Yazında gelmesiyle birlikte son zamanlarda yeni bir hobi edindim; herhangi bir şekilde aklıma düşen bir ülke seçip ardından o ülkeye uçak biletlerinin ne kadar olduğu, nerelerde kalınabileceği, nerelere gidilebileceği ve toplamda ne kadara mal olacağı konusunda kısa süreli araştırmalar yapıyorum. İşte bunlardan birinde “Türkiye’nin Maldivleri: Salda Gölü” başlıklı bir habere rastladım. Turkuaz mavisi berrak suları ve beyaz kum plajlarıyla buranın Türkiye’de bir göl olduğuna inanamayıp heyecanla durumu anlattığımda, Yıldıray’ın orayı avcunun içi gibi bildiğini öğrenip bir olta da ona attım. Yıldıray’dan aldığım bilgilerin ışığında, “kesin görmemiz gerekiyor!” fikrinin serin sularına kendimi bırakmadan önce (kamp fikrine dünden hazır olan) Abreg’e konuyu açtım ve günleri saymaya başladık.
2 Temmuz 2016, Cumartesi
Cumartesi sabahı saat 9.30’da Abreg’in arabasına atladık ve Salda yolculuğumuza başladık. Kısa bir süre sonra hem 9 günlük bayram tatilinin ilk gününde olduğumuz için, hem de birkaç kilit noktadaki yol çalışmaları nedeniyle 6 saatle almayı planladığımız 460 kilometrelik yolumuzun daha uzun süreceğini fark ettik. Hele bir de gölün bulunduğu ilçe olan Yeşilova’ya giden yolun kapalı olması ve bu yüzden Yeşilova’nın çevresinden dolaşarak ulaştığımız Kıraatlı yolundaki çalışmalar iyice bizi yavaşlattı ve 3 saatlik gecikmeyle 18.30’da belediye halk plajına ulaşabildik.
Afyon Dinar’a yakınlaşırken neredeyse her tepede gördüğüm rüzgâr panelleri ve (bir türlü göremesem de) Kıraatlı yoluna çıkarken tarlalardan birinden fırlayarak yanımızdan geçen alacasansar 9 saatlik yolculuğumuzun en güzel anlarıydı.
Salda’ya gelmeden önce aklımızda, Ilgaz Kırkpınar Yaylası ve Çubuk Karagöl’deki çadır kamplarımızda olduğu gibi sakin bir ortam düşlediğimizden, belediyenin halk plajına vardığımızda büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorduk. Hem çadır alanı inanılmaz kalabalıktı, hem de plaj hiç hoşumuza gitmemişti. Ama buna rağmen yol yorgunluğundan ötürü burada bir gece kalıp bir sonraki gün uygun bir yer aramaya karar verdik. Fakat biraz sonra, bölgedeki ergenlerin motor ve arabalarıyla buraya gelip gece yarısına kadar gürültü yaptıklarını öğrenince iyice moralimiz bozuldu ve arabaya atlayıp çadır kuracak başka bir yer bakınmaya başladık.
Sonunda tabiat parkının yakınlarında bir yer bulduk ve çadırımızı kurup derin bir nefes aldık.
Güneş yavaş yavaş batıyorken ufak bir ateş yakıp adettendir diye yanımızda getirdiğimiz sucukları ve biberleri ateşte çevirmeye başladık. Yiyecekleri mideye indirirken keyfimiz oldukça yerindeydi.
Gökyüzü açık olduğundan binlerce yıldızın altında uzanmak, laklak etmek ve hafif esen rüzgârla serinlemek nefis ötesiydi!
Yol yorgunluğundan olacak saat 22 gibi hepimiz çadırlara çekilerek günü tamamladık. Gece yarısı çadırlarımızın etrafında duyduğumuz ayak seslerinden ötürü irkilsek de kısa bir süre sonra bunların köpek olduğunu anlayıp rahatladık. Fakat birkaç saat sonra (muhtemelen aynı )köpeklerin hararetli hırlamalarından dolayı bir kere daha rahatsız olduk ama neyse ki kısa bir süre sonra çekip gittiler.
3 Temmuz 2016, Pazar
Saat 5 gibi gözlerimi açıp çadırın dışına çıktığımda, köpeklerden dolayı kesik kesik uyumuş olan Abreg piknik koltuğuna oturmuş güneşin doğuşunu izliyordu.
Birkaç çekim yaptıktan sonra tekrar çadıra girdim ve saat 7’de sıcaktan ötürü uyuyamayacağımı anlayıp dışarı çıktım ve etrafı kolaçan etmeye başladım.
Tabiat parkının plajı çok güzel görünüyordu. Tuvalete girip kamp alanına döndüğümde bizimkiler kahvaltıyı hazırlamışlardı.
Yemekten sonra ilk kez açık havada, Ömür abimden öğrendiğim ve her hafta 2 tane arttırdığım Tibet’in Gençlik Pınarı, Tibet’in 5 hareketini yaptım. Burundan alınan derin nefes sırasında çam kokularını hissetmek benim için harika bir deneyimdi.
Güneş iyice sıcaklığını belli etmeye başlamıştı. Turkuaz yeşili berrak göle girmek için hazırlıklarımızı yapıp ılık suya adımımızı attığımızda zeminin beyaz çamur olduğunu fark edip oldukça şaşırdık. (Sonralarda bu çamurun Köyceğiz’deki gibi vücuda sürülen şifalı çamurlardan olduğunu öğrenecektik.)
Her adımımızı attığımızda yukarıya doğru kabarcıkların çıkıyor olması sürekli olarak birbirimize “gaz çıkartma” geyiği yapıp kahkaha atıyorduk. Bilmediğimiz bir yer olduğundan çok açılmadan, kıyıda biraz yüzdük ve kumsala uzanıp bir süre pinekledik.
Çadırların yanına giderken göle bir kere daha baktığımda az önce bıraktığımız ayak izlerimizi görmek gerçekten eneteresandı.
Kuruyup bir süre de gölgede pinekledikten sonra bizimkilere, bulunduğumuz yerden yaklaşık 3,5 km uzaklıkta bulunan, buradan oldukça geniş beyaz kumsalı olan ve karşısında 3 tane kayalık ada bulunan kıyıya gitmeyi önerdim. Fakat bir türlü onları ikna edemedim. Bunun üzerine yürüyerek tek başıma dolaşmaya karar verdim.
Öğle yemeği yedikten sonra ilk olarak tabiat parkının kumsalında serinlemek için göle girdiğimde, zeminin çamur olmadığını fark edip oldukça şaşırdım. Gölde yüzmek için en güzel yer muhtemelen burasıydı.
Çıktıktan sonra orman ile kıyı arasındaki patikadan yürümeye başladım.
Turkuazdan koyu maviye doğru ilerleyen renk tonu, beyaz kumlu/kayalı kumsalları ve berrak suyu yüzünden birçok yerde durup fotoğraf ve video çekiyordum.
Bunlardan birinde genç bir baba, ufak oğlunun göl kenarında suyla oynayışını izliyordu.Selam verirken ufaklık arabaya gidip elinde telefonla geri döndü. Sürekli fotoğraf çekiyordu. Güldüm, “ben de seni çekeyim” dedim ama ısrarla “ben çekeceğim!” diyerek bir türlü yüzünü göstermedi. Komikti.
Yaklaşık 3km yürüdükten sonra gölle doğru akan çayı geçemeyeceğimi anlayıp ters yöne doğru yürümeye başladım. Haliyle yolum planladığımdan çok fazla uzuyordu. Ama “klasik mali” olarak bu durumda hedefime ulaşmak için daha da fazla gaza gelmiştim. Uzunca bir süre yürüdükten sonra araba yoluna oldukça yakın bir yerdeki köprüden karşıya geçmeyi başardım.
Kumsala doğru yürürken yerlerdeki beyaz kumlar artmaya başlıyordu. Etraftaki bitki örtüsü de aklıma Sinop Sarıkum’da gördüğümüz kumul bitkilerini andırıyordu.
Kumsalın en uç ve orta noktası tepeydi ve onun sol ve sağ tarafında iki inanılmaz güzellikte kıyı bulunuyordu. İlk ilgimi çeken hemen kumsalın dibine kurulmuş olan 3 tane çadırdı. Nefis manzaraya rağmen, kavurucu sıcaklıktan kurtulmak ve “nefeslenmek” için etrafta herhangi bir gölgelik alanın bulunmaması yüzünden burada çadır kurmanın oldukça zor bir deneyim olacağını düşündüm.
Yeşil ve mavinin olabildiğince tüm tonlarındaki inanılmaz berrak ve saydam kıyı efsanevi görünüyordu. O an hayatımda gördüğüm en güzel ve özel gölün burası olduğuna karar verdim.
Birkaç fotoğraf ve videodan sonra serinlemek için suya girdim. Kıyı tarafında sertleşmiş ve akıntıdan ötürü enteresan bir şekil almış sert çamur tabaka ve akabinde de ilk girdiğimiz yerdeki gibi beyaz yumuşak çamur tabaka bulunuyordu.
Bir süre serin suda rahatladıktan sonra heyecanla tepeye tırmandım. Kumsal yüksekliğin arttığı için kıyıya çarpan dalgaların sesi ve görüntü daha da güzelleşiyordu.
Karşıda bulunan 3 kayalık da oldukça güzel bir manzara oluşturuyordu.
Son olarak diğer tarafta bulunan kumsala doğru yürüdüm ve bir süre oturup nefis manzaranın tadını çıkarttım. Kıyıda otururken ince bacaklı, gri beyaz siyah tonlardaki Ak kuyruksallayan gördüm. Çok sevimliydiler.
Bu sırada (sonradan zararsız olduğunu öğrendiğim) ufak bir su yılanının kafasını dışarı çıkartmış bir şekilde suda yüzdüğünü görüp şaşırdım. Oldukça enteresan görünüyordu.
Kumsalda bulunduğum süre boyunca bir sürü araba ve motosikletin buraya geldiğini ve insanların bir süre manzaraya bakınıp ardından geri döndüklerini gördüm.
Dönüş yolunda iki tane, kanatları siyah-beyaz çizgili, kahverengi-turuncu renkli ve kafasında açtığı zaman punk vari bir görüntü sergileyen sorgucu olan İbibik kuşu gördüm. İşte bu gerçekten muazzam bir kuştu!
Kamp alanına vardığımda Endomondo 13,5 kilometre yürüdüğümü söylüyordu ki bu rakam benim yürüyüş rekorumdu!
Akşam tabiat parkındaki lokantada alabalık ve et şiş yedikten sonra çadırların yanına dönüp ortamımızı hazırladık ve bu sefer bulutlu olduğu için çok az yıldız görsek de bol bol laklak edip geceyi tamamladık.
Köpekler için bir telefon aplikasyonu kurmuştum ama sesleri uzaktan geldiği için hiç deneme şansımız olmadı. Bu yüzden de daha rahat bir gece geçirdik.
4 Temmuz 2016, Pazartesi
Sabah 6.15’te uyandığımda güneş yükseliyordu. Birkaç çekim yaptım ve kahvaltı soframızı hazırlayıp midelerimizi doyurduk.
5 hareketimi yaptıktan sonra çadırları topladık ve arabayla dün gittiğim “3 adaya” doğru yola koyulduk. Kumsala doğru yaklaşırken tam önümüzden bir karayılanın geçtiğini ve ardından ağaçta bulunan kızıl sırtlı örümcek kuşu yuvasına saldırdığına şahitlik ettik.
Bizimkilerin kumsalı dolaşırken yaptıkları şaşkınlık ifadelerine “ben biliyorum buraları!” kıvamında gülümseyerek karşıladıktan sonra arabaya atladık ve Ankara’ya doğru dönüş yoluna koyulduk.
Burdur’a varana kadar yol çalışmaları nedeniyle kumlu taşlı yollarda 20 ile giderken yolumuzun yine uzun süreceğini düşünerek sinirlerimiz gerilse de Burdur’dan sonra 9 günlük bayram tatilinin 3. günü olmamızdan da dolayı, yolların sakinlediğini görüp rahatladık ve akşamüstü evimize ulaştık.
Yaklaşık 1100 kilometre yaptığımız 2 gece 3 günlük Salda gölü seyahatimizin tadı damağımızda kaldı. Nicelerine diyelim…
Salda Gölü Video Anı…
Şehir Notu: Burdur, bir şekilde sınırları içerisinde bulunduğum 39. il oldu. Bundan önceki 38; Adana, Afyonkarahisar, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Artvin, Balıkesir, Bartın, Bolu, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Elazığ, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Karabük, Kastamonu, Kayseri, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Manisa, Mersin, Muğla, Niğde, Ordu, Rize, Sakarya, Samsun, Sinop, Sivas, Tokat, Trabzon, Yalova.