Zaman çabuk geçiyor. Hele güzel olanlar, koşarcasına uzaklaşıp, gerilerde bir kuytuya saklanıyorlar sanki. Çok az olduklarının bilinciyle nazlı davranıyorlar belki de. Peşine düşmenizi bekliyorlar. Arayıp bulmanızı, ardından da “ah”lı methiyeler düzmenizi. Sizi affetmesi için hüzünlenmenizi. Ama belki de, hep son perdede fark edilmeye bozuluyorlardır kim bilir. İçindeyken aranıp sorulmamaya. İlla ki bir son, bir ayrılık beklenmesine…
Oldukça duygusal bir giriş yaptığımın farkındayım. Devamı da böyle olabilir. Şimdiden uyarayım.
Mayıs’ın ortalarında hayatlarımıza adım atan Rafael Demircan‘ın Agos’taki röportajını okuduktan sonra, hem selam etmek, hem de Gençlerbirliği’ne verdiği destekten ötürü teşekkür etmek için attığım ilk maile “Rafael Amca” diye başlamıştım. Çünkü okuduğum o satırlarda büyük bir samimiyet ve ortak dil bulmuştum. Maile verdiği cevap röportajda gördüğüm insanı doğruluyordu.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Yazdığımız mailleri ve verdiği cevapları birbirimize pasladık. Üzerinde kritikler yaptık. Anlattıklarını konuştuk. Ahların-vahların ve ona duyduğumuz büyük saygının içlerimize ekilmesi de aynı dönemde oldu. Her geçen gün biraz daha büyüdü. Benim dilimde Rafael Amca, Rafi Abi oldu.
Sonra bir gün “Doktorumdan izin almayı başardım. Geliyorum” dedi. Kitaplardaki bir roman kahramanının ete-kemiğe bürünmesi gibi bir haberdi bu. Onu havaalanında karşılamaya giden ekipten an ve an aldığım geri dönüşler heyecanımı çarpı on yapıyordu. Akşam kaldığı otele gittiğimde karşımdaydı. Duygularını kolay kolay belli edemeyen biri olarak sarılmayı başaramadım ama elini sıktım, yanaklarını öptüm. Yanında eski başkanımız Hasan Şengel de vardı. Üç-beş hal-hatır muhabbetinden sonra konu Gençlerbirliği’ne, 1970-82‘ye geldi. Sağımda dönemim başkanı Hasan amca, solumda Rafi abi’yi tenis maçı izler gibi takip ediyordum. Biri başlıyor, diğeri devam ediyor. Biri anlatıyor, diğeri ekliyordu.
Birkaç gün sonra Papazın Bağı’nda “bıçkın delikanlı” çıkışlarını amcama benzettiğimi söylediğimde, “amcan nereli” diye sormuştu. “Ankaralı” diye cevap vermiştim. “Herhalde benzeyecek. Ankara bebesiyiz hepimiz” diyerek kahkahayı patlatmıştı.
Sonraki hafta Gençlerbirliği Spor Okulu’nun açılışında İlhan Cavcav’ın elinden sırtında “06 Rafi Abi” yazan formayı gözyaşları ile kabul ediyordu.
Rafi abiye yapılan “hoşgeldin gecesi”nde herkese geçmişi anlatıyordu. Eskileri, unutulmuşları, unutulması için uğraşılanları. Aslında bizlerle paylaşıyordu. Büyüklerinden kendisine aktarılanları, çocukluğunu, gençliğini, yaşadıklarını, mutluluklarını, mutsuzluklarını, umutsuzluğa bulanmış ayakta kalma inançlarını, gidişini, kaybettiklerini, dışarda kalışını, uzakta oluşunu.
Bir hafta sonu, atalarının yaşadığı Zir Vadisi‘nde Ural, Zeynep ve bana rehberlik yapıyor, o günlere dair bildiklerini, bize hiç öğretilmeyenleri anlatıyordu.
Sonra bir ara Alanya’ya gitti. Bu arada benim gibi birçok kişi de tatile gitti. Rafi abiden duyduklarımızı düşündük, anlattık, paylaştık ve geri döndük. Rafi abinin Ankara’ya dönüşü gibi.
Sezonun ilk maçında, Ankara’daki Antalyaspor maçı sırasında ben Akyaka’daydım. Ama elimde telefon bir yandan Tanıl abiden dakika skor alıyor, bir yandan da 25 yıl sonra tribünde takımını izleyen Rafi abinin heyecanını merak ediyordum. 0-1’den son onbeş dakikada 3-1’e gelen maçın ardından Rafi abinin, “mali, bu maç 1-0 biter mi ya! Ben ta Avustralya’dan gelmişim. Olacak iş mi? Bitmez tabi. 3-1 yendik aslanım” sözleri ile keyifleniyordum.
“70-82″de çoğu zaman tek başına, takımın başında gittiği 50’ye yakın deplasmanı aklında tekrardan yaşayarak, ikinci hafta oynadığımız Akhisar deplasmanına da gitti. Dönüşte kötü oynamamıza rağmen, son dakikalarda Jimmy’nin pozisyonunu ahlarla anlatıyor, takımın kötü olmadığını, zamanla oturacağını ve ne olursa olsun onlara destek vermemiz gerektiğini söylüyordu.
Üçüncü hafta Rober Koptaş’ın da geldiği Orduspor maçında, bu sezon tribünde ilk kez yerimi alırken Rafi abinin en uzakta, volta atarak, tek başına maçı izleyişine şahit oluyordum. 0-1 biten devre arasında heyecanla Orduspor’un golünün ofsayt olduğunu anlatmaya çalışıyor, ardından da “bu maç böyle bitmeyecek!” diye ekliyordu. Öyle de bitmedi. İkinci yarı Hurşut’un golü ve kaçırılan 3-4 net pozisyonun ardından 1-1 sona eren maçın ardından Rafi abi, takıma destek olmamızı yineliyor ve İlhan Cavcav’a verdiği “Gençlerbirliği’ni lider yapıp gideceğim” sözünü tutamamanın hüznünü yaşıyordu.
İki hafta önceki belgesel çekimlerimizde, 70-82’deki düşüş yıllarında Gençlebirliği’nin yaşadığı sahipsizliği ama aynı zamanda ayakta kalma azmini, mücadelesini kayıt altına almamızı sağlıyordu. Bir sonraki hafta Hasan Amca ile yaptığımız çekimlerde de yerini alıp “hatırlatıcı ve tamamlayıcı” görevini üstleniyordu. Ama ne yalan söyleyeyim o günlerde pek tadı yoktu. Hüzünlüydü. O ilk günlerdeki heyecan dolu, dinamik Rafi abi değildi.
Geçen çarşamba gecesi tesislerdeki haftalık maçımın ardından duşumu alıp, Rafi abiye “veda gecesine” katıldım. Yine anlatıyor, hiç bilmediklerimizden bahsediyordu. Ama aynı zamanda düşünceli, dalgın ve çok hüzünlüydü.
Aklıma belgesel çekimlerinden birinin öncesinde söylediği, “Doktorun verdiği izin bitti be mali. Dönmem gerek. Hem çocukları, torunları özledim. Onlar da beni özlemişler. Sayılı gün çabuk bitiyor. Bunun sonu da yok zaten. Doyum olmuyor, doyulmuyor.” sözleri geldi.
Rafi abi yarın akşam Avustralya’ya doğru yola çıkacak. Yine son perdede farkına vardığımız güzel günler de, gerilerde bir kuytuya saklanacaklar. Aynı döngü devam edecek ama bu sefer sonunda herkesin mutlu olduğu buruk bir “başlangıç” olacak bizimkisi. Çünkü Rafi abi sonra tekrar gelecek, bu arada bizler de onunla haberleşmeye devam edeceğiz. Aslında uzakta olmadığını, hep burada olduğunu, anlattıklarını buradakilerle paylaşarak kanıtlayacağız.
Yolun açık olsun Rafi Abi…
“Yolun Açık Olsun Rafi Abi” üzerine bir yorum