevrilen yapı, 1800 civarında geçirdiği yangın sonunda minaresi külahsız olarak kurtarıldığı için, “Kesik Minare” adını almış.
Yürüyüşümüz sonunda bir kafeye oturup dinlenmek için ilerlerken Rahmi Abi üzerinde iri dikenler bulunan bir ağaç gösterdi. Gerçekten garipti! Hemen Esra’ya fotoğrafını gönderdim ve “ne bu?” diye sordum. Cevap kısa ve netti: “Maymun Çıkmaz Ağacı (Araucaria Araucana).” Etrafta bilen birilerinin olması güzeldi.
Kahveleri içtikten ve biraz nefeslendikten sonra arabaya doğru adımlarken Rahmi Abi, temel kazarlarken kalıntı bulunduğu için yapımı durdurulan bir inşaatı işaret etti. Etraftaki tüm yapıların altında muhtemelen eski kalıntıların olduğunu düşünmek enteresan bir histi doğrusu.
Arabalara atladık ve ilk önce Antalyaspor’un yıkılmış olan eski stadının yerini gördük. Ardından da yeni stadı, Altın Portakal’ın düzenlendiği Antalya Kültür Merkezi ve Cam Piramit gibi birçok önemli yeri arabadan gördükten sonra son durak olarak 7 kilometre uzunluğundaki Konyaaltı plajına gittik.
Eve vardığımızda öğlen yediklerimizi eritmiş olduğumuzu düşünerek iştahla Zeynep Ablanın yaptığı nefis akşam yemeklerini yiyip bol bol muhabbet ettik ve günü tamamladık.
11 Şubat 2017, Cumartesi
Dün hayretle, Antalya ile Alanya arasının 120 km olduğunu ve otobüsle 2,5-3 saat sürdüğünü öğrenince sabah 9.30’a bilet almıştık. Ona yetişmek için 8’de uyanıp bu sefer de Zeynep Ablanın, Antalya’dan önce uzunca bir süre Kastamonu’da yaşadıkları ve geçen hafta orada olup sevdikleri yiyeceklerle Antalya’ya döndükleri için, “Kastamonu izleri” taşıyan nefis ötesi kahvaltısını mideye indirdik ve yola koyulduk.
Dolmuş kıvamındaki otobüsümüz neredeyse her el kaldırana durduğu için Alanya’ya vardığımızda saatlerimiz 12.15’i gösteriyordu. Yolculuğun en kritik anı, benzinlikte otobüsten inen muavine, bir arabanın şükür sadece, dikiz aynasıyla çarpmasıydı. Bir adım daha attıktan sonra araba çarpmış olsaydı bu yazının konusu tamamen değişirdi. Verilmiş sadakası varmış, ufak bir kol incinmesiyle atlattı.
Alanya’ya girerken gördüğümüz bir kamyonun arkasında yazan, “bize ayar olan çok ama frekansı yakalayan yok” yazısı Abimle bir müddet gülümsememizi sağladı.
Otobüsten indiğimizde hava sıcaklığı 18’i gösteriyordu. İlk iş olarak sahile indik ve bir süre yürüdük. Artık üzerimizdeki polar da çok geliyordu.
Maça yarım saat kala taksiye atladık ve taksiciyle Alanyaspor muhabbeti yaparak dağın eteklerinde bulunan Oba stadyumuna doğru ilerledik. Dağı tırmandıkça araba trafiği arttığı için yavaş yavaş ilerliyorduk.
Sonunda misafir tribünün önüne vardık. Taksiden inerken bizi gören Alanyaspor’lu taraftarlar “hoş geldiniz” diyerek bizlere büyük bir nezaket gösteriyorlardı, bizler de teşekkür edip, “hak eden kazansın” dedik. “Hoş geldiniz” aklıma doğrudan Samsun deplasmanını getiriyordu ama aslında neredeyse tüm deplasmanlarda “hoş geldiniz”lerle karşılanıyorduk.
10.842 kişilik tek katlı “kutu” gibi stadyumun en enteresan özelliği ziyaretçi tribününün file, tel ya da cam ile çevrilmemiş olmasıydı. Kısacası ziyaretçi tribünü kale arkasındaki ev sahibi tribünleri ile aynı konfora sahipti.
Maçtan önce ve sonra Alanyaspor taraftarları, “İlhan Cavcav ölmedi kalbimizde yaşıyor” tezahüratlarıyla Gençlerbirliği kulübüne ve taraftarlarına güzel bir jest yaptılar.
Nevzat, Onur ve Kubilay Abiler de maç için sabah İstanbul’dan yola çıkıp Alanya’ya gelmişlerdi. Stadyuma giderken onların VIP tribününde olacağını öğrendik ve çıkışta buluşmak üzere anlaştık.
Devre arasında Ahmet Çalık, İrfan Can Kahveci ve Stancu’nun satılması ve özellikle defansta Ahmet’in yerini dolduracağını düşündüğümüz Ante’nin sözleşmesinin karşılıklı fesih edilmesinden ötürü Gençlerbirliği ligin ikinci yarısına felaket bir giriş yaptı. Önce Kasımpaşa’ya 3-0 yenildi, Osmanlıspor’la 1-1 berabere kaldı ve Kayserispor’a 3-2 yenilerek Türkiye Kupası’ndan elendi. Buna karşılık ligde oynadığı son 5 maçta sadece 1 puan toplayan Alanyaspor, yeni hocası Safet Susic ile ilk maçına çıkıyordu.
İrfan’ın gidişinden sonra gol yollarında pozisyon üretebilecek sadece Serdar Gürler ve Aydın Karabulut kalmıştı ama teknik direktör Ümit Özat, Aydın’ı ilk 18’e bile almayarak pozisyon üretme şansımızı %50 düşürmüştü. Öyle de oldu. Maç başlar başlamaz özellikle Uğur Çifçi’nin kanadından akın akın gelen Alanyasporlular tehlike yaratmaya başladılar ki, daha 6. dakikada 1-0 öne geçmeyi başardılar. Golden sonra Gençlerbirliği’nin hareketleneceğini düşünüyorduk ama ne bireysel olarak, ne de takım halinde Kırmızı-Siyahlılar en ufak bir pozisyon dahi yaratamadılar. Devre biterken Alanya’nın skoru 2-0 yapması da iyice morallerimizi bozmaya yetmişti.
Maçın 30. dakikası civarında 50’lerinde bir çift ve 20’lerinde oğulları tribüne giriş yaptılar. Devre arasında, oğulları Cuma günü çalıştığı için Ankara’dan gece 3 yerine 4’te yola çıktıklarını ve maça yetişemediklerini, Ankara’da maçlara geldiklerini ve zaman buldukça deplasmanlara gittiklerini öğrenecektim. Teyzenin gittiği deplasmanlardaki stadyumları ve takımları tartması ise inanılmaz hoşuma gitti!
Bir umut izlemeye başladığımız ikinci yarının daha 4. dakikasında farkın 3’e çıkması ile içimizdeki en ufak umut kırıntılar da yok olup gitti. Muriqi’nin son dakikada üst direkten dönen kafa vuruşu hariç takım 90 dakik boyunca çok ama çok kötü futbol oynadı ve sahada 3-0 yenilgiyle ayrıldı.
Devre arasında Alanyaspor’a giden Landel’in maç sonu doğrudan tribüne gelip formasını taraftarlardan birine vermesi maçın herhalde tek güzel anıydı.
Alanyaspor taraftarlarıyla atkı değiştirerek ve görevli jandarmalarla muhabbet ederek kapıların açılmasını bekledik. Süper Lig’deki takımlar arasında jandarmanın görevli olduğu tek stadyumun burası olduğunu öğrendik. Zira diğer tüm stadyumlarda polisler görevliydi.
Maçın başında sivil güvenlik görevlisinin bize işaret edip, “bir şey olursa sahaya atlamazsınız değil mi?” diye sorması ve benim de, “bir şey olmaz rahat ol” dedikten sonra rahatlayıp, “atlamanıza gerek yok zaten burada kapı var ben açarım” diyerek gülümsemesi günün en ilginç anıydı.
Stadyumdan ayrıldıktan sonra Onur, Nevzat ve Kubilay Abiyle buluştuk. Normalde son derece pozitif olan üçlü hem oynanan oyundan, hem teknik direktörden hem de Cavcav sonrası kulübün “başsız” halinden son derece mutsuzdular. Beraber Bülent’in bulunduğu Öztürk Kolcuoğlu’na gittik ve bir yandan bir şeyler atıştırıp, uzun uzun “ne olacak bu takımın hali?” sorusuna cevap aradık. Bu sırada Ümit Özat’ın maç sonrası yaptığı açıklamalarla, takımda top yapan 2 oyuncu olan Serdar ve Aydın’a savaş açtığını öğrenince iyice morallerimiz bozuldu. “Hayırlısı” demekten başka elden bir şey gelmiyordu.
Deplasmanın en güzel yanı ise lokantada Şehir Serisi‘ne ait Antalya bardağını bulmamdı!
Yemekten sonra arabaya atladık ve önce Atatürk Havalimanına gidip İstanbul tayfasıyla vedalaştık ardından da tramvayla merkeze ve akabinde Zeynep Ablamlara gittik. Alışıldığı üzere, çay, kahve eşliğinde tatlıları hüplettik, bol bol muhabbet ettik ve geceyi tamamladık.
12 Şubat 2017, Pazar
Pazar sabahı 7’de uyanıp, güzel bir kahvaltı ve hoş sohbetle güne başladık. Zeynep Ablaya her şey için teşekkür edip arabaya atladık ve havaalanına gittik. Rahmi Abiye de teşekkür edip uçağın yolunu tuttuk.
Önce İstanbul’a;
oradan da Ankara’ya uçarak evimize ulaştığımızda, “3 puan için gittik, 3 golle döndük” diye düşünüyordum.
Ama her şey bir yana, ilk kez bilen birileriyle Antalya’yı dolaşmak herhalde bu deplasmanın en güzel yanıydı. Nicelerine diyelim…
Kişisel deplasman karnesi: 27maç, 5g, 9b, 13m, 24ga, 41gy.
Deplasman sonrası oluşan “yıldızlı” Türkiye haritasını da şuraya koyalım, dursun…
Video anı;
Dip not: Bu maçtan önce gördüğüm 28 stadyum sırasıyla şöyle: Ankara 19 Mayıs, Cebeci İnönü, Mudanya İlçe, Beşiktaş İnönü, Sakarya Atatürk, Yenikent ASAŞ, Bursa Atatürk, San Siro / Giuseppe Meazza, Santigao Bernabeu “Maç yoktu. Stat turu ile gezdim”, Konya Atatürk, Eskişehir Atatürk, 5 Ocak, Ali Sami Yen, Samsun 19 Mayıs, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu, 19 Eylül, İstanbul Atatürk Olimpiyat, Recep Tayyip Erdoğan, Kadir Has, Türk Telekom Arena, Hüseyin Avni Aker, Dr. Necmettin Şeyhoğlu, De Grolsch Veste, Başakşehir Fatih Terim, Çaykur Didi, Mersin Arena, Gamle Ullevi.
“Siteye Kayıtlı” Bir Sonraki Deplasman Anım: “28. Deplasmanım ve Gördüğüm 30. Stad: Vodafone Arena (445 km)”
“Siteye Kayıtlı” Bir Önceki Deplasman Anım: “26. Deplasmanım ve 3. Kez Yenikent ASAŞ “Osmanlı” (33,4 km)“