21 Eylül 2021, Salı (Lviv)
Sabah 6.26’da Lviv Tren İstasyonu’ndaydık. Airbnb’den kiraladığımız evin anahtarını 11:30’da alacağımız için 5 saatimiz vardı ve hava soğuktu. Bu yüzden önce yakınlardaki mekânları dolaşıp bir şeyler yemeye karar verdik. Genelde ev yemekleri yapan yerler vardı ama gözümüze pek güzel görünmediler, bu yüzden de ufak bir kahve dükkânında karar kıldık. En büyük handikabımız içeride yer olmadığı için sosisli ve kahve alıp dışarıya oturmak oldu. Haliyle bir süre sonra üşümeye başladık ve yiyeceklerimiz bitirir bitirmez Uber’e atlayıp kiraladığımız yerin hemen yakınında bulunan ve gitme listemizde yer alan Cukor’a gittik.
Fakat 8’de açıyordu! Bu nedenle hemen yanında yer alan ve içeride çalışan birilerini gördüğümüz bir kahve dükkanı olan Black Honey’e girip “açık mısınız?” diye sordum. “8’de” yanıtını alınca dışarısı soğuk olduğu için içeride bekleyip bekleyemeyeceğimizi sordum. Olumlu cevabı alınca içeriye kurulduk, sıcak bir bitki çayı söyledik ve Cansın’la uzun uzun laklak ettik.
Saat 10:30’da Cukor’a geçtik ve online menüden hamburger seçip sipariş ettik. Fakat Cukor’un aslında Black, Red, Epic Cheeseburger, Teddy gibi 5 farklı konsept içeren lokanta olduğunu, şu an bulunduğumuz yerin ise Black olduğunu öğrendik. Kısacası denemek istediğimiz ne pancake, ne de hamburger burada yoktu. Bu yüzden 11.30’a yaklaştığımız için önce eve yerleşip ardından yemek yemeye karar verdik.
Kalacağımız yer, sanırım ilk kez Viyana’da gördüğüm gibi dışarıdan ön yüzeyi görünen birçok binanın ortak bir avluya açıldığı binalardan birinin en üst katındaydı. Önce dış binanın yanında yer alan bir kapıdan avluya girdik, ardından da hiç İngilizce bilmeyen bir kadın çalışanla buluştuk, sonra da odamıza yerleştik. Evin sahibi olan kadın girişimci oldukça eski bir bina olmasına rağmen en üst kısmı muhtemelen satın alıp stüdyo dairelere bölmüş ve oldukça modern bir şekilde içlerine dekore edip Airbnb ve Booking’de kiralamaya başlamış. O yüzden dökük bir avlu ve genel olarak dökük bir bina olmasına rağmen bizim kaldığımız yerler çok güzeldi.
İçeriyi beğenmemize rağmen sabahtan beri üşüdüğümüz için ve tüm gece boyunca havalanması için pencere açık olduğundan içerisi buz gibiydi. İçeride ısıtıcı da yoktu ve kalorifer de yanmıyordu. Bu yüzden biraz telaşlanmıştım fakat ev sahibine yazınca durumu anlattı ve ısınacağını söyledi. Gerçekten de içeride bir şey yanmamasına rağmen pencereleri kapatınca içerisi gayet iyi oldu biz de derin bir oh çektik. Yoksa 5 gece burada üşüyerek geçirilmezdi!
Eve yerleşip duş aldıktan ve biraz dinlendikten sonra aklımıza yerleşen hamburgeri yemek için Epic Cheeseburger’e doğru yürümeye başladık.
Eski ve ihtişamlı binalar, heykeller, çeşmeler, arnavut kaldırımı taş sokaklar, geniş meydanlar, işlemeli ve nefis motifli ya da heykelli balkonlar, hiç bozulmamış yapılar derken sanki kendimizi 17 ya da 18. Yy’a ışınlanmış gibi hissediyorduk. Elbette aklıma doğrudan Brugge geliyordu. Temelde burası hiç bozulmamış bir 17-18. Yy kasabası olsa da, Brugge hiç bozulmamış bir ortaçağ kasabasıydı elbette ama burada zaman geçirdikçe çikolata gibi ya da zamanda yolculuk yapılan bir film setindeymiş gibi birçok benzerlik bulacaktık.
Epic’de kıtır jambonlu ve etli hamburger (epic cheeseburger) sipariş ettik. Eritilmiş çedar soslu patates kızartmasıyla birlikte servis edilen hamburger tek kelimeyle efsaneviydi. Çedar sosuna batırarak patates kızartması yemek de ayrıca nefisti. Beyaz birayla birlikte 31 grivna ödedik ve tekrar gelinecek listesine ekleyip şehri dolaşmaya başladık.
Yemeğin ardından sokakları arşınlamaya başladık. Lviv gerçekten çok özel bir “kasabaydı”. Kasaba siluetinin hiç bozulmamış olması gerçekten de farklı bir yüz yılda dolaştığınız hissi veriyordu.
Bir gün önce Kiev’de yüksek fiyatlar yüzünden bere almaktan vazgeçmiştim. Cansın da kendi “ressam beresini” bana ödünç vermişti. Ben de onu takıp dolanıyordum. Bir ara Cansın karşıya geçip beni videoya kaydetmeye başladı. Ben de yavaş yavaş geriye doğru yürüyordum. Videoyu tersten oynatınca herkese ters hareket ederken ben normal olacaktım! Plan buydu. Biz bunu denerken elinde eski bir kamera olan bir kadın yaklaşıp Cansın’a bir şey verdi. Yanına geldiğimde kadın benim fotoğrafımı çekmiş ve bir eski gazete sayfasının uygun bir yerine basmıştı. Kısacası “Leopolis Times”a haber olmuştum. (Gülen Surat)
Sonrasında bir başka meydanda da Cansın’la beni çektiler ve aynı şekilde gazete sayfamızı ilettiler. Bunun için sizden para istememeleri, insanda zorla para verme isteği uyandırıyordu. Gönlümüzden kopanı verdik elbet.
Old townda dolaştığımız sürece özellikle kadınların beni kesip durduğunu fark edince Cansınla birbirimize baktık. Kafamdaki berenin kırmızı olması mı, yoksa şekli mi garip ya da ilgi çekiciydi bilemedik! (Gülen Surat)
Bu arada kapalı olan havada ara ara güneş kendini gösterdikçe bir yandan bizi ısıtıyor, bir yandan da kasabanın ihtişamını parlatıyordu. İlk günden şehre aşık olmuştuk.
Dolaşırken bir eskici pazarı gördük. Doğrudan aklıma hem koleksiyonum için çok önemli olan 2013 Portekiz parası bulduğum, hem de Türk müzikleri çalan Portekizli DJ’i keşfettiğimiz Funchal, Madeira’daki eskici pazarı geldi…
Güneş ve Anıl 2019’da Lviv’de 100 grivnaya Metallica’nın Rus baskısı plağını bulmuş ama üzerlerinde nakit olmadığı için alamadıklarını anlatmışlardı. Bu bilgi ışığında “hadi bakalım” diyerek heyecanla plaklara bakınmaya başladım. Fakat büyük bir hevesle atladığım ama taktik gereği heyecanımı göstermediğim Jean Michel Jarre’ın Oxygen’i dahil, bilindik tüm müzisyenlerin plaklarına 350-500 grivna arası rakam biçiyorlardı. Her şey gibi bunların da fiyatları artmış diye düşünüp plak almaktan vazgeçtim.
Günün son durağı hamburgerine bayıldığımız Cukor’un pancake, waffle gibi tatlılar yapan Kırmızı olanıydı. Blueberry ve beyaz cikolatali waffledan denedik. Fakat Kiev’de Puzata hata’da yediğimiz yaban mersinli krep kadar güzel değildi.
Tatlının ardından, Cansın’ın ayağı çektiği için dinlenmek adına evimize geçerek Lviv’deki ilk günümüze noktayı koyduk.
22 Eylül 2021, Çarşamba (Lviv)
Sabah kahvaltı için La Crêperie yani, adı üstünde krepçideydik. Lviv Kruvasan nasıl kuruvasanlardan sandviç yapıyorsa bunlar da kreplerden tatlı tuzlu dürümler yapıyorlardı.
Cansın domatesli mozarellali ve ben jambon, domates ve peynirli krep dürüm sipariş ettim. Ve bir tane sallama çayla birlikte 141 grivna ödedik. Efsanevi değildi ama güzeldi. Ardından bir de tatlı denemek için 35 grivnaya blueberryli krep aldım ama bunu çok beğenmedim çünkü krep arası sadece reçel gibiydi.
Ukalalık gibi olmasın ama normalde evde oldukça ince krepler yapan biri olarak bence benim kreplerim daha güzeldi. Çünkü yaptığım krepler hem daha ince hem de vanilya ya da mahlep, şeker-tuz koyduğum için daha güzel bir aroması oluyor. Arasına da güzel malzemeler koyunca değme keyfimize… (Gülen surat.)
Karnımızı doyurduktan sonra Uber’leyip Lychakiv Mezarlığı’na (Lychakiv Cemetery) gittik. Elbette aklıma, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’nın da mezarlarını barındıran, Paris’teki ünlü Pere Lachaise Mezarlığı geliyordu.
Çünkü tıpkı orası gibi neredeyse her mezar bir sanat eseri gibiydi.
Heykeller, hatta ufak çapta kilise şeklinde olan mezarlıklar bile vardı.
Haliyle dolaştık, fotoğraf çekindik ve tekrar dolaştık ve tekrar fotoğraf çekindik. (Gülen surat.)
Mezarlık 1787 yılında yapılmış ve normalde şehrin aydınları, orta ve üst sınıfları için bir mezarlıkmış.
Fakat yıllar içinde ülkenin ve şehrin her el değiştirdiğinde tekrar göze alınmış ve sonunda günümüzdeki tarihi mezarlık haline dönüştürülmüş.
Paris’teki mezarlığın 1802’de yapıldığını da not düşmek gerek.
Yani burası çok daha eski bir mezarlık.
Oldukça keyifli olan mezarlık turumuzun sonuna doğru, çıkış kapısına yakın bir yerlerde tripodu kurup video çekerken biri yanıma yaklaştı. Türkçe “kolay gelsin” dedi.
Eyvallah dedim. Ardından bana yaklaşarak kısık bir sesle telefonundaki fotoğrafı göstererek, “acaba bu mezarlığı gördünüz mü? 2 yıl önceki gelişimde görmüştüm ama bir türlü bulamıyorum!” dedi. Söyleyiş tarzı, aşkını bulmak için didinip duran Mecnun gibiydi.
Şans ya, bizim de mezarlıkta ilk ilgimizi çeken mezarlık oydu. Hemen nerede olduğunu gösterdim. O da leylasına doğru uçarcasına uzaklaştı.
Yorulmuş ve üşümüş bir şekilde Uber’leyip merkezdeki Champegneria’ya gittik.
Gürcü mutfağından diyeceğim ama bence aynı zamanda bizim Karadeniz mutfağından pideleri ve İtalyan mutfağından çeşitli çeşnili ekmekleri menüsünde barındıran ve adı üstünde temel içecek olarak şampanya sunan mekanda biz peynirli ve tavuklu bir nevi pide olan haçapuri ve yanında Ukrayna üretimi Artemivske marka şampanya sipariş ettik.
Pide ve şampanya aşırı derecede lezzetliydi. Bayıldık ve bir kere daha gelelim dedik.
Yemeğin ardından dolaşa dolaşa birkaç gün sonra bale gösterisi için geleceğimiz Lviv Opera Binası (Lviv National Academic Opera and Ballet Theatre) önündeydik. Bu uzunlamasına meydanın opera binasına yakın tarafında sürekli çalan klasik müzik eşliğinde bir su gösterisi yapılıyordu. Hava soğuk bile olsa çocuklar sular arasında koşuşturup ıslanıyorlar, ebeveynleri de fotoğraflar çekiniyorlardı.
Sokaklar arasında dolaşa,
dolaşa evin yolunu tuttuk.
Lviv’de bir günü daha sona eriyordu…
Kiev, Lviv Gezi Günlüğü – Bölüm 1’i okumak için tıklayın…
Kiev, Lviv Gezi Günlüğü – Bölüm 2’yi okumak için tıklayın…