Tıpkı 2018’de olduğu gibi yılın ilk günlerinde, ama bu sefer Cansın’la birlikte gitmek üzere, (geçen yıla göre kişi başı %45 daha fazla ödeyerek) 2850 TL karşılığında 30 Mayıs – 9 Haziran için Amsterdam uçak biletlerimizi aldık. Defne ve İlker’e tarihleri bildirip heyecanla geriye doğru saymaya başladık.
Cansın ilk kez yurtdışına çıktığı için ona göstermek istediğim birçok şey vardı aklımda. Bu yüzden ana plancımız Defne’ye ek olarak bende araya bir şeyler serpiştirmek istiyordum. Mesela ilk kez Hollanda’ya gittiğim 2013 yılında badireler atlatarak gittiğim, hayatımda gördüğüm en güzel yerlerden biri olan Brüj!
26 Mart’ta Cansın’ın vizesi çıktı. Arttık her şey hazırdı…
30 Mayıs 2019, Perşembe (Schiphol, Amsterdam, Zaanse Schans)
(1 Dolar: 5,9342 TL – 1 Euro: 6,6084 TL)
Esenboğa’dan uçağa binerken aklımda güneşin doğuşunu videoya çekip çekemeyeceğim vardı. Uçak havalanıp güneş bulutların ardından kızıllığını gösterdiğinde kısa bir süre heyecanlansam da biraz sonra heyecanım yerini kızgınlığa bırakı çünkü, şükür yönleri bilmeme rağmen, check-in yaparken ters taraftan koltuk aldığımı fark ettim!
Kendime kızarken evrene ne kadar işaret gönderdiysem artık daha önce hiç yaşamadığım bir şey oldu; pilot uçağı 360 derece döndürdü! Ben de şans bu ya o sırada çekim yapıyordum ve güneşin doğmakta olan halini kısa da olsa çekebildim. Neden böyle bir şey olduğunu hala anlamış değilim belki varış saatini düşünerek zaman kaybetmek istedi pilot. Çünkü uçak dönüşünü tamamladığında benim dönüş öncesi çekime başladığım gölün üzerindeydik yeniden!
Sabiha Gökçen’e inip rutin işleri hallederken yaşadığım tek farklılık pasaportlarımız çipli olduğu için bizi, önceki yıllarda yurtdışında bol bol gördüğüm self pasaport kontrolüne yönlendirmeleriydi. Test aşamasında olduğu için daha az kişiyi alıyorlar ve bir görevli yapılacak işlemlerde yardımcı oluyordu. Ben ilk hamlede geçsem de Cansın’ın pasaportu yeni olmasına ve 2-3 deneme yapılmasına rağmen bir türlü başarılı sonuca ulaşmadı. Bunun üzerine normal pasaport kontrolden geçerek yanıma geldi.
Duty free ve bekleyişin ardından Amsterdam’a gitmek için bindiğimiz uçağın adının Mardin olması, ay başında Mardin’e gittiğimiz için hoş bir rastlantıydı.
Hollanda semalarında gezinmeye başladığımızda bir kere daha hayal kırıklığına uğruyordum. Çünkü hava o kadar bulutluydu ki neredeyse inene kadar hiç yeri göremedik. Bu yüzden de buraya ilk geldiğim 2013 yılının Kasım ayında gördüğüm ve hayran olduğu deniz ve kanallarla süslü nefis manzarayı geçen yıl olduğu gibi bir kere daha kaydedemedim.
Amsterdam’a indiğimizde her zamanki gibi Defne bizi karşıladı. Eve gidip eşyaları döktükten ve bir süre dinlendikten sonra geçen yıl son gün gördüğüm ve bayıldığım Zaanse Schans’a gitmeye karar verdik.
Ama bu sefer bisikletlerle gideceğimiz için daha da heyecanlıydım.
Nefis doğa, ev, kanal manzaraları arasında süzüle süzüle hedefimize doğru ilerledik.
Yakınlarda iki tane çikolata fabrikası olduğu için dolanırken bir yandan da eritilen/ısıtılan çikolata-karamel kokusu alıyor olmak oldukça ilginç ama bir o kadar güzel bir histi.
Levent Abi’nin Çinli zenginlerin satın aldığı söylediği Zaanse Schans kanalları, değirmenleri, doğası, evleri, otlamakta olan hayvanlarıyla çok güzeldi.
Hollanda’nın meşhur tahta ayakkabılarının yapımının da izlenebildiği müze/hediyelik eşya dükkanını gezerken birbirinden güzel işlemeli ayakkabılar son derece güzel görünüyordu.
Defne birçok Hollandalının bu ayakkabıları giydiğinden bahsetti.
Birçok yerde durup fotoğraf çekindikten sonra bisikletlere atlayıp dönüş yoluna geçtik.
Akşam eve vardığımızda sabah 2:30’da kalkmanın verdiği yorgunluk iyiden iyiye baş gösteriyordu. Bu yüzden Defne’nin yaptığı füme somon, kurumuş domates ve cevizli makarna ile ıspanaklı salatayı mideye indirip biraz da muhabbet ettikten sonra güne noktayı koyduk.
31 Mayıs 2019, Cuma (Amsterdam)
Sabah 8.30’da kalkıp bol Hollanda peynirli nefis bir kahvaltının ardından Defne’nin erkek arkadaşı Sinan’la buluştuk ve Amsterdam merkez istasyonun arkasındaki bisikletçiden Sinan’ın kiraladığı bisikletlere atladık ve dolaşmaya başladık.
Geçen yıl da bisikletle dolaşma planları yapsak da bu yıl mutlu sona ulaşıyorduk.
Fazla yaya, hızlı akan bisikletçiler ve araçlarla kesişim noktaları nedeniyle zaman zaman yavaşlasak ya da dursak da bisikletle Amsterdam sokaklarında dolaşmak oldukça zevkliydi.
Elbette ki gezinin bu kadar keyifli olmasının sebebi Defne ve Sinan’ın rehberliğiydi. Çünkü hem bizi çok güzel yerlere götürüyorlar hem de ilgi çekici bilgiler veriyorlardı. 3. kez burada olsam ve birçok popüler yerini biliyor olsam da birçok yeni bilgiye ulaşmak benim adıma oldukça keyifliydi.
Dam Meydanı, Amsterdam Kraliyet Sarayı (Koninklijk Paleis), Eski Postahane Binası’ndan (Magna Plaza) sonra Rijksmuseum’un altından geçip birçok şehirde yapılmasına sebebiyet veren meşhur “I Amsterdam” yazısının bulunduğu Rijksmuseum’un önüne geçtik.
Fakat yazı Amsterdam şehir konseyinde yer alan, Hollanda’nın sol partisi GroenLinks üyesi Femke Roosma’ın, “I Amsterdam” şeklindeki ifadenin şehre dair çok bireyselci bir yaklaşım algısı oluşturduğu, oysa Amsterdam’ın çeşitlilik, hoşgörü, dayanışma gibi kavramlarla öne çıkması gerektiğini düşünerek kaldırılması fikrini ortaya atmasının ardından görüşü kabul görüp Aralık 2018’te kaldırılmıştı.
Şimdi aynı yerde bulunan havuzun içine T şeklinde pembe borulardan bir anıt yer alıyordu.
Havuzun yanında, tıpkı bir önceki yıl Dam Meydanı’nda ya da daha önce Oslo’daki Vigeland “Heykel” Parkının girişinde gördüğüm gibi birisi irili ufaklı su baloncukları yapıyor özellikle çocuklar olmak üzere birçok kişi balonların peşinden koşup patlatmaya çalışırken biz de Hollanda’dan Türkiye’den muhabbetler ediyorduk.
Ardından kalkıp kahve içmek için bir mekana oturduk. Bu sırada Sinan’ın 1000+ plaklık Anadolu Rock arşivinden konuşmaya başladığımızda onun bilgisi nedeniyle ağzımız açık kalıyordu.
Uzun uzun plaklar hakkında konuştuktan sonra hemen karşı sokakta yer alan pazar yerinde dolaşmaya başladık. Buradaki bir plakçıdan 3’er Euro’ya Mikis Theodorakis – My Holidays In Rodos ve Gheorghe Zamfir – L’extraordinaire Flute De Pan De albümlerini ve başka bir yerden Cansın’a deri bir cüzdan aldık. Akşam evde plakları dinlediğimizde her ikisine de bayıldık.
Pazardan sonra tekrar bisikletlere atlayıp dolaşmaya devam ettik.
Amsterdam’ın yanına kurulduğu ve adını aldığı Amstel nehrinin üzerinde yer alan açılır kapanır Magere Brug’a (Zayıf Köprü, 1934) gidip birkaç fotoğraf çektikten sonra bisikletleri aldığımız yere teslim edip Sinan’ı uğurladık ve Defne’yle yaya olarak dolaşmaya devam ettik.
Red Light, Old Church, Rembrandt Meydanı derken kendimizi ilk kez Esther’in önerisiyle ardından da geçen yıl Defne’yle geldiğimiz meşhur kroketçi Van Dobben’de bulduk. Tıpkı geçen yıl çalışanların önerdiği gibi süt ve bol hardalla birlikte dışı galeta unlu et püresini büyük bir zevkle midelerimize indirdik.
Van Dobben’den çıktıktan sonra günü sonlandırmak üzere eve geçtik.
1 Haziran 2019, Cumartesi (Veendam, Volendam, Afsluitdijk)
Sabahın Veendam’dan Amsterdam’a gelen İlker iki torba kahvaltılıkla kapıdaydı. Güzel bir kahvaltının ardından deniz kenarında yer alan ve daha önce gitmediğim balıkçı kasabası Volendam’a gitmek üzere arabaya atladık.
Aslında bugünkü planımız Amsterdam’ın meşhur yemek festivaline gitmekti fakat bir önceki gün metroyla yanından geçerken gördüğümüz kalabalık ve hava sıcaklığı planlarımızı değiştirmemize yol açtı
Arabayı park yerine bırakıp balıkçı kasabasında dolaşmaya başlayınca havanın oldukça sıcak olduğunu fark ediyorduk. Bir süre etrafı turladıktan sonra gördüğümüz bir ikinci el dükkanına girip Cansın’la yeni başladığımız “her gittiğimiz yerden bir melek” koleksiyonumuz için bir şeyler bakındık. Fakat ne ilginçtir ki tüm gezimiz sırasında Hollanda’da sadece 1-2 yerde melek figürü bulduk. Onlar da ya sevimsizdi ya da çok pahalı.
İkinci el dükkanından 2 Euro’ya aldığım Singin’ In the Rain filminin soundrackt plağıyla çıktık.
Defne dükkandan çıkarken hemen yan duvarda, “burası öpüşmek için güzel bir yer” yazdığını söyleyince biz de yazıya uymaya karar verdik. 🙂
Deniz kenarına gidip bir banka oturduğumuzda iri bir gri balıkçılın gözünü yemek yiyen bir aileden ayırmadan bir köpek ya da kedi gibi yemek için beklediğine şahit oluyorduk. Sinsi hareketleri ve “sert” bakışları bizleri de tedirgin etmedi değil! Geçen yıl Amsterdam’daki sebze meyve pazarları dağıldıktan sonra yemek için bekleyen gri balıkçılları anımsıyordum.
Bir süre dolaştıktan, kumsalda takılıp kendinden büyük su tabancasıyla ablasını ıslatmaya çalışan sarışın ufaklığı kahkahalarla takip ettikten ve adettendir diyerek ayaklarımızı denize soktuktan sonra “çiğ balık” haring ve kibbeling gibi kızarmış deniz ürünlerinden atıştırdık. Sıcaktan ötürü olacak kızartmalar çok ağır gelse de haring pek güzeldi.
Yemekten sonra bir peynir dükkanına girdik ve Defne’nin önerisiyle keçi sütünden yapılan füme peyniri tadıp bayıldıktan sonra sepetimize ekledik. Peynirciden sonra Volendam’a veda edip önce Defne’yi evine bıraktık ardından da kuzeyden Veendam’a doğru arabayla yola koyulduk.
Veendam’a daha önce gitmiştim fakat beni asıl heyecanlandıran Hollanda’nın kuzeybatısında bulunan 35 km uzunluğunda bir baraj ve karayolu olan Afsluitdijk’ten geçecek olmamızdı.
Afsluitdijk’tetn geçerken video çekmek istediğim için otobandan çıkıp Den Oever yakınlarında durup camdaki sinekleri temizledikten sonra yola devam ettik.
Anlamı “Çevre barajı” olan Afsluitdijk 1927-1932 yılları arasında Kuzey Denizi ile Zuiderzee Körfezi arasında inşa edilmiş olup IJsselmeer Gölü oluşturulmuş.
Yolun ortalarında bulunan dinlenme tesisi ve gözetleme kulesinde durup etrafı kolaçan ettik. Üst geçitten yolun denizin ortasından ilerlediğini görmek oldukça ilginç bir deneyimdi.
Birkaç fotoğraf ve video çekindikten sonra yolumuza devam ettik.
Veendam’a vardığımızda İlknur Abla bizi karşıladı.
Güzel bir akşam yemeğinin ardından bol bol muhabbet ederek Veendam’da dolaşmaya başladık. Tıpkı geçen yıl hayran olduğum gibi Cansın’ın da dolaşırken ultra sakin bir yer olan Veendam’ın kanallarına, evlerine ve doğasına hayran olduğu gözlerinden okunuyordu.
Eve döndükten sonra bol bol laklak ederek bir günü daha sonlandırdık.
Mehmet Ali Bey en kısa zamanda sağlığınıza kavuşmanız dileğiyle. Tabii görme duyusu önemli bir duyu. Ve gözde meydana gelen herhangi bir hastalık insanda çok büyük etkiler bırakabiliyor Bunu duyduğumda gerçekten çok üzüldüm geçmiş olsun diyorum Umarım sağlığınızı en kısa zamanda kavusursunuz. :
“2013 yılında badireler atlatarak gittiğim, hayatımda gördüğüm en güzel yerlerden biri olan Brüj!”
“Badire atlatarak” derken çok fazla uğraşıp gitmiştim onu demek istedim. Yani yorucu olmuştu Bruj’a gitmek ama değmişti 🙂