1950’den başlayarak (şu anda 1963 yılındayım) yaptığım futbol araştırmaları sırasında aldığım ilginç notları zaman buldukça derlemek istiyorum… Buyurun 1. Bölüm…
O dönemin gazetelerinde ilk gözüme çarpan şey, Türkçemizin meşhur “esnek”liğinin o yıllardaki gazete yazılarında yer almıyor olması. Bu yüzden maç anlatımlarında “topa öyle bir çaktı ki” ya da “topu kaleye çok güzel soktu…” gibi cümleleri okuyunca ufak bir şaşkınlık yaşıyorsunuz…
Futbol için kullanılan bazı kelimeler de garipseniyor doğrusu. Mesela şut için “şüt” kullanılıyor. Ya da kale direği için “golpostu”. Futböl, ofsait, avut, haftayım…
Bugünlerle karşılaştırıldığında o yıllardaki futbol kurallarından ya da dönemin futbol stratejilerinden kaynaklanan gariplikler de var.
1962-63 sezonundaki İzmirspor – Kasımpaşa maçında, İzmirspor kalecisi Seyfi, takımdaki çok fazla sakat ve cezalı olduğundan forvette görev almış. Maçtan sonra sadece bir yıldız almış ama olsun…
Oyuncu değişikliği olmadığından çok gariplikler yaşanırmış.
1959-60 sezonunda İzmir’de oynanan Altınordu – Gençlerbirliği maçının 1. dakikasında bir hava topu mücadelesi sonunda yere düşen ve kolu kırılan Altınordulu Hüseyin, hemen hastaneye kaldırılmış. Maçın 70. Dakikasında kolu sargılı bir şekilde takımındaki yerini almış…
Eğer takımdan biri sakatlanır ve seke seke de olsa ayakta durabiliyorsa oyundan çıkarılmazmış. Genelde sağ ya da sol hafa alınır orada oyuna devam edermiş. Hatta aynı maçta 2-3 kere sakatlanıp dakikalarca kenarda tedavi görüp tekrar oyuna dönen oyuncular var.
1959’da kurulan Milli Lig’de önceleri sadece İstanbul, Ankara ve İzmir takımları yer alırmış. Hem ulaşım koşulları hem de mali durumlar nedeniyle takımlar deplasmana gittiklerinde oradaki 2 takımla anlaşır ve bu takımlarla Cumartesi ve Pazar olmak üzere 2 günde 2 maç yaparlarmış. Bu ayarlamalarda bazen fikstür gereği gariplikler olurmuş. Mesela 1959-60 sezonunda İzmir’de oynanan Ankara Demirspor – Karagümrük maçındaki takımların birinin İstanbul ve diğerinin Ankara takımı olması bugünler için garip bir ayrıntı. Hani ilk akla cezalıydılar herhalde geliyor…
Aynı maçın 89. dakikasında maçı önde götüren Ankara Demirsporlu Fikri zaman geçirmek amacıyla topu taca atınca hakem Baha Kırçıl tarafından oyundan atılmış. Şimdiki zaman geçirmeleri düşününce… Sahada oyuncu kalır mıydı ki?
O yıllarda kavga dövüş yok mu? Gırla… Maç sonunda, hatta maç devam ederken futbolculara, hakemlere, minderler ya da gazoz şişeleri yağıyormuş … Ama aynı zamanda bugünler için hayal olan sahneler de sergilenirmiş…
1959-60 sezonu Şampiyon Kulüpler Kupasında Fenerbahçe Fransa’nın güçlü ekiplerinden Nice ile karşı karşıya geliyor. Fenerbahçe kalecisi Özcan kalesinde yerini almışken, kale arkasında yer alan Galatasaray’ın kalecisi ve kaptanı Turgay Şeren, sürekli Özcan’a talimatlar veriyor… «özcan dikkat et… sağaçık kayıyor. Ortalayacak…», «naci ileri kayma. senegalli santrafor sakar. osman arkanda solaçık var…»
Bugün maçla alakası olmayan bir başka futbolcunun kale arkasında yer alması bile garipliktir herhalde…
İkinci maçtan önce Turgay Şeren elinde sarı-kırmızılı bir buket çiçekle Fenerbahçe kafilesini uğurlamaya gitmiş…
Çok garip deplasman öyküleri yaşanırmış;
Fransa’da yapılacak rövanş maçından önce kulübün Nice’e vapur kaldıracağı haberleri yayılıyor. Kişi başı 1000 ile 3000 lira arasında maliyetli olması düşünülen seyahat için Denizcilik Bankası, Ankara adındaki vapuru tahsis ettiğini bile açıklar… Ama sonraları bu deplasman organizasyonu ile ilgili hiçbir bilgi düşmez basına…
Nice’le oynanan play-off maçından önce bazı şehirlerden (Bolu, Bursa gibi) Nice’e otobüs kaldırılır. Cebine 10 dolar koyan (ki o zamanlar yazılı izinle döviz alınabiliyor) yanına yorgan, giysi ve yiyecek alıp yola çıkarmış. Ne vize var ne başka bir şey… Ama daha garibi bu haberlerde bahsedilen 10 dolar herhalde sadece maç bileti için ayarlanmış bir para… Zira rakam çok düşük… Bu haberlerden birinde çekilmiş bir fotoğraf hala gözümün önünde. Bursa’dan kalkacak minibüsün önünde yola çıkacaklar dizilmiş fotoğraf çektiriyorlar. Minibüsteki “Bursa – Nice” tabelası ise gayet enteresan…
Avrupa kupalarında deplasmanda oynanan maçlarda tribünde sadece 15-20 Türk olurmuş ki, onlar da genelde Avrupa okumaya gidenler ya da elçilik çalışanlarıymış…
28 Aralık 2010
Yazının diğer bölümleri;
“1950’ler… 1960’lar… Bölüm 1” üzerine bir yorum