13 Temmuz 2015, Pazartesi (Mostar, Pocitelj, Kravice, Blagay)
Kahvaltının ardından arabaya atlayıp, yine Neretva nehrini yanından yol alarak, Mostar’a 29 km uzaklıktaki, UNESCO’nun Kültür Mirası listesinde yer alan, taştan Osmanlı sınır kenti, Počitelj’e (Pöçiteli) vardığımızda, arabanın hava sıcaklığı göstergesinde 43 dereceyi okuyorduk. Güneş tam tepemizdeydi ve kenti dolaşmak için tırmanmalıydık!
1463-1471 arasında Macar garnizonu olan ve 1471’de kısa bir kuşatmanın ardından 1878’e kadar Osmanlı’nın eline geçen kentte, her şeyin taştan olması oldukça enteresan ve güzeldi.
İlk hedef olarak, en yüksekte gördüğümüz Gavrankapetan Kulesi’ne (Gavrabkapetanova Kula / Gavrankapetan’s Tower) doğru yol almaya başladık.
Bu arada hamam ve caminin yanından geçiyorduk.
Hava oldukça sıcak olduğu için neredeyse her gölge bulduğumuzda durup nefesleniyor sonra kaldığımız yerden tırmanıyorduk.
Kulenin merdivenleri oldukça dar ve tavanı basıktı. Özellikle inerken eğilmek gerekiyordu.
Ama kentin ve nehrin manzarası görülmeye değerdi.
Birkaç fotoğraf çekindikten sonra çaprazımızda yer alan cam terasa doğru yürümeye başladık.
Bu arada ev kapıları ve balkonda oturan insanları görmek nedense garip geliyordu. (Ama en tepeye çıktığımızda aslında bu evlere ulaşan bir yol olduğunu görecektik.)
Koyu mavi renkteki erikler nefis görünüyordu ve üç-beş tane yemeden edemedik.
Cam terasa ulaştığımızda kapının kilitli olduğu gördük. Biz de o açıdan kentin birkaç fotoğrafını çektik.
O kadar taş ve ağaç arasında, bahçesi çim olan bir ev görmek oldukça enteresan geliyordu ama çok güzel görünüyordu.
Taş kentteki bir sonraki durağımız Saat Kulesi’ydi (Sahat Kula / Clock Tower).
Son olarak caminin bahçesinde yer alan kırılmış eski yapı parçalarına göz geçirdik ve arabaya doğru yola çıktık. Göstergede 46 derece yazıyordu!
Pöçiteli’den sonraki durağımız, pansiyondaki arkadaşın önerdiği Kravice Şelaleleriydi (Vodopad Kravice). Arabaya atlayıp Sygic’e adresi yazdığımda uygulamanın bir türlü yön göstermediğini fark ettim. (Sonrasında programın Bosna’nın güneyinde neredeyse hiç çalışmadığını tecrübe edinecektim.)
Bizde tabelaları takip etmeye karar verdik. Ama bir süre Kravice ile ilgili hiçbir işarete rastlayamayınca, bir benzinlikte durduk. İçeri girip Kravice’yi sorduğumda bana, yanlış yolda olduğumuzu ve 3 km geriye doğru gidip, ardıdan sola dönmemiz gerektiğini söylediler. Teşekkür ettim ve “iyi ki sormuşuz” diyerek tekrar yola koyulduk. (Ki bir gün sonra yine aynı benzinliğe geleceğimizin ve bu sefer daha ciddi bir sorunumuzda hayatımızı kurtaracaklarının henüz farkında değildik.)
Neretva’nın üstünden geçtikten sonra tabelaları takip ettik ve sonunda şelalelerdeydik. Bugüne kadar gördüğüm en orijinal yerlerden biriydi.
Ağaçların arasından şiddetle sular akıyordu ve işin güzel yanı abartı derecede soğuk olmayan suda yüzülebiliyordu.
İnsanlar ya yüzüyorlar, ya yükseklere çıkıp suya atlıyorlar ya da şelalelerin arkasındaki alanlardan geçerek gizli yerler keşfetmeye çalışıyorlardı.
Biz de şelalelerin arkasından geçtik. Hızlı akan suyun oluşturduğu hava akımı sudan daha fazla üşütüyordu.
Bir süre yüzdükten ve ardından dinlendikten sonra, Sygic çalışmadığı için tabelaları takip ederek son durağımız olan, 41,5 km uzaklıktaki Blagay Alperenler Tekkesi’ne (Blagaj Tekija) doğru yola koyulduk.
15.yy’da Alperenler (dervişler) tarafından kurulan tekke, tarihinde Kadiri, Rufai, Halveti ve Nakşibendi tarikatlarına ev sahipliği yapmış.
Sarı Saltuk ve Şeyh Açıkbaş türbeleri, ibadet odaları, misafirhaneler, mutfak, hamamlık, iç avlu ve abdesthane bölümlerinden oluşan tekke Neretva nehrini dağdan besleyen bir noktada yer alıyor.
Tekke’nin üst katında Osmanlı evlerde bolca rastlanan cumba yer alıyor.
Bir süre dolaştıktan sonra buraya gelen herkese önerildiği gibi, alabalık yemek için bir lokantaya oturduk. Izgara balık, bugüne kadar yediğim en leziz alabalıktı. Peynir ve et tabağı da gayet lezzetliydi.
Dönüş yolunda gördüğümüz ve üzerinde 1913 yazan taş ev, çok güzeldi.
Pansiyona geri döndüğümüzde, Neretva nehrinin kenarında biraz dinlendik. Ayağımı sarkıttığım soğuk suda uzun süre ayağımı tutamıyordum.
Akşam birçok kişiye Buredzik (küçük mantı börek) ve Smokvara’yı (incir tatlısı) sorduk ve sadece bir yerde olabileceğini öğrendik. Fakat gariptir ki uzun uzun araştırsak ve sorsak da bir türlü mekanı bulamadık ve başka bir şeyler yedik.
Dönüş yolunda şansımızı tatlı yönünde kullanmaya karar verdik ve sonunda, tam köprünün ayağında yer alan bir dondurmacıda incir tatlısını bulup denedik ve bayıldık. Çünkü hem hafifti hem de çok lezzetliydi. (Bu yazıları hazırlarken youtube’da, savaş yıllarında Mostar köprüsünün yıkılmadan önceki son görüntülerini izledim. Onlardan birinde iki kişi köprünün üstünde koşuyordu ve tatlıyı yediğimiz yerden geçiyorlardı. Duvarları kurşun izleriyle dolu, yıkık dökük bir haldeydi. Tüylerim diken diken oldu!)
Akşamüstü köprüyü en güzel gördüğümüz yere gittik ve bir süre oturup, nefis manzaranın tadını çıkarttık.
14 Temmuz 2015, Salı (Mostar)
Sabah 8.30 gibi Mostar’a veda etmeden önce, son bir kez dolaşmak ve yiyecek bir şeyler almak için köprüden geçerken, üzerinde “93’ü unutma” yazan bu taşı fark ettim. Kapının ardındaki yer, dün akşam incir tatlısı yediğimiz ve oturduğumuz yerdi.
Dün akşam Buredzikleri, Karagöz Mehmed Bey Camii’nin (Karađozbegova Džamija / Karagöz Bey Mosque, 1554 veya 1557) yanında olduğu söylenen bir lokantada bulmaya çalışmıştık ama başarılı olamamıştık.
Dönüş yolunda, köprüden karşıya geçip pansiyondaki arkadaşın önerdiği fırını buldum ve Boşnak böreği aldım. Duvarları FK Velež Mostar’ın amblemleriyle dolu olan fırında bakınırken bir tepside Buredzik gördüm ve aldım. Karadağ’a doğru giderken börekleri yedik ama hala en iyi börek Konjic’tekiydi. Üzerindeki sarımsaklı yoğurttan ötürü, ilk denediğimizde ağır gelen Buredzik ise, Herceg-Novi’deki plajda daha bir lezzetli geldi.
Mehmet Ali bey,
Bu emeğe teşekkür etmeden geçemiyorum.
Çok teşekkürler
Yazıların bir işe yaramış olmasından ötürü mutlu ettiniz beni. Çok teşekkürler…