Cansınla bol koşuşturmalı bir dönemden geçtiğimiz için tatil yapacak zaman bile bulamıyorduk. Derken beklemediğimiz bir boşluk oluştu ve hızlıca Gürsel’in birkaç kez kaldığı ve beğendiği Adrasan’daki Öğretmen Evleri & Pansiyon’da 5 gecelik yer ayırıp, ivedi bir şekilde neler yapabiliriz diye bir plan hazırlayıp ardından da bavulları hazırlamaya başladık.
4 Temmuz 2022, Pazartesi
En son 2 yıl önce Seferihisar ve çevresine yaptığımız deniz tatilden bu yana ilk kez deniz tatili yapacak olmanın heyecanıyla erkenden yatağa girip gece 2.30’da uyandık ve 3’de, ilk gece yolculuğum için, arabayı çalıştırdım.
Bundan önce Kastamonu, Ilgaz ve Sinop’a araba sürmüştüm ama yaklaşık 650 kilometrelik bu yolculuk aynı zamanda en uzun araba süreceğim yolculuk olacaktı.
Hem bayram tatilinden önce, hem de gece yola düştüğümüz için oldukça sakin bir şekilde yol aldık ve sabah 8’de ilk durağımız olan Isparta’nın lavantalarıyla ünlü Kuyacak köyüne doğru yaklaşıyorduk. Hız limitlerini gösterdiği için navigasyon uygulaması olarak Yandex kullanıyordum ama uygulama daha önce Mardin’de bizi saçma sapan yollara sürükleyip heyecan yaşattığını hatırlamış olacak ki, bir kez daha bizi çakıllı bir tarladan köye yönlendirdi. Söylene söylene, hatta “hiç girmeden Adrasan yoluna geri mi dönsek acaba?” diye kendimize kızıyorken, şükür asfalt yolu bulduk ve onu takip ederek köyün en sonunda yer alan Lavanta Dünyası’na adımımızı attık.
İşletmede henüz kimseler yoktu. Biz de üstümüzü değiştirip lavantalar arasında uzun uzun fotoğraf ve video çektik.
Aklıma lavanta tarlalarını görmesem de her yerde lavanta ürünleri satılan ve lavantalarıyla ünlü olan Güney Fransa’daki Arles şehri geliyordu.
Tam arabaya atlayıp Adrasan’a doğru sürecekken işletme sahiplerini görüp lavanta ürünlerine bakınalım dedik. İyi ki de demişiz, zira hem işletmeci arkadaşla uzun uzun muhabbet ettik, hem de karnımızı doyurduk.
Kuyucak köyü adını kuyularından alsa da Burdur depreminden sonra yer altı suları yönlerini değiştirdiği için yaklaşık 30 yıl içme suyundan mahrum kalmış. Bu yüzden de susuz tarıma yönelmişler. Ayrıca bölgede nüfusu artan yaban domuzlarının ekili alanlara zarar vermelerinden ötürü de normal ürünler yetiştiremiyorlarmış. 70’lerde Fransa ile bağlantısı olan bir adamın sayesinde bölgede susuz olarak üretilebilen lavanta bahçeleri yapılmaya başlanmış. Bu işletme de burada bulunan ilk lavanta işletmesiymiş ve aynı zamanda da köyün en sonunda yer alıyormuş. Ayrıca işletme sahibi arkadaş ve Lavanta Kokulu Köy Kadın Kooperatifi’nin kurucu üyelerinden olan eşinin oturdukları evlerinden daha önce nefis bir Burdur Gölü manzarası olduğunu ama sular çekildiği için artık o manzaradan da mahrum kaldıklarını öğrendik.
Biz bu hoş sohbeti yaparken daha önce hiç yemediğim kabaklı gözleme ve bir de peynirli gözleme sipariş ettik. Kabaklı gözleme oldukça lezizdi. Bunu söylediğimizde kabağın bir yıl önce bizim bahçede de yetiştirdiğimiz ve tadına bayıldığımız Ürgüp’ün ünlü çekirdek kabağı türünde olduğunu öğrendik.
Yemeğimizi yerken bize bahçeden topladıkları semizotundan, lavantalı lokumdan ikram ettiler. Akabinde lavanta balı ve reçelini de deneyip reçelinden almaya karar verdik. Reçelin lavanta esansı, macunumsu kıvamı, kokusu ve rengi efsaneviydi.
Yemeğin ve alışverişin ardından yeniden arabaya atlayıp düştük yollara.
Saat 13:45’de Adrasan’daki Öğretmen Evleri & Pansiyon’daydık. Yaklaşık 650 km yol yapmıştık ve 480 TL civarı gaz yakmıştık. En son Sinop’a giderken yaklaşık 400 km için 380 TL ödediğimiz düşünülünce bu rakam oldukça iyiydi. Muhtemelen sakin yol ve uzunca bir süre sabit hızla seyretmenin yanında bir de Sinop’a giderken gaz fiyatlarının 12’ye yaklaşmışken son dönemde ufacık da olsa bir indirim ile 10-10.50 bandında olmasının da katkısı vardı. Hem ülke, hem de aile olarak ekonomik olarak yaşadığımız sıkıntılı günlerde bu, sevindirici bir haberdi doğrusu. Bir dip not olarak arabayı eylül 2021’de aldığımızda ilk gazımızı 4.29’dan aldığımızı da buraya not süşelim. Sadece 9 ay sonra 10.50’ye düştü diye seviniyoruz!
Her yeri ahşap olarak döşenmiş olan apartımız hem temiz, hem de güzeldi.
Eşyaları yerleştirdik ve hemen dibimizde yer alan Adrasan koyuna yürüyüp şezlonglara kurulduk. Adrasan’daki şezlong ve park yerlerini belediye işletiyordu. Bir ara 2 genç gelip şezlonglar için 20’şer lira aldılar.
Adrasan’a ikinci gelişimdi. Daha önce 2017 Mayıs ayında 3. kez Olimpos’a geldiğimde hava serin olduğu için 2 saat 37 dakikada 13,77 kilometre yürüyerek burada kalan arkadaşlarımın yanına gelmiş, onlarla yüzüp akşamüstü Olimpos’a geri dönmüştüm.
Cansın’la şnorkellerimizi takıp çakıllı denizde yer alan canlıları ve toplanabilecek taşlara bakınıp bir süre yüzdük. Su çok temizdi ama tatlı suyla tuzlu suyun karıştığı yerlerde görüşlerimiz oldukça bulanıklaşıyordu. Ayrıca soğuk tatlı yüzerken ara ara ürpermenize de sebebiyet veriyordu.
Denizden çıkıp yeniden şezlonglarımıza geri döndüğümüzde acıkmıştık. Muhtemelen sadece bir orta boy patatesten yapılan ve ne yazık ki iyi pişmemiş bir kızartmaya 50 lira ödemek enflasyonun nerelere geldiğinin somut bir örneğiydi. Ama el mecbur karnımızı doyurmalıydık! Aynı mekanda biralar da 50’şer lira idi. Şükür orada oturmadığımız için marketten aynı fiyata 2 tane bira kaptım ve bir yandan keyif yaparak karınlarımızdaki gürültüyü biraz olsun hafiflettik.
Yemekten sonra bir kere daha denize girdik ve ardından kaldığımız yere dönüp duşumuzu aldık, hazırlandık ve yemek için yeniden Adrasan’ın ana caddesindeydik.
Cansın’ın gelmeden önce yaptığı araştırmada gördüğü ve bol bol övgü alan Saide Cafe & Restaurant’daydık. Buranın özel ürünü olan vişneli enginar, karışık deniz ürünü, hardallı, kaparili meze ve oldukça aç olduğumuz için sonradan eklettiğimiz şef burger ile rakı sipariş ettik.
Cansınla evde köftesinden, zeytinyağlısına, suşisinden, noodleına, tiramisusundan sütlacına kadar neredeyse her türlü yemeği defalarca deneyerek ve en iyi malzemelerle yaptığımız için çıtayı sürekli yükselttiğimizden olacak ne yazık ki yediğimiz hiçbir ürünü sevemedik. En yaratıcı fikir enginarı vişneli yapmaktı ama onda da enginarın kılçıklı olması tadımızı kaçırdı. Sağlam bir de hesap ödeyerek masadan kalktığımızda “sağlık olsun” dedik. Sonuçta tatildeydik ve yeni , güzel bir şeyler denemeye çalışıyorduk.
5 Temmuz 2022, Salı
Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra markete gidip bir plaj şemsiyesi ve onun sabitlendiği “bidon” aldık. Ardından da gezinin ikinci durağı olan Olimpos’a doğru yol almaya başladık. Boşa sıcakta dolanmayalım diyerek de Google maps’e “Olimpos Plajı” diye yazıp ardından da onun önerilerini dinleyerek yola devam ediyorduk.
Navigasyon bizi önce ana yola kadar tırmandırıp ardından Olimpos sapağından tekrar aşağıya indiriyordu. Oysa yıllar önce Olimpos’tan yürüyerek Adrasan’a hiç yukarı tırmanmadan doğruca güzel bir yoldan gelmiştim. “Neyse vardır bir bildiği” diyerek yola devam ettik. Olimpos’a doğru inerken navigasyon bizi sağa döndürüp tekrar tırmandırmaya başladı. Bir saçmalık vardı, belliydi ama anlamlandıramadık. Zaten dönecek yer de yoktu p yüzden biraz daha devam edince bizi sapa bir dağ yolundan aşağıya yönlendirdiğini fark edip kızgınlıkla geriye döndük. Kafamız karıştığı için bu sefer de Yandex’e geçtik. Bizi doğru yola çıkarttığı için bir süre sonra navigasyona bakmadık fakat garip olan sahile vardığımızda bile hala sahile 10 km yolumuz olduğunu söylüyordu!
Olimpos sahiline gitmek için en kısa yol ören yerinin içinden geçmek. Haliyle burası da ören yeri olduğu için bilet almanız gerekiyor. İşin güzel yanı ise tek girişlik ücretten daha ucuz olan müze kartımızı seve seve aldık. Çünkü tecrübeyle sabittir ki insanın müze kartı olunca her gördüğü müzeye girip dolaşası geliyor ki bu da gayet güzel bir deneyim yaşatıyor. Hem de bedavaya 🙂
Kişisel tarihimde 4. kez Olimpos sahiline doğru yürümeye başladık.
Ören yerinin sahilden girilen kapısının ahşap olan zemini daha önceki gelişlerime göre düzeltilmiş olması çok hoşuma gitmişti. Bakım şart!
Ören yeriyle ilgili kısa bir bilgilendirme;
Olympos, Likya Birliği’nin önemli yerleşim merkezlerinden biri olarak kabul edilir. Komutan Servilius İsauricus, Helenistik Dönem’de kurulan bu şehri korsanlardan temizleyerek M.Ö. 78’de Roma topraklarına kattı. Yakınındaki doğal gazlar (metan) sürekli kendi kendine yandığı için, bu antik kent Çıralı’daki “Hephaistos” kültüyle ün kazanarak önemli bir dini merkez oldu. Olympos Örenyeri içinden geçen dereciğin (Ulupınar) iki yanına yayılıyor. Bu iki yaka hala izleri görülen bir köprüyle birleştirilmiş.
Sahil oldukça doluydu, biz de ören yerine yakın boş bir yerde şemsiyemizi kurduk, sandalyelerimizi açtık ve günün tadını çıkartmaya başladık.
Şnorkellerimizi takıp denizde dolaşmaya başladığımızda buranın Adrasan sahilinden daha güzel olduğunu düşünüyorduk. Fakat tek handikap dağdan gelen tatlı su ortamı serinletse de aynı zamanda tuzlu su ile birleştiği zaman suyu bulanıklaştırıyor ve görüş açısını oldukça kötüleştiriyordu.
Adrasan gibi kıyıda fazla balık göremediğimiz için bir süre sonra bu handikabı çok da umursamamaya başladık.
Saatler ilerledikçe kumsal iyice ana baba gününe dönmüştü.
Birkaç kere deniz ve güneşlenme arasında mekik dokuduktan ve denizde bir elemanın sevgilisine yakınlaştıkça kumsaldaki köpeğinin kıskançlık krizlerini, hatta kumsala yakınlaştıklarında ağzıyla elemanın elinden tutup sevgilisinden uzaklaştırmak için kumsala çekişini gülümseyerek izledikten sonra toparlandık ve arabaya atlayıp bugün için planladığımız Ulupınar’daki Çınar lokantasına gittik.
Ortalık yanarken soğuk suların üzerine kurulan ağaçlar arasındaki mekan oldukça serindi. Gayet hoşumuza gitmişti. Masamıza kurulduk, kiremitte alabalık ve bıldırcın sipariş ettik. Önden ikram edilen nefis tereyağı (bir kere daha rica ettik getirdiler) ve ezmeyi sürekli gelen pofuduk lavaşa süre süre yemek gelmeden önce doymaya başlamıştık bile.
Alabalık da, bıldırcın da gayet lezizdi. Bir de buna hoş sohbet garsonumuzla ara ara laklak etmek de eklenince keyfimiz oldukça yerindeydi. Kısacası dünkü memnun olmadığımız yemekten sonra burası cennet gibiydi.
malicim guzel bir gezi olmuş.Serüvenlerini severek takip ediyoruz.Saygılar 🙂
Eyvallah Suat Abi. Sevgiler… 🙂