İnsan vücudu herhangi bir tehlike/hastalık durumunda fiziksel ve psikolojik olarak verdiği uyarılarla belki de dünyanın en gelişmiş alarm sistemine sahiptir. Fakat insanların büyük bir bölümü, vücutlarının her geçen gün dozunu arttırdığı uyarıların nedenlerini araştırıp, yaşadıkları sorunlara kalıcı bir çözüm bulmak yerine, ağrı kesici alıp alarm sisteminin sesini kısmayı yeğlerler. Ülke futbolunun durumu da bundan farklı değil.
Çeşmenin başında yer alanlar, neredeyse kurulduğu günden bu yana sürekli dozunu arttırarak alarm veren futbol sisteminin sorunlarını kabullenip çözüm bulmak yerine, her defasında alarmın sesini kısıp uyarıları geçiştirmek için daha fazla parayı sistemin içine sokmayı yeğlediler.
Fakat kulüp yöneticilerinin hesap bile vermeden harcayabildiği bu paralar, sorunları çözmek bir yana daha fazla büyümelerini sağladı.
Oysa sorunları çözmenin en temel yolu “dışardan gelen” paranın arttırılması değil, ülkenin ekonomik gerçekleri göz önünde tutularak, eş değer futbol ekonomilerine paralel bir şekilde kademeli olarak azaltılarak yeniden düzenlenmesidir. Çünkü fazla para insanları tembelliğe iterken, az para insanların yaratıcılıklarını tetikler!
Tıpkı İlhan Cavcav’ın 90’ların ikinci yarısında Gençlerbirliği’nin geliri olmadığı için ince eleyip sık dokuyarak sergilediği yaratıcı ve doğru transfer politikasının kulübü yıllarca başaltı takımı haline dönüştürdüğü gibi. Ama ne gariptir ki; 2006’dan sonra hayat geçirilen düzenlemelerle Anadolu kulüplerine daha fazla paranın akmaya başlamasıyla birlikte aynı Cavcav ve yönetimi transferlerde kronikleşen bir şekilde hatalar yapmaya başlayacak ve Akaralar her geçen gün daha fazla kan kaybedip başaltı takımdan küme düşmemeye çabalayan sıradan bir takım haline dönüşecektir. (Konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için: Gençlerbirliği: Yükseliş, Duraklama Ve Çöküş)
Benzer bir şekilde 2006 yılından sonra para sarhoşu olan birçok köklü Anadolu kulübü bol sıfırlı borç batağına düşürüldükten sonra elleri kolları bağlanmış bir şekilde en alt lige doğru yollanmışlardır.
Sistemdeki paranın azaltılması ve disiplinli bir şekilde uygulanacak altyapı zorunluluğu, 2002’de Almanya’da yayıncı kuruluşun iflasıyla başlayan mali kriz ve akabinde yaşanan çöküş dönemi sonrası federasyonun tüm kulüpleri altyapı kurmaları ve harcamalarını düzenlemeleri konusunda yaptığı yaptırımlara Bundesliga kulüplerinin gösterdikleri tepkiler gibi günümüz futbol sistemindeki paranın neredeyse tamamının aktığı Süper Lig kulüpleri de büyük tepkiler gösterecektir.
Oysa ülkedeki futbol sisteminin artık iflas ettiğinin kabullenmesi ve daha güçlü bir şekilde yeniden doğması için planlı adımların atılmaya başlanması, orta-uzun vadede kulüplerin en büyük gider kalemi olan transferlere ödenen paraların ülke gerçeklerine göre aşağılara çekilmesini, hatta altyapıdan gelen oyuncular sayesinde gelir kalemi olarak bilançoya eklenmesini sağlayacaktır.
Gençlere yatırım yapmak sadece kulübün mali durumunu güçlendirmekle kalmaz, kendileriyle özdeşleştirebildikleri, kendileriyle aynı yerden gelen, altyapıdan yetişmiş, genç oyuncuları izlemek için tribünleri dolduran taraftarlardan da anlaşılacağı üzere kulübün marka değerini de arttırır.
Dışardan gelen parayla zenginmişçesine yapılan ve gerçek anlamda denetlenmediği için çığ gibi büyüyen harcamalara alışmış kulüplerin ve taraftarların kısa vadede tepki gösterecekleri bu değişim süreci elbette oldukça uzun bir süre alacaktır. Örneğin 2014’de Dünya Kupası’nı kazanan Almanya’nın kadrosunda yer alan 2 oyuncu dışındaki tüm oyuncuların federasyonun gayretiyle ülke çapında 10 yıl önce başlatılan altyapı reformunun ilk meyveleri olduğunu görmek bir yandan umut verici ama bir yandan da yeniden doğuşun ancak uzun vadeli ve ciddi bir şekilde uygulanacak planlarla hayata geçirilebileceğinin bir kanıtı.
Fakat bu geçiş dönemini bir fırsata çevirerek saha içinde iyi oynayan takımların başarıya ulaşabilecekleri adaletli bir futbol sisteminin kurulması, ülke futbolundaki hegemonyaların yıkılmasını ve tüm takımları eşit ölçüde kapsayacak bir futbol düzeninin oluşmasını sağlayacaktır.
Bu adil düzende, altyapısını zamanla daha büyük çarkları döndürmesi için hiç durmadan işleyen çarklara dönüştürecek yaratıcı fikirleri hayata geçiren, kurumsal ve şeffaf bir yönetim sergileyen kulüplerin yeşermeye başlaması, zamanla Türkiye’yi hem kulüp, hem de milli takım düzeyinde rakipleriyle boy ölçüşen bir futbol ülkesine dönüştürecektir.
Tüm bu nedenlerden dolayı ülke futbolunun küllerinden daha güçlü bir şekilde doğması için; Türkiye futbol sisteminin iflas ettiğini kabullenerek işe başlayabiliriz. Ya da…
Ya da son günlerde “devlet artık el atmalı!” diye bol bol dillendirildiği gibi, biraz daha parayı sisteme ekleyip, yıllardır tutulacak yeri bile kalmayan rezil futbol sistemimiz yaşıyormuş gibi davranabiliriz. Peki, ne zamana kadar?