Öncesiyle, oyunuyla ve sonrasıyla 102 yıllık Ankaragücü’nün düştüğü/düşürüldüğü durumun gölgesinde yaşanan “bambaşka” bir Ankara derbisiydi. Maçtan önce stadın çevresinde gördüğün Ankaragüçlülerin çoğu mutsuz görünüyordu. Ankaragücü’nün yerine Gençlerbirliği’ni koyup biraz empati kurmaya çalıştım.
Sahip olduğunu bildiğin ama sahipsizliği en derinden hissettiğin pis bir duygu hali vardı. Sonuçta bunlar benim gücümün yetmediği büyük işlerdi. Kulüp 100 milyon Avro (1 milyon yaşına kadar yaşasam bile kazanamayacağım para!!!) borca batırılmıştı ama bunu yapanın kim olduğuna dair hiçbir işaret yoktu ortada. Ne hesap soran vardı ne de hesap veren. Sanki borç havadan gelmiş kulübe yapışmıştı. Ben ne yaparsam yapayım birileri gelip sevdiğimi alıp götürüyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Elimden bir şey gelmiyordu. Gerçekten ne yapacağımı bilemediğim karışık ve pis duygular…
Bu olumsuzluğa rağmen, bir yandan da stadın çevresinde bolca gördüğüm bir sahne çok hoşuma gitti doğrusu. Yanlarına aldıkları Ankaragücü beresi, atkısı takan çocukları ile maça gelen orta yaşlı daha hali-vakti yerinde babalar. Bir şekilde iş başa düşmüş ve çocuklarını alıp takıma sahip çıkmaya gelmiş gibiydiler. Kötü günde bir birliktelik de vardı yani ortada. Ve güzel bir şeydi bu…
Son 9 yıldır en iyi sezonunu geçiren Gençlerbirlikliler ise daha coşkuluydular haliyle. Ama hepsi stada gelirken Ankaragücü’nün durumunu düşünmüş ve düşünüyor gibiydiler. Zaten maç öncesinde açılan “Pes Etme! İmalat-ı Harbiye” pankartı ve “ezeli rakibinin” dertlerini sahiplenen, düşmanlarını karşısına alan tezahüratlar ile hep Ankaragücü’nün yanında yer aldılar. Ankaragücü’nü tribüne çağırdılar. Golden sonra fazla sevinmediler. Maç içinde ve sonrasında da tezahüratlarına devam ettiler.
Çünkü biliyorlardı ki bu “bataklık” kurutulmadıkça, kulüpler adam gibi idare edilmedikçe, federasyon tarafından denetlenmedikçe, birileri sürekli cebini doldururken hesap sorulmadıkça bugün Ankaragücü’nün başına gelenler yarın Gençlerbirliği’nin başına da gelebilirdi. Tarih sayfalarına bakınca 1969-70’de gelmişti de. O takım sahipsiz kalmıştı ve tam 12 yıl birinci ligden uzakta, sahipsiz yaşamaya çalışmıştı…
Gençlerbirlikli futbolcular da maç içinde ve sonunda Ankaragücü’ne büyük bir saygı gösterdiler. Golden sonra abartılı sevinmediler. Daha çok top çevirdiler. Maçtan sonra tribüne gelmeyip doğrudan soyunma odasına gittiler.
Maç bitti. 1-0 kazandık. 4. sıraya yerleştik. Play-off için umutlandık ama… Ama kimse daha önce Ankaragücü’nü yendiğimiz maçlardaki tadı almadı, sevinmedi. Çünkü “rakip” gerçekten çok güçsüzdü. Çoğunun aklında “son Ankaragücü deplasmanı olmasın” düşüncesi vardı…
Solfasol Gazetesi, Şubat 2012