İstanbul Gezi Günlüğü (2023) – Bölüm 1

İstanbul’a ilk kez 1997’de gitmiştim. Ömer Abim, Haliç’i temizleyen şirkette çalışıyordu ve Zeynep Ablam ile eşi Rahmi Abi de İstanbul’da yaşıyorlardı. Ben de onlarda kalıyor ve Rahmi Abinin her akşam çizdiği gezi planlarını bir sonraki gün uyguluyordum.

Bu sayede Beşiktaş’tan Ortaköy’e, Kadıköy’den Eminönü’ne, Galata’dan Taksim’e, Bebek’ten Bakırköy’e, Topkapı Sarayı’ndan Yerebatan Sarnıç’ına, Mısır Çarşısı’ndan Kapalı Çarşı’ya kısacası salına salına sinsice boğaz kenarlarında nefis yerlerde dolaşıyordum.

Bu gezi sayesinde dünyanın en önemli şehirlerinden biri olan İstanbul’un tadını gerçekten çıkartmıştım. Sonraları iş için, gezi için, konser için, deplasman maçları için derken defalarca şehre tekrar tekrar uğradım.

İlk gezinin üstünden 26 yıl geçtikten sonra bu sefer yakın arkadaşlarımız Esma ve Melih’de kalıp şehrin “tadını çıkartmak” için Cansın‘la düştük yollara.

10 Ekim 2023, Salı

Sabah 6.30’da başladığımız yolculuğumuzun en önemli noktası, ilk kez Kuzey Marmara Otoyolunu kullanmamızdı. 140 km hız limitinin olduğu otoyoldaki sakinlik yolculuğumuzun keyfini de arttımıştı.

Saat 11’de Esmayla kahvaltıdaydık. Karnımızı doyurup bir süre laklak ettikten sonra “yolcu yolunda gerek” diyerek sokağa çıktık. Arabamız vardı ama merkezi yerlere gideceğimiz için, trafik ve park yeri bulma telaşını düşününce, toplu taşıma kullanmak daha mantıklıydı.

Metroyla Kadıköy’e geçtik, ardından da vapurla Beşiktaş’a. Oldukça bulutlu havada yaptğımız deniz yolculuğu sırasında şahit olduğumuz ışık hüzmeleri ve boğazın kıyılarındaki tarihi yapılar gerçekten muhteşem görünüyorlardı.

İstanbul’da yapılacak en güzel şeylerden biri olan vapur yolculuğunun ardından bir diğerine yani Beşiktaş’tan Ortaköy’e doğru “salına salına gizlice” yürümeye koyulduk.

Yoğun muhabbet eşiğindeki yürüyüşümüz sırasında Ortaköy’e ulamıştık. Burayı benim için özel kılan şeylerden biri, defalarca geldiğim ama bence yerden tavana camları, ışıklı ortamı ve ayaktayken görülen boğaz manzarasıyla dünyanın en güzel camisi olan Büyük Mecidiye Camii ya da yaygın adıyla Ortaköy Cami’ydi.

Hem Cansın, hem de Esma buraya ilk kez geliyorlardı. İç mimar olan Esma’nın yapı ile ilgili daha önce fark etmediğim şeylerden bahsetmesi de oldukça güzeldi doğrusu.

Sultan Abdülmecid tarafından Ermeni asıllı Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmış olan Neobarok tarzındaki caminin içindeki motifler de oldukça sradışı ve güzeldi.

Adettendir diyerek maps’de en çok puanı olan satıcıdan, Ortaköy klasiğidir diyerek, birer kumpir aldık ama patatesler o kadar kötüydü ki pişman olup, “dönemseldir herhalde” diyerek bir süre kendimizi avuttuk!

Aslında bu sıkışık zamanda günün ikinci planı Dolmabahçe sarayını gezmekti ama sarayın saat 4’te, niye dört hala anlamış değilim, kapandığını öğrenip planı başka güne erteledik.

Bu sefer vapura Ortaköy’den binip Kadıköy’e döndük. Bir mekâna oturduk ve Melih’in de eklenmesiyle günü keyifli bir şekilde sonlandırdık.

11 Ekim 2023, Çarşamba

Kahvaltının ardından çalışmakta olan Esma’yı evde bırakıp Cansın’la arabaya atlayıp Küçüksu Kasrı’na (eski adı: Göksu Kasrı) sürdük. Bahar havasında sahil şeridinde sürmek oldukça keyifliydi.

Park yeri sorunu nedeniyle Melih’ten hemen Kasrı’n yakınlarında yer alan belediyeye ait İspark’a arabayı brakıp, güzel bir parkın içinden yapıya doğru yürümeye başladık.

Sultan Abdülmecid tarafından Nigoğos Balyan’a yaptırılan ve 1856 yılında tamamlanan kasır gerçekten büyüleyici bir ihtişama sahipti. Bir önceki gün dolaştığımız ve “en sevdiğim cami” dediğim Ortaköy Camii’nin mimarın da Nigoğos Balyan ve babası olduğunu not düşmekte fayda var!

Müzekartla biletlerimizi aldık ve malikânenin içini dolaşmaya başladık.

Mobilyalar, ihtişamlı tavan süslemeleri ve elbette deniz manzaralı pencereler oldukça etkileyiciydi.

İç gezinin ardından dışarı çıktık ve bir yandan boğazı, bir yandan da yapının ince ayrıntılarını keserek bahçede dolaşmaya koyulduk.

Sadece hünkârların malı sayılıp, sarayların haricinde inşa edilen, köşkten büyük binalara kasır deniyor ve padişahların dinlenmeleri için vakit geçirdikleri yerler olarak tanımlanıyorlar.

Küçüksu Kasrı padişahların, Boğaziçi kıyılarındaki biniş kasırlarından biriymiş.

Kasrın nefis işlemeli demir bahçe kapıları, binanın merdivenleri ve nefis motiflerle süslenmiş dış yüzeyi içinden daha etkileyiciydi. Dış süslemeleri çok güzel olan her yapıyı gördüğümde aklıma gelen muhteşem Milano Katedrali (Duamo) bir kere daha hafızalarımda canlanıyordu.

Kasır’dan çıktıktan sonra daha önce gitmediğim bir başka yer olan Anadolu Hisarı Müzesi’ne geçtik.

Anadolu Hisarı, Anadolu Hisarı Kalesi veya diğer adıyla Güzelce Hisarı, İstanbul’un Beykoz ilçesinin Anadoluhisarı semtinde, Göksu Deresi’nin İstanbul Boğazı’na döküldüğü yerde yer alan Osmanlı kalesi 1395 yılında tamamlanmış.

Hisarın kulelerinden birine tırmanıp güzel havada boğaz manzarasını seyre koyulduk.

Bir kere daha İstanbul’un gerçekten çok güzel ve özel bir şehir olduğunu düşünüyordum.

Hisardan çıktıktan sonra arabaya atlayıp Kadıköy’e gittik. Artık Cansınla bir İstanbul klasiğimiz olan Çiya’ya oturup kadınbudu köfte, felafel, yaprak sarma, patlıcan dolması, muammara, yoğurtlu köz patlıcan, sütlü biber üstü etli bamya alıp afiyetle karınlarımızı şenlendirdik.

Ardından Kadıköy’de dolaşmaya başladık ve bir dükkândan melek koleksiyonumuz için, bugüne kadar aldığımız en büyük meleği satın aldık. Meleklere aldığımız yerin adını koyduğumuz için artık “İstanbul” da melek koleksiyonumuzun yeni üyesiydi.

Akşamüstü Özlem, Hakan ve Barış’lardaydık. Bol bol muhabbet edip oldukça keyifli bir şekilde ikinci günümüze de noktayı koyduk.

İstanbul Gezi Günlüğü (2023) – Bölüm 2’yi okumak için tıklayın…

İstanbul Gezi Günlüğü (2023) – Bölüm 3’ü okumak için tıklayın…

İstanbul Gezi Günlüğü (2023) – Bölüm 4’ü okumak için tıklayın…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.