1960’daki Göztepe – Galatasaray maçında hakem Orhan Gönül maçın sonlarına doğru oyunu durdurup saha kenarında bulunan Emniyet Müdür Muavini Faruki Bahri’yi stad dışına çıkartmaları için polisleri çağırır. Polisler, hakemin dışarı çıkarılmasını istediği Faruki’nin amirleri olduğunu görünce şaşırırlar. Hakeme durumu anlatırlar ve hakem oyuna devam eder…
50’lerde oynanan Milli maçlar da günümüze göre bir garip aslında… Deplasmana giden milli takımlar tribündeki rakip takım seyircilerinin gönlünü almak için uğraşırlar. Mesela İsveç’de oynanan ve 3-1 yenildiğimiz maça Türk Milli takımı sahaya ellerinde kocaman bir İsveç bayrağı ile çıkarlar… İsrail’e giden Türk Milli takımını İsrailliler Türkçe olarak “Hoş Geldiniz” yazan bir yerde karşılarlar… İstanbula’a maça gelen İsveç takımı maçtan önce önemli anıtlara çelenk koyup hamama gider mesela… İran Milli takımı Mithatpaşa’ya Türk bayrağı ile çıkarlar…
Türk kulüplerinin oynayacağı Avrupa Kupası maçları ya da Milli takım maçlarının oynanacağı günlerde yayınlanan gazetelerde takımın hatta oyuncuların tek tek nasıl oynaması gerektiği yazılıyor. Bu anlatımlarda sanki takımı yöneten bir teknik direktör ya da antrenör yokmuş gibi ahkamlar kesiliyor. Maçtan sonra da yapılan yorumlarla, sahada oynanan futbol arasında ilişki kurulup “biz söylemiştikler” dillendiriliyor…
Milli takımlarda “tek seçici” adı verilen bir görev var. Bu kişi hem rakip takımın maçlarını takip etmek hem de aynı zamanda milli takıma seçilecek futbolcuları belirlemekle görevli. Aslında o dönemde çok fazla karmaşa var. Takım menajerliği ile antrenörlük görevleri arasında hep bir belirsizlik var. Mesela 60larda Galatasaray menajeri Gündüz Kılıç ile antrenör Coşkun Özarı’dan hangisinin takımı kurdukları ya da taktik verdikleri çok da anlaşılmıyor. Bu nedenle birçok kaynakta teknik direktör olarak Gündüz Kılıç geçiyor. Ama dönem gazetelerinde Antrenör olarak Coşkun Özarı ismi zikrediliyor…
Bu konuda Milli takımın kurulması ise başlı başına garip. Sadece tek maçlık antrenörlerin göreve getirilmesi, federasyon başkanının takımı kurması gibi…
Madem Milli takımlardan gidiyoruz bu konuda aklıma gelen en garip olay, futbolcuların birden fazla milli takım forması giymeleri. Mesela, Macaristan’ın yetiştirdiği en büyük futbolcu olan Puşkaş’ın Macaristan ve sonradan da İspanya milli takım forması giymesi ya da Di Stefano’nun Arjantin, Kolombiya ve İspanya formalarını giymesi…
O yıllarda birçok kıtadan farklı takım, gelir elde etmek için sirk vari bir şekilde ülke ülke dolaşıp, gittikleri şehirlerin büyük takımları ile maçlar yaparlarmış. Bu yüzden mesela, Güney Amerika’dan America FC, İstanbul ve Ankara’da maçlar yapmak için gelirmiş. Herhangi bir takım kupalardan birinde isim yaparsa ya da ilgi çekecek özel bir durumu varsa hemen teklifler yağarmış ve turneye çıkarlarmış. Mesela, 47 yaşında Stoke City’de forma giyen Stanley Matthews’in durumu dünya spor basınında o kadar ilgi çekmiş ki, İngiltere’de en üst ligde yer almamasına rağmen Stoke City birçok ülkede maçlar yapmış. Tabi buna Türkiye de dahil…
9 şubat 2011
Yazının diğer bölümleri;