2015’in ilk kaçma planı “Bandırma, Manyas, Gölyazı ve Bursa” oldu.
7 Şubat 2015, Cumartesi
6 Şubat Cuma gecesi bindiğimiz otobüs, Cumartesi sabahı 7.30’da Bandırma’ya vardı. Servisle merkeze gittiğimizde, çektiğim ilk fotoğrafı, burada doğup büyümüş olan Pınar’a gönderdim.
Deniz kenarındaki Kristal’e oturup kahvaltı yaparken güneş yüzünü gösterdi. Ben de bunu fırsat bilip ufak bir yürüyüş yaptım.
Kahvaltıya geri döndüğümde Bandırma’da biraz dolaşmayı planlasak da, Burcu, Alper ve Sumru’nun limana vardıklarını öğrendik ve arabaya atlayıp Manyas Kuş Cennetine doğru yola koyulduk.
Manyas’a vardığımızda birileri teleskobu kurup göldeki kuşları incelemeye, fotoğraf çekmeye, ben de etrafı kolaçan etmeye başladım.
Güneşe rağmen dondurucu bir rüzgâr esiyordu. Milli Parkın girişine doğru ilerlerken, üstleri yeşil-sarı likenlerle kaplı ağaçlar nefis görünüyorlardı. Aklıma Bolu’da gördüğümüz likenlerle kaplı ağaçlar ve çitler geldi.
Milli Parkta önce müzeyi dolaştık. Ufak müzenin bir odasında, (muhtemelen bakımı yapılmadığından) tüy renkleri oldukça solmuş, doldurulmuş kuşlar yer alıyordu. Ama yine de, kuşların gerçek boyutlarını öğrenmiş oldum. Müzenin diğer odasında ise, 5 kameranın canlı olarak çektiği kuş görüntülerini izleyebiliyordunuz.
Müzeden çıktıktan sonra kuş gözlem kulesine çıktık.
Ağaçların arasında yer alan gözetleme kulesinin görüş açışı çok başarılıydı.
Kendileri için yıllar önce hazırlanmış platform üzerindeki Tepeli pelikanlar çok şirin görünüyorlardı.
Teleskopumuza takılan kuşlar arasında tepeli pelikan, kılkuyruk, sütlabi, kaşıkgaga, büyük akbalıkçıl, karabatak, saz delicesi, yeşilbaş ördek vardı.
Saat 12.30 civarlarında Manyas’tan ayrılıp, 13 gibi Karacabey’e vardık ve güzel bir öğle yemeğini mideye indirdikten sonra, Uluabat Gölü’nde yer alan bir yarımada ile bir ada üzerine kurulu Gölyazı köyüne doğru yola çıktık.
Adadaki dar sokaklardan geçerek, konaklayacağımız Faik Bey Konağı’na ulaştığımızda, bizi bir sürpriz bekliyordu. Göl yağışlardan ötürü 4 metre yükselmiş ve adanın çevresini saran tüm yolu sular altında bırakmıştı. Bu yüzden göl, konağın dibine kadar ulaşmıştı.
Odalara yerleştikten sonra güneş etkisini kaybetmeden dolaşmaya çıktık.
İlk ilgimizi çeken eski evler oldu.
Yarımada ile adayı birleştiren köprüden karşıya geçtiğimizde önümüze çıkan, 750 yaşındaki Ağlayan Çınar, aklıma Amasya’daki II. Bayezid Külliyesinin önünde yer alan ve yaklaşık 630 yaşındaki çınarları getirdi.
Adada bulunan cami de, çınarın bulunduğu yerden gayet güzel görünüyordu.
Yarımadadaki Tiyatro tabelasını takip ettiğimizde kendimizi mezarlıkta bulduk. Eski mezar taşları ve birbirine geçmiş zeytin-çam ağlarının arasından ilerlerken önümüze Aziz Panteleimon kilisesinin arka duvarıyla karşılaştık.
Bahçeye atlayıp, şu anda ibadete kapalı olan ve kültür evi olarak hizmet veren kilisenin önüne geçtik. Eski yapının içi oldukça sadeydi.
Gezimizin son durağı, Gölyazı’ya gelirken, bir sürü fotoğrafçılık öğrencisinin egzersiz yaptıkları, sandal ve sazlıkların bulunduğu alandı.
Gerçekten güzel bir manzarası vardı.
Dönüş yolunda Burcu, Alper ve Sumruyla buluşup, bir kere de onlarla aynı yerleri dolaştık. Akşam yemeğinde ilk kez, tatlı su balığı olan Turna yedim. Sazan ve yayından daha lezzetli geldi.
9 Şubat 2015, Pazar
Pazar günü sabah kalkıp Konakta güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Sumru’nun, martı ve evcil kazları beslemesini izledik.
Hesabı ödeyip tam konaktan ayrılacakken, “sandalla dolaşmak ister misiniz?” sorusuna “evet” cevabını verdik ve yaklaşık 30 dakika ada ve yarımadanın çevresinde dolaşmaya başladık.
Kenarları sular altında kalmış ada çok enteresan görünüyordu.
Manyas’ta gördüğümüz tepeli pelikanlar buraya da gelmişlerdi.
Turun ardından Uluabat gölünü kenarındaki bir başka köy olan Eskikaraağaç’a doğru yola çıktık. Gölyazı’ya göre daha çok tarlanın olduğu köy yeşillikler içerisindeydi.
Eskikaraağaç ve Gölyazı’nın popüler olmasını, 2004’den bu yana köyde düzenlenmekte olan Leyrek Festivali sağlamış.
Gözüme koyunlarla dolu futbol sahası geldi. Hepsinin bir ceza alanına doluşması aklıma bir köşe atışını getirdi. 🙂
Kuleden indikten sonra köyde dolaşmaya başladık. Dar sokaklar ve köy evleri oldukça güzel görünüyorlardı.
Caminin tam çaprazında yer alan bir evin, liken, kara yosunu, sedum ve ballıbabalarla kaplı yeşil-sarı tonlardaki çatısı nefis görünüyordu.
Sırayla çatının üstündeki bitkilerin fotoğraflarını çekerken 3-4 yaşlı yanımıza gelip önce, “hoş geldiniz” dediler, ardından da ne yaptığımızı sordular. Burcu bitkileri anlatınca, aralarından biri, “sizin için güzel, bizim için eski” dedi güldüler.
Gezerken karşılaştığımız neredeyse herkesin “hoş geldiniz” demesi de çok güzeldi.
Eskikaraağaç’tan çıktıktan sonra gölün bir başka tarafından yer alan Fadıllı köyüne gittik. Hemen karşı dağda yer alan HES’in gölgesindeki köyün kıyıları da sular altında kalmıştı.
Sular altında kalmış piknik alanı ve futbol sahasının görüntüleri ve ağaçların suya düşen yansımaları çok hoş görünüyordu.
Fadıllı’dan çıktıktan sonra biraz daha gölün çevresinde dolaştık ve eve götürmek üzere nefis kokan defne yaprakları topladık.
15 civarında dönüşe geçip Bursa’ya doğru yola koyulduk. 15.30’da önce Bursaspor’un yapım aşamasındaki yeni stadyumunun yanından, ardından da Bursa Atatürk’ün yanından geçtik. Saat 16’daki Bursaspor – Gençlerbirliği maçı için akın akın stadyuma giden Bursalıları görünce, (21 kere deplasman yapmış biri olarak, 22.’nin kıyısındayken) Passolig boykotu nedeniyle maça gitmediğimiz için resmen içim yanıyordu.
Hem maç, hem de Pazar olduğunu için, heykel ve çevresi insan kaynıyordu. Arabayı zar zor bulduğumuz otoparka park ettikten sonra, çiseleyen yağmur altında aç kurtlar gibi karnımızı doyurmak için merkeze doğru yürümeye başladık. İlk durağımız Alper’in önerisiyle Kebapçı İskender’di. Fakat küçük lokantaya vardığımızda, önünde sırada bekleyen yaklaşık 20 kişiyi görünce, “Pideli Kebap” yemek için yönümüzü İskender’e çevirdik. Otantik atmosferi, yaşlıca garsonları, döner, köfte ve uzun parça etli “pideli kebabı”, az tatlı şırası ve hesabın bizzat kasaya ödenmesiyle farklı bir deneyim yaşadık. Her şey gayet güzeldi.
Yemek sırasında Tanıl abiden önce, “İrfan çok iyi başladı”, ardından da “İrfan Can asist, Stancu gol” haberini aldım. Bir yandan sevinip diğer yandan “ah ulan” diyordum.
Karnımızı doyurduktan sonra, ilk ve son kez 10 yaşındayken gittiğim Ulu Cami’ye uğradık. İçinde yer alan havuzu ve devasa büyüklüğü ile anımsadığım caminin pek de büyük olmadığını görünce oldukça şaşırdım. Ayrıca havuzun etrafından abdest alındığını görmekte enteresandı. Çünkü benim aklımda sadece havuz olduğunu kalmıştı.
Caminin kubbesi ve duvarlarında çok az motif bulunması ve duvarlarda çok büyük yazıların yer alması şaşırtıcı geldi.
Camiden çıktıktan sonra bir süre daha dolaşıp ardından çay molası verdik. Bu arada Tanıl abiden sırasıyla, 55’de maçın gerginleştiğini, 65’de uzaktan bir şutla skorun dengelendiğini, son 10 dakika sakatlık nedeniyle 10 kişi oynadığımızı ve önce skorun 1-2, sonrasında ise 1-3 olduğunu öğrendim. Beklemediğim sonuç değildi ama yine de ufak bir moral bozukluğu yaşadım.
Çaydan sonra Alper, Burcu ve Sumru, İstanbul’un, biz de terminalin yolunu tuttuk.
Eve vardığımızda saat 3’ü gösteriyordu.
Şehir Notu: Balıkesir, bir şekilde sınırları içerisinde bulunduğum 36. il oldu. Bundan önceki 35; Adana, Afyonkarahisar, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Artvin, Bartın, Bolu, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Elazığ, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Karabük, Kastamonu, Kayseri, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Manisa, Muğla, Niğde, Ordu, Rize, Sakarya, Samsun, Sinop, Sivas, Tokat, Trabzon.