İLK AŞKIM
Bana gülmezseniz başımdan geçen bir olayı anlatayım size. Ben parkta bir kıza âşık olmuştum, hem de sırılsıklam âşık! Bizim şehrin güneydoğusunda şehir duvarlarına yakın çok büyük, içini ulu ağaçların gölgelendirdiği bir parkımız var. Adı Şaurugişsar,5 anlamı “kentin ortasındaki bahçe”dir.
Delikanlılık çağına yaklaştığım ve kendimi kanıtlamaya çalıştığım bir yaşta idim. Okul olmadığı zamanlar arkadaşlarla oraya gider, ağaçların gölgesinde serinlerken şundan bundan konuşurduk. Konuşmalarımızın baş konusu da kızlardı kuşkusuz. Herkes nasıl kızlardan hoşlandığını veya hoşlanabileceğini söyler, sevgilisi olanlar birlikteki maceralarını anlatırdı. Bazı arkadaşlar da bir şeyleri olmadığı halde övünmek için, varmış gibi öyküler uydururlardı. Bir kısmını bilerek, bir kısmını doğru zannederek dinlerdik anlatılanları. Aramızda adını hiç unutmadığım Urbau, pek atak bir arkadaştı. Yanımızdan geçen kızlara, şu veya bu şekilde sarkıntılık etmeden duramazdı. Kızlar da bazen onu alaya alarak, bazen kızgın bir bakış fırlatarak, bazen de cilveler yaparak uzaklaşırlardı yanımızdan.
Ben henüz kızlarla pek ilgilenmiyordum. Fakat bir gün parka bir grup kız geldi. Biraz ilerimizde birbirlerine bir şeyler anlatıp kahkahalarla gülüşüyorlardı. Bir an aralarından biri gözüme çarptı. Yüzü bana doğru dönüktü, öyle tatlı, öyle sevimli bir yüzü vardı ki, gözlerinin içi sanki bana gülüyormuş gibi geldi. Siyah saçlarını bukleler halinde omuzlarına, alnına salıvermişti. Alt kısmı uzun, üst kısmı omuzlarından birini açıkta bırakan bir elbise giymişti. Boyu oldukça uzun, beli incecik görünüyordu. Birden. “Niçin bu kızı bu kadar inceliyorum?” diye kendi kendime sordum ve “Acaba aşk böyle mi başlıyor” diyordum. O gün bu düşüncelerle geçti.
İkinci kez parka gittiğimde, birdenbire gözlerimin onu aradığını fark ettim. Aramam beyhude idi, gelmedi o gün. Ondan sonra parkta onu sık sık görmeye başlamıştım. Ya ben onu görmek için parka gitmeyi sıklaştırmıştım veya hakikaten o sık geliyordu. Her gün değişik bir giysi vardı üzerinde. O güzel saçlarına bazen renkli bir bant takar, bazen onları tepesine toplardı. Aradan bunca yıl geçtiği halde, bugünmüş gibi anımsıyorum hepsini. Bu rastlaşmalarda yavaş yavaş göz göze gelmeye başladık. Daha sonra gülümsedik birbirimize. Bu arada arkadaşların durumu fark etmelerinden çekiniyordum, çünkü beni hemen alaya alacaklarını biliyordum. Yanındaki kızların ona seslenmelerinden adının Nindada olduğunu öğrendim, öyle çekici, öyle tatlı bir hali vardı ki, içimden koşup ona sarılmak, bol bol öpmek geliyordu; fakat bende hiç ama hiç cesaret yoktu, yaklaşmaya bile. Onun yerine, eve gidince onun tatlılığı ve güzelliğini, benim özlem, sevgi ve isteklerimi dile getiren içli şiirler yazıyordum.
Bir gün her nasılsa, konuşmayı başarmıştım; başarmıştım ama iş işten geçmişti. Bana nişanlandığım, yakında evleneceğini söyleyivermesin mi; birden beynimden vurulmuşa döndüm. Ne diyeceğimi bilemedim, sanki dilim tutulmuştu. Büyük bir hayal kırıklığıyla yanından ayrıldım. Aslında ben evlenmeyi hiç aklıma getirmemiştim. Hem daha yaşım küçük hem de okulum vardı. Babam da okuldaki bütün bilgileri öğrenmeden ayrılmama hiç izin vermezdi.
Eve büyük bir üzüntü içinde geldim ve hemen onun için yazdığım o güzel şiirlerimi kırıp kırıp toz haline getirdim ve tozlarını da savurdum bahçeye.
Hep üzülürüm, o ilk şiirlerimi öyle aptalca kırıp yok ettiğime. İnsanın aynı duygu içinde şiirler yazmasına olanak yok veya ben yapamadım. Üzüntüm o kadar çoktu ki, günlerce parka gidemedim.
Ah, şu gençlik! Bugün ne kadar yalın gelen o olaylar, zamanında ne heyecan veriyordu insana! O günlerin özlemini zaman zaman çekiyorum; fakat yine de tekrar o günlere dönmeyi, yaşadığım bunca acı tatlı yılları tekrar yaşamayı istemiyorum nedense!
Ludingirra’nın Yaşamöyküsü
Tablet 4
Kitap: Sumerli Ludingirra – Geçmişe Dönük Bilimkurgu, Muazzez İlmiye Çığ