Çocukken gittiğim ilk şehir dışı seyahatim Kırşehir ya da Konya olmalı. Çünkü Konya Ereğli’de yaşayan akrabalarımıza giderdik ya da Kırşehir’dekilere ama hangisi önceydi anımsayamıyorum.
1998’deki üniversite sınavında Selçuk Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı bölümünü kodlayacağıma yanlışlıkla Akören’deki meslek yüksekokulu kodladığım için, o günlerde Selçuk Üniversitesinde okuyan amcaoğlu Süleyman’ın yanına gitmiş ve onla birlikte Akören’e seyahat etmiştik. Okulun açılmasına 1 ay vardı ama okul hala inşaat halindeydi. Ankara’ya dönüp çalışmaya devam etme kararı almıştım.
O günlerde ilk kez etli ekmek ve bıçak arasını denemiş ve özellikle hamurunun inceliğine bayılmıştım. Çünkü Ankara’da yediğimiz pidelerin hamurunun olabildiğince kalın yapıldığı günlerdi. En azından bizim yediğimiz yerlerdekiler öyleydi.
Sonraları özellikle kongreler için Antalya’ya giderken yemek molası durağımız olmuştu Konya.
Ve elbette Gençlerbirliği deplasmanları için 2008 ve 2017 yıllarında iki kez Konya’ya deplase olmuştum.
Cansınla bir süredir, bu aralar oldukça popüler olan, tropik kelebek bahçesini görmek için Konya’ya gitme düşüncemiz vardı. Kısmet 27 Ağustos 2024’eymiş.
27 Ağustos 2024
1 $ = 34.0189 TL (Fiyat yazdığım yerleri daha sonra değerlendirmek için…)
Sabah 7’de düştük yollara ve 10.30’da ilk durağımız olan Tropik Kelebek Bahçesi’ndeydik.
200’er lira (5, 87 $) ödeyerek biletlerimizi aldık.
İnsanların anlatımdan ötürü nedense devasa olduğunu düşündüğümüz ama aslında ufak olan bahçeye girer girmez ilk hissettiğimiz, doğal olarak ama yine de şaşırtıcı, yüksek nem oranıydı.
Tek yönlü patikalarda dolaşırken zeminde, bitkilerin üstünde, havada kısacası her yerde kelebekler uçuşuyordu. Oldukça güzellerdi.
Ortam, kelebekler yeni bir deneyim sunuyordu bize. Sevmiştik. Müze kısmı ise daha gerçek ve çok örnekle tıpkı bir tabiat tarihi müzesi gibi zenginleştirilebilir diye düşünüyorduk.
Yaklaşık 45 dakika sonra çıkıştaydık.
Kahvaltımızı şirketten Cemre’nin eşi Ece’nin önerisiyle Ali Baba Fırın Kebap’ta yapacaktık.
Merkezdeki mekana oturur oturmaz garson gelip, “100-150 kebabınız kaç gram olsun?” diye sordu. Denemek için 100’er gram istedik cevabımıza “peki etiniz nasıl olsun? Yağsız, az yağlı, yağlı?” sorusunu ekledi. İlk kez deneyecektik haliyle “orta” dedik.
Yuvarlak lavaşın üstüne serilmiş, fırında pişmiş yumuşacık kuzu eti oldukça lezzetliydi. Yanında söylediğimiz geleneksel ayran da çok güzeldi.
2 tane 100’er gram fırın kebap ve 2 ayrana 650 lira (19,10 $) ödedik ve doygun olmanın verdiği mutlulukla arabaya doğru yürüyorduk.
Bir sonraki durağımız İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden (1899) sonra Türkiye’nin en eski ikinci arkeoloji müzesi olan Konya Arkeoloji Müzesiydi.
Beklediğimizden ufak olan müzede bulunan lahitler doğrudan aklıma Antalya Arkeoloji Müzesi’ni getiriyordu.
Neolitik Çağ, Erken Tunç, Orta Tunç (Asur Ticaret Kolonileri), Demir (Frig, Urartu) Klasik, Hellenistik, Roma ve Bizans Dönemine ait eserlerin sergilendiği müzede en ilginç şeylerden biri fantastik gözleri olan bir toprak kaptı.
Müze bahçesinde yer alan ve üzerinde oldukça güzel motifler bulunan taş/duvar da oldukça güzel bir objeydi.
Müzenin ardından 94 kilometre uzaklıktaki, Beyşehir ilçesi sınırları içerisinde yer alan Eflatunpınar Hitit Su Anıtı’na doğru sürmeye başladık.
Ümit Işın’ın sunduğu Anadolu Arkeolojisi belgeselinden adını duyduğumuz ve gezi listesine eklediğimiz su anıtı oldukça güzeldi.
Berrak ve soğuk su, anıt üstündeki figürler ve onların önünde yer alan boğa heykelleri görülmeye değerdi.
Anıt ve kalıntılar MÖ 1300 yıllarına tarihlenmekteymiş.
Yazıyı hazırlarken wikipedia’da John Henry Haynes’in 1887’de çektiği bir fotoğrafa denk geldim.
Ümit Işın programda anıtın alt kısmının toprak altında olduğunu ve kazılınca doğal su kanalından su gelmeye ve burasının bir havuz haline geldiğini anlatmıştı.
Bir sonraki durağımız Beyşehir’deki oldukça özel bir cami olan Eşrefoğlu Camiydi.
1296-1299 yılları arasında Eşrefoğulları Beyliği döneminde Eşrefoğlu Seyfettin Süleyman Bey tarafından yaptırılan cami 2023’te UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş.
Orta Asya Semerkant, Buhara gibi eski Türkistan şehirlerinde yer alan ağaç direkli camilerin ülkemizdeki en büyük ve en görkemlisi olan yapının 6 metre yüksekliğinde, çini mozaik ile kaplı çok görkemli ve efsanevi bir mihrabı var.
Yapıyı ayakta tutan 46 ahşap sütun, üzerlerindeki işlemeler, motifler oldukça görkemli ve ilgi çekici.
Sütunlar için sedir ağacı kullanılmış. İnşa edilmeden önce 6 ay suda bekletilmişler. Yüzyıllar boyu kış aylarında caminin damındaki kar, çatının ortasındaki boşluktan ortadaki havuza atılmış ve ortamı nemlendirerek ahşap sütunların kuruyarak çatlaması engellemiş.
Dini yapıları çok severim çünkü her din kendi yapısını daha ihtişamlı yapmak için adeta sürekli birbiriyle yarışmıştır. Eşrefoğlu cami de birçok sebeple bugüne kadar gördüğüm en efsanevi ve etkileyici camilerden biriydi.
Camiden çıktıktan sonra gezimizin son durağı olarak, bir başka Hitit eseri olan Fasıllar Anıtı’na doğru yol almaya başladık.
Beyşehir’e 19 kilometre uzaklıktaki Fasıllar köyünde yer alan anıt, Dünya’nın en büyük kaya anıtlarından biri ve Hititler döneminden kalma.
Hitit Kralı Muvattali’nin yaptırdığı Fasıllar anıtı büyük Tanrıyı, bir dağ tapınağında iki aslan arasında gösteriyor. Anıtın üzerinde bir tanrı, iki aslan ve birinci tanrıdan daha önemsiz olan ikinci bir tanrı bulunuyor.
Anıtın bazı yerlerinin ayrıntılı işlenmemiş olması, bazı yerlerinin ise çok kaba işlenmiş olması, uzaktan görülebilecek bir yere dikilmek üzere hazırlandığını göstermekteymiş.
Fasıllar Hitit Kaya Anıtı’nın 100 metre doğusunda Lukyanus Kitâbesi Ve Atlı Kaya Kabartması yer alıyor.
Yerden 10 metre kadar yükseklikteki dik bir kayanın üzerine oyulmuş 1.85 metre boyunda bir at kabartması ve bir nişten oluşan anıtın kitabesinde, genç yaşta ölen bir süvari için yapılacak at yarışlarından ve bu yarışların kurallarından bahsedilmekte.
Anıt, Roma İmparatorluk dönemine tarihlendiriliyor.
Fasıllardan çıkıp bir süre toprak yolda ilerledikten sonra ana yola çıktık ve Konya’ya ulaştık.
Ferah Etli Ekmek’te garsonun önerisiyle toplam 2 porsiyon olacak şekilde yarım bıçak arası, yarım etli ekmek, yarım kekikli kavurmalı ve yarım da kapalı kaşarlı kıymalı söyledik.
Oldukça leziz olan yemeğin ardından yola koyulduk ve bağıra çağıra Candan Erçetin, Yalın, Sezen Aksu ve Mirkelam söyleyerek eve ulaştık.
Böylece yoğun ama oldukça keyifli bir geziyi daha arkamızda bırakmıştık.
Bakalım bir sonraki durağımız neresi olacak.
Anı Videosu;