Müzik dinlemeyi ve bir şekilde sahip olmayı, koleksiyonculuk, oldum olası severim.
Çocukken babamın hacdan getirdiği çift kaset çalarlı teybi kullanarak ulaşabildiğim ve sevdiğim tüm şarkıları kasetten kasette kaydederek kendi “toplama” albümlerimi oluştururdum. Kuzenlere falan da yapıp hediye ederek oldukça popüler olduğum günlerdi. 🙂
Sonraları radyo dinleyip sevdiğim şarkıları, oldukça disiplinli bir şekilde, kaydetmeye başladım. Şarkıyı başından sonuna kadar kaydetmezsem rahat edemezdim mesela. O yüzen defalarca kaydeder, dinler ve en ufak sorunda şarkının tekrar yayınlanmasını beklerdim.
97’nin son aylarında beraber çalıştığımız Hakan’ın keşfiyle sevdiğimiz müzik CD’lerinden “wave” yaparak şarkıları bilgisayara kaydetmeye başladık. Hem kalitesi hem de şarkılara offline olarak ulaşabiliyor olmak efsanevi bir histi!
Arşivimizi ölümsüzleştirmek için de her 650 MB’lık şarkımız oldukça Erol Abinin yanına gider, CD kaydedicisini kullanma izni alır ve “ne olur ne olmaz” diye yedekleyerek şarkıları kopyalayıp CD’lerimize gözümüz gibi bakardık.
Bir süre sonra waveden çok daha az yer kaplayan mp3’ler ve akabinde internetten şarkı indirebilme özelliği girdi hayatlarımıza.
Ama ilk zamanlar şarkıyı bulmak bir dert, indirmek daha başka bir dertti. Çünkü şarkıları ancak FTP sitelerinde bulabilir, çekebilmek için de çoğunlukla sahibinden onay almanız gerekirdi. ICQ’dan ilgili kişiye ulaşılır, çekmek istenilen şarkılar söylenir ardından da elde olanların listesi atılır. Eleman onay verirse uploadlar yapılır karşılığında alınan şifreyle de istenilen şarkılar çekilirdi.
Ekstrem örneğimizi yazının tam da burasına koymak gerek ki okuyucunun empati seviyesi artsın: Kore’deki bir FTP sitesinden Mariah Carey’in 3,6 MB’lik Hero şarkısını 24 saatte çekmiştim. Resmen byte byte takip ede ede bitmesini beklemiştim! Belki de bu yüzden bu şarkıyı hiç bir zaman unutmayacağım 🙂
Sonra Napster çıktı ortaya. İstenilen şarkı tek tıkla indirilebiliyordu artık! Her bir şarkıyı indirmenin bile olay olduğu, evlerde 14.4K modemin yer aldığı günlerde TurkNet’in Ankara internet dağıtım ofisinde çalışan Fatih’le tanışmış, tabiri caizse çeşmenin yanı başına sandalye atmıştım; artık 1 megabit hattım vardı!
Napster’da şarkıyı arayıp “indir” tuşuna bastıktan sonra indirmeyle eş zamanlı olarak winamp’tan dinlemeye başlıyor, şarkı bitince de “diskte çok yer kaplıyor” diye siliyorduk mesela? Hayal, rüya, gerçek hepsi bir aradaydı yeminle! Bohem hayatlardı bizimkisi… 🙂
Metallica’nın “korsancılık yapıyor” diye Napster’ı dava edip kapattırması da çok fazla gündemi meşgul etmiş dünyanın en büyük thrash metal grubu az küfür yememişti. Ama internetin asla yasaklanamayacağının ilk örneği olarak tarih sayfalarında yerini aldı bu olay! Su aktı yolunu buldu kısaca..
O günlere geri dönersek; işi ilerletip müzik videoları toplamaya başlamış akabinde de bir FTP sitesi kurmuştuk. Ne acayip insanlar, ne acayip arşivlerle geliyorlardı ICQ’dan karşımıza! Birkaç ayda efsanevi bir video klip arşivimiz olmuştu! CD’ler yetmiyordu kaydetmeye…
Uzatmayalım; her evde 10 ve katları şeklinde megabitlerce internet hatlarının bağlı olduğu bugünler dünyası için fazlaca tozlu yapraklarda kalmış anılar bunlar.
Dönelim yazı başlığının + öncesindeki bölümüne…
İşte ta o günlerde başladığım şarkı arşivini, neredeyse her şarkıya bir şekilde ulaşılabilen bu günlerde devam ettiriyorum. Hala sevdiğim şarkıların mp3’lerini arşive ekliyor ve ara sıra o arşivi dinliyorum.
Yaklaşık 10 bin şarkılık arşivi rastgele çalarak dinlerken de bazen bir şarkıda asılı kalıp eğer o şarkının yer aldığı albümdeki şarkıların büyük çoğunluğunu seviyorsam “plağı var mı acaba?” diye netten araştırıyor, uygun fiyatlıysa da edinip plak arşivime ekliyorum.
Geçen yıl haziran ayında arşivi dinlerken Scorpions’un 2001 yılında yayınladığı ve çok sevdiğim Acoustica albümünden bir şarkı çalmaya başladı. Yaklaşık 5-6 ay önce albümün plak olarak yayınlandığı görüp bir an heyecanlansam da 225-275 lira bandındaki satış fiyatlarını görüp afalladım. Daha önce ucuz olduğu için tercih ettiğim yurtdışı sitelerinde de, döviz fiyatlarındaki abartı artış nedeniyle, durum farklı değildi.
Tam vazgeçecekken gittigidiyor’da bir ilana rastladım; 95 liraydı! “Kesinlikle bir hata vardır” diyerek kimin sattığına baktım. Şaşkınlık vericiydi ama evimin bir üst sokağında yer alan “Şey Şey Şey” adlı dükkan satıyordu plağı!
Hemen arayıp plağı ve fiyatı kontrol ettim. Elden alırsam 10 lira da indirim yapacaklardı!
İşten çıkar çıkmaz koşarak dükkana girdim. “Scorpions” deyince satıcının, “sizdiniz demek” diyen hafif üzgün sesini işittim. Kesin bir sorun olacak desem de satıcı plağı getirmeye gitti. O sırada da şaşkınlığının nedenini anlatmaya başladı. Plağı birkaç ay önce satmak için almış ardından da kârını koyup siteye eklemişti. Ben arayıp da plağı alacağımı söyleyince aynı plaktan alıp satışa koymak istemiş ve uçuk rakamlarla karşılaşıp afallamıştı.
“Bu yüzden kusura bakma evlat” demesini bekleyerek takip ettim satıcının ağzından düşen her bir kelimeyi. Ama hiç de öyle olmadı; satıcı plağı poşete koyup bana uzattı. Samimi bir şekilde dürüstlüğü nedeniyle “çok teşekkür ederim” diyerek sattığı diğer plaklara baktım ve bir de Edith Piaf’ın The Very Best Of plağını aldım ve dükkandan çıktım…
Albümden birkaç öneri;
Wind Of Change
Love Of My Love
You And I
Still Living You
Send Me An Angel
Under The Same Sun