Sivas 4 Eylül Stadyumu’nun Ankara 19 Mayıs Stadyumu’na uzaklığı: 439 km.
Gençlerbirlikli olmamın ve belki de daha önemlisi futbol küskünlüğünden sıyrılıp yeniden futbol sevmeye başlamamın en büyük sebebi, beni Gençlerbirliği maçlarına götürmek için büyük bir gayret sarf eden ve sonunda başaran Ömer Abimdir. Bu yüzden, Gençlerbirliği’ni paylaşmayı sevdiğim en önemli insanların başında o geliyor.
Ömer Abimle daha önce Eskişehirspor ve Kayserispor deplasman kadrosunda yer almıştık, ki Eskişehir’e yeğen Alperen de bizlere eşlik etmişti ama, kağıt üstünde Beşiktaşlı olmasına karşın futbola çok da fazla kafa yormayan, ortanca abim Ömür ile hiçbir deplasman anımız yoktu. O yüzden birkaç aydır, 3 kardeş ve Alperen’i yanımıza alıp şöyle güzel bir deplasman yapalım diye aklımdan geçirip duruyordum. Planlar planları kovaladı ve sonunda Sivas da karar kıldık ve günleri saymaya başladık. Fakat son anda iş durumları nedeniyle Ömür Abimi kadrodan çıkartmak zorunda kaldık ve yerine Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş deplasmanlarında yanımda olan kuzen Fahriye’yi 4 kişilik maç kadrosuna dâhil ettik. Ömür Abimin gelememe hüznünü bir kenara koyarsak, Sivas deplasmanına oldukça deneyimli bir kadroyla yollara düşecek olmak mutluluk ve umut vericiydi! 🙂
6 Mayıs 2016, Cuma
Cuma gününün büyük bir bölümünü, para kazanmak zorunda olan her ölümlü gibi iş yerinde geçirdikten sonra akşam “kamp” yapacağımız Ömer Abimlere doğru yola koyuldum. Kampın en güzel yanı abimin hazırladığı nefis yemekler ve akabinde ufaklık Zeynep’le bol kahkahalı muhabbetti.
Deplasmanla ilgili olarak önümüzde duran en büyük sorun, maç günü Sivas’ta hava sıcaklığının 13 derece ve yağmurlu olmasıydı. Bilet alırken misafir takım tribününü, son gittiğim Eskişehirspor deplasmanındaki gibi, şeref tribününün yanında olduğunu görünce, üstümüzün kapalı olacağı tahminiyle yüzlerimize bir tebessüm belirdi. Fakat sonrasından yaptığım araştırmada üstümüzün açık olacağı gerçeğiyle yüzleşip yağmur yağmaması için dua etmeye başladık.
7 Mayıs 2016, Cumartesi
1992 Avrupa Futbol Şampiyonasına sürpriz bir şekilde dahil edilen Danimarkalı oyuncular gibi son dakikada kadroya aldığımız Fahriye’yi otogardan almak için saat 6.30’da kamp yerinden ayrıldık ve böylece 25. deplasman da resmi olarak başlamış oldu.
Durumunu öğrenmek için Fahriye’yi aradığımızda otobüsün geciktiğini, bu yüzden de planlarımızı 1 saat ertelememiz gerektiğini öğreniyorduk. Fakat zamanı geniş tuttuğumuz için herhangi bir sorun olmayacağı için gayet rahat ve huzurlu bir şekilde beklemeye başladık. Saat 7,5’da Fahriye’de arabaya atladı ve Sivas’a doğru yola koyulduk.
Günün sorusu elbette yağmur yağıp, yağmayacağıydı. Ömer Abim yola çıkmadan önce hava durumunu didik didik etmişti ve Sivas’a 120 km kala yağmurun başlayacağını ve maç saatinde de yağmur yağacağı öngörüsünde bulunuyordu. Bir umut, “yok, canım daha neler!” diye söylensem de, ilk 300 kilometrede havanın açık olması endişelerimi arttırmaya yetmişti. Hele bir de, Sivas’a yaklaştıkça yağan sağanakla yüzleşince, “tadını çıkartmaya bakalım!” diyordum.
Ama sürpriz bir şekilde, şehre girdiğimizde yağmur durmuştu. Stada doğru ilerlerken neredeyse tamamlanmış gibi görünen yeni stadyumun yanından geçtik. Bal kovanını andırıyordu.
4 Eylül’e ulaştığımızda stadın beklediğimden de küçük olduğunu gördüm. Biz Fahriye’nin geçici kartını alırken Ömer Abim duvardaki, “Ömer Abi Seni çok seviyoruz…” yazısı yanında fotoğraf çektiriyordu!
Turnikedeki polis memurlarından biri, hafta başından bu yana ilk kez güneş çıktığını söylediğinde çok şanslı olduğumuza karar verdik. İçeri girdiğimizde kale arkalarının üstünün açık olduğunu, maraton ve şeref tribününün ise kapalı olduklarını görüyorduk. Rakip tribünleri, muhtemelen takımın düştüğüne karar verdikleri için, oldukça boştu ve sadece karşı kale arkasının köşesinde ufak bir grup tezahürat yapıyordu.
Tribünde bizimle beraber 3 tane de üniversite öğrencisi vardı. Çağlar ve Enis Ankaralı, Hasret ise İzmirliydi. Bundan önce gittiğim birçok deplasmanda Ankara’yla hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen Gençlerbirliği taraftarı olanlarla tanışmıştım ama ilk kez İzmirli bir Gençlerbirlikli ile tanışıyordum. Nasıl Gençlerli olduğunu sorduğumda, babasının 90’larda Gençlerbirliği’nin oynadığı iyi futboldan ve daha da önemlisi renklerinden ötürü Gençlerli olduğunu, kendisinden de babası yüzünden Kırmızı-Siyahlı olduğunu öğrendim. Adının Sivas Katliamında öldürülen Kürt Alevi ozan, Hasret Gültekin’den geldiğini öğrenmek de oldukça enteresandı.
Çağlar’ın bizzat kendisinin elle hazırladığı ve üzerinde “Gençlerbirliği” yazan pankart çok güzel görünüyordu!
Bulunduğumuz yerin hemen yanında, her iki tarafı da telli ince dar bir tribün bulunuyordu. Burasının mahkumlar için yapılan özel bir tribün olduğu bilgisini gelmeden önce Abreg‘den öğrenmiştim. Haliyle tribündeki herkese sorup prim yapmayı ihmal etmedim. 🙂
Üzülmez, Başakşehir maçına göre sol bekte Uğur yerine Halil İbrahim ve ileride oynayan El Kabir yerine de orta sahaya Serdar Gürler değişikliklerini yapıp, Stancu’yu en ileri koymuştu.
Maça, yenilmesi durumunda küme düşmesi kesinleşecek olan Sivasspor’un baskılı başlayacağını düşünsek de, Alkarlar’ın oldukça akıllı ve baskılı oyununu izlemeye başladık. 17’de Ahmet Oğuz’un nefis ortası ve Ahmet Çalık’ın efsanevi kafa şutuyla öne geçtiğimiz an önce havalara fırladık ardından da “bitti bu iş!” diyorduk. Çünkü gol Sivasspor’un gardını iyice düşürecekti. Öyle de oldu. Kırmızı-Beyazlılar neredeyse doğru düzgün pas bile yapamıyorlardı ve her geçen dakika tribünden gelen tepkiler artıyordu. İlk yarıyı 1-0 önde tamamladık. Hava dâhil her şey yolunda gidiyordu.
Devre arasında bol bol Gençlerbirliği, Ankara, Sivas ve Sivasspor hakkında konuştuk.
İkinci yarı başladığında Sivasspor biraz daha baskılı oynuyordu ama bunun en büyük sebebi Gençlerbirliği’nin garip bir şekilde “skoru koruyalım!” diye geri çekilip, ful savunma yapmasıydı. Oysa Üzülmez’in bu takıma kattığı en büyük artı, skordan bağımsız olarak sürekli rakibi önde karşılayıp oyununu bozmak ve gol aramaktı.
Oyunu sürekli kendi sahamızda oynadıkça Sivasspor’un da baskısı her geçen dakika artıyordu. 62’de korktuğumuz başımıza geldi ve Aatif Chahechouhe’nun golü ev sahibinin iştahını iyice kabarttı. Adeta uyuyan devi uyandırmıştık. Bu dakikadan sonra rakip yüklendikçe yükleniyor biz ise kaptığımız toplarla hücum yapmaya çalışıp oldukça kötü pas hatalarıyla topu rakibe teslim ediyorduk.
71’de Gökhan Süzen’in atılması, normal bir takım için avantaj olarak görülse de bizim için karın ağrılarının başlaması demekti. Çünkü sezonun ilk yarısı 9 kişilik Antep’ten 2 gol yiyip berabere kaldığımız ya da 4 yıl önce Ankara’da 9 kişilik Sivasspor’dan 90+2’de gol yiyip berabere kaldığımızı hatırlıyorduk.
Tam da beklediğimiz gibi oldu. Sivasspor daha da iştahlanırken, biz tüm ataklarımızı saçma sapan şekilde heba etmeye devam ediyorduk. Uzatma anları oynanırken “neyse berabere bitti en azından” diye aklımızdan geçiriyorduk ki, Ante’nin eline çarpan topla birlikte Sivasspor tribünleri piyango vurmuşçasına havalara fırlıyorlardı. Aatif kolayca ikinci golü de ağlara gönderdi ve tribünleri adeta yıkıldı.
Stadyumdan ayrılırken hedefimizde İbrahim Üzülmez vardı. Çünkü takım ikinci yarı çok kötü baskı yiyordu, Halil İbrahim’in kanadı sürekli s.o.s. veriyordu ve hem golü yemiş, hem de rakip 10 kişi kalmıştı ama Üzülmez, ilk müdahalesini yapmak için 81. dakikaya kadar beklemişti. Oysa geldiği günden bu yana yaptığı değişikliklerle oyunun gidişatını değiştirmiş ve hayranlığımızı kazanmıştı. Ama bu sefer, nedendir bilinmez, ilk müdahalesini yapmak için bitime 9 dakika kalana kadar bekledi!
Dönüş yolunda, tıpkı ilk yarısını 1-0 önde kapattıktan sonra ikinci yarı ful savunma yapmayı tercih edip beraberlikle ayrıldığımız Ankara’daki Galatasaray maçındaki gibi çok üzülecektim.
Stadyumdan ayrıldıktan sonra ilk durağımız, aç karınlarımızı doyurmak için Caner’in önerdiği Kirli Ahmet Ustaydı. Adından ötürü tırsmış olsak da ilk kez yediğim Sivas köftesi gayet lezizdi.
Yemekten sonra arabayı park edip gezinmeye başladık. Meydanda dolaşan birçok kişi Sivasspor’un hangi durumlarda kümede kalacağı konusunda hesap kitap işlerine dalmışlardı. Park yerinden çıkar çıkmaz karşımıza çıkan Recep Paşa – Hanımın Cami’nin (1860) iki yolu ayıran konumu oldukça enteresan görünüyordu.
Cumhuriyet Meydanı’na doğru yürürken ilk ilgimizi çeken bina, 1908’de Vali Reşat Akif Paşa zamanında yapılmış olan Jandarma dairesiydi.
Meydanda birçok medrese ve cami bulunuyordu. İlk olarak 1271’de Muzafferüddin Burucirdi tarafından yapılmış olan Buruciye Medresesi’ne göz attık.
Sağanak yağmurun şiddetini arttırması yüzünden bir süre medrese içinde bekledikten sonra 1271 yılında İlhanlılar Veziri Şemseddin Cüveyni tarafından yapılan Çifte Minareli Medrese’ye kısa bir süre inceledik.
Çift Minareli Medresenin hemen karşısında yer alan ve 1217 yılında Anadolu Selçuklu Devleti sultanı I. İzzeddin Keykavus tarafından Sivas’ta darüşşifa olarak yaptırılan; Osmanlı devrinde medrese olarak kullanılan Şifaiye Medresesine girdik. Hem Ömer Abimin kızı Zeynep’in doğum günü hem de bir sonraki günün anneler günü olması nedeniyle hediyelik eşya bakındık.
Medreseden çıktıktan sonra yürüyerek Sivas Kalesine doğru ilerledik. Kaleye vardığımızda bizi bir çay bahçesi ve düğün salonu karşılıyordu. Şaşırıp oradaki görevliye buranın kale olup olmadığını sorduk ve “evet burası Sivas Kalesi ama Timur 1400’de kaleyi yerle bir ettiği için hiçbir şey kalmamış. Geçen yıl kazıya başladılar ve iç kaleye ait bazı kalıntılar bulmaya başladılar” cevabını aldık. Dönüşte yaptığımız ufak bir araştırmayla adamın haklı olduğunu gördük ama olmayan bir yere kale denmesi yine de enteresan geliyordu doğrusu.
Kaleden çıktıktan sonra merkeze doğru yürürken, Anadolu Selçuklu Devleti sultanı II. Kılıç Arslan’ın oğlu Kutbeddin Melikşah saltanatı zamanında Kızılarslan bin İbrahim tarafından 1196-1197 yıllarında inşa edilen Ulu Cami’nin yanından geçtik.
Son durağımız olan ve yine Caner’in önerdiği Çerkezin Kahvesi’ne doğru yürümeye başladık. Caner’in “200 yıllıkmış” dediği kahvehanedeki koltuk ve masaların düzeni sizi ister istemez karşınızdakilerle konuşmanızı sağlıyordu.
Öyle de oldu ve kahveleri söyledikten sonra abim, karşısındakiyle muhabbet etmeye başladı. İlk sorduğu soru, “burası 200 yıllık mı?” oldu. Adam afalladı. “Yok, canım. Sahibinin oğlu arkadaşım 1943’te yapıldı” dedi. Caner’in kulaklarını çınlatmadan edemedim. Abim yüzme hocası olan arkadaşla uzun uzun Sivasspor, Mecnun Otyakmaz ve Gençlerbirliği hakkında muhabbet etti.
Bu sırada su ve lokum eşliğinde kahvelerimiz de masamıza ulaştı. Bildiğimin aksine, kahvenin üstünde de telve olması ve fincanların kulpsuz oluşu enteresandı. Çok da fazla Türk kahvesi aramayan biri olsam da tadı lezzetliydi.
Kahvenin çıkışında bir adam bize selam verdikten sonra gülerek “sizi bugün nasıl yendik biliyor musunuz?” diye sordu. “Nasıl?” dedik. Karşısında duran adamlardan birini gösterip, “siz golü attıktan sonra Hamit’i dışarı çıkarttık. Maçın geri kalanını izlemedi kazandık!” dedi ve kahkahayı bastı. Bizler de kahkahaya eşlik ettikten sonra Hamit’e dönüp, “Abi niye çıktın ya, olmadı valla!” dedikten sonra kahkaha attık, onlar da eşlik ettiler. İyi yolculuklar dileklerini aldıktan sonra Ankara’ya doğru yola koyulduk.
Alperenle eve ulaştığımızda saatlerimizi 1’i gösteriyordu. Playstation’da birkaç FIFA maçı yaptıktan sonra günü sonlandırdık. Yenilgi dışında her şey güzeldi…
Kişisel deplasman karnesi: 25maç, 5g, 8b, 12m, 22ga, 36gy.
Video Anı
Dip not: Sivas 4 Eylül Stadyumu’ndan önce gördüğüm 26 stadyum sırasıyla şunlar: Ankara 19 Mayıs, Cebeci İnönü, Mudanya İlçe, Beşiktaş İnönü, Sakarya Atatürk, Yenikent ASAŞ, Bursa Atatürk, San Siro / Giuseppe Meazza, Santigao Bernabeu “Maç yoktu. Stat turu ile gezdim”, Konya Atatürk, Eskişehir Atatürk, 5 Ocak, Ali Sami Yen, Samsun 19 Mayıs, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu, 19 Eylül, İstanbul Atatürk Olimpiyat, Recep Tayyip Erdoğan, Kadir Has, Türk Telekom Arena, Hüseyin Avni Aker, Dr. Necmettin Şeyhoğlu, De Grolsch Veste, Başakşehir Fatih Terim, Çaykur Didi, Mersin Arena.
İlgili maç: 2015-2016 Sezonu Spor Toto Süper Lig 32. Hafta Maçı Sivasspor 2-1 Gençlerbirliği
“Siteye Kayıtlı” Bir Sonraki Deplasman Anım: “26. Deplasmanım ve 3. Kez Yenikent ASAŞ “Osmanlı” (33,4 km)”
“Siteye Kayıtlı” Bir Önceki Deplasman Anım: “24. Deplasmanım ve Gördüğüm 26. Stad: Mersin Arena (512 Km)“