12 Ekim 2023, Perşembe
Dolaştığımız yerler şehrin en turistlik yerleri olduğu için araba kullanmak inanılmaz zaman kaybıydı bu yüzden de Melih’in önerisiyle dijital İstanbulkart aldık ve toplu taşıma kullanmaya devam ettik.
Kahvaltının ardından Cansın ve Esma‘yla birlikte önce metro ile Kadıköy ardından da vapur ile Eminönü’ndeydik. Bu gezi aynı zamanda sayısız İstanbul gezim arasında en fazla vapura bindiğim gezi olacaktı ki ben bu durumdan gayet memnundum!
Eminönü’ne ilk kez İstanbul’a geldiğim 1997’de gelmiş ve balık ekmek yemiş, Topkapı, Yerebatan Sarnıcı gibi popüler yerleri dolaşmıştım. Kısacası uzun bir aradan sonra yeniden buradaydım.
Bizim hedefimizde İstanbul Arkeoloji müzesi vardı. Meşhur Gülhane Parkının içinden geçip nefis bir binası olan müzeye ulaştık.
Türkiye’nin müze olarak inşa edilen en eski binası olan yapıda çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eserle, dünyanın en büyük müzeleri arasında yer alıyor.
Oldukça etkileyici eserlerin yer aldığı müzede ilk ilgimi çeken şey savaş tanrısı olarak da tanımlanan Antik Mısır’ın cüce tanrısı olan ve özellikle hamile ve lohusa kadınların koruyucusu olarak bilinen Bes’in M.Ö. 6. Yüzyıla ait olan heykeliydi.
Antalya Arkeoloji Müzesi’ndeki nefes kesen lahitlerden sonra burada da oldukça efsanevi lahitler yer alıyordu. Arkeoloji dünyasının başyapıtlarından biri olan İskender Lahdi. M.Ö. 4. yüzyıla ait, Sidon Kralı Abdalonymos’a ait olduğu düşünülen kral lahitin uzun cephesinde Makedonya Kralı Büyük İskender’in Perslerle yaptığı savaşlara ilişkin rölyefler bulunduğu için “İskender Lahdi” adıyla tanımlanmış.
Üzerindeki yas tutan kadın kabartmalarından dolayı Ağlayan Kadın Lahdi adını alan lahit.
M.Ö. 5. Yüzyıldan Lykia Lahdi. Eserlerin üzerindeki kabartma heykeller ve tasvirler o kadar etkileyiciydi ki bayıldık doğrusu.
Bir heykel delisi olarak müzede o kadar eşsiz ve güzel heykel vardı ki başım dönüyordu.
Roma döneminden Herakles başlı konsol,
M.S. 2. yüzyıldan Tykhe heykeli,
Yine roma döneminden Horoz Dövüştüren Eroslar heykeli,
gibi bir sürü güzel heykele ve eseri gördükten sonra yorulmuş ama keyifli bir şekilde müzeden çıktık.
Yine vapura atlayıp Kadıköy’e geçtik. Melih’in favorilerinden Thales Cafe’ye oturduk. Önce Melih ardından da yeğen Alperen teşrif etti ve bol bol keyifli sohbetin ardından yıllardır Melihle geyiğini yaptığımız, kısaca ekmek arası patates kızartması olan, patso yedik. Ardından da arabaya atlayıp tatlı niyetine Melih ve Esma’nın son zamanlardaki favorilerinden olan Erenköy’deki Lu Gelato’da gayet leziz dondurmaları ideye indirerek güne noktayı koyduk.
13 Ekim 2023, Cuma
Bir güne daha metro ile Kadıköy, vapur ile Karaköy’e geçerek başladık ve kahvaltıyı İbrahim Hakkı Uğrak’ta karaköy böreği + çayla yaptık. Tüm börek türlerini denedik ve kıymalının efsane olduğuna karar verdik. Sonraki günler yeniden uğrayacaktık.
Mekanın içinde yer alan taş fırının 1800’lerden buyana kullanıldığını öğrenmek ve görmek de oldukça ilginçti. 2000’ler başındaki bir iş gezisi sırasında bir mekanda karaköy böreği yemiş ve bayılmıştım. Burası mıdır diye gözümde canlandırmaya çalıştım ama karar veremedim sanki orası biraz daha deniz kenarıydı?. Garsona sordum, “çok eskiyiz abi biz kesin burada yemişsinizdir” dedi. Ona inandım!
Karnımızı şenlendirdikten sonra meşhur Galata Köprüsü üzerinden yürüyerek Topkapı Sarayı’na doğru yürümeye başladık. Bölge her zamanki gibi turist kaynıyordu. Bir de bu kalabalığa, muhtemelen, 1 Ekimde Ankara’daki bombalı saldırı girişimi nedeniyle eklenen polis koridorları ve güvenlik tedbirleri de eklenince dolaşmak oldukça güçleşiyordu.
Ayasofya gibi ünlü yapıların önündeki sıra gözümüzü korkutmuştu.
1997 ve anımsayamadığım bir yıl Topkapı Sarayına gelmiştim. Ve her ikisinde de birinde kapalı olduğu için diğerinde de inanılmaz bir sıra olduğu için pas geçtiğim harem bölümüne bu sefer girmeye kararlıydım.
Saraya Gürcistan + Doğu Karadeniz gezimizin Karadeniz bölümü sırasında aldığımz müzekartlarımızla sorunsuz giriş yaptık. Sadece 60 lira harem bölümü için ekstra bilet aldık. Sorunsuz diyorum çünkü yabancılara 750-900 arasında bir bilet ücreti vardı. Gerçi Euro’nun 30 lira olduğunu düşününce 30 euro, yurtdışında gezdiğim müzeleri düşününce oldukça uygun bir fiyattı.
İstanbul Sarayburnu’nda yer alan, Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca, devletin idare merkezi olarak kullanılan ve Osmanlı padişahlarının yaşadığı saray tüm ihtişamıyla benim için üçüncü Cansın ve Esma için ilk kez karşımızdaydı.
Topkapı Sarayı Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de yaptırılmış, Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene boyunca devletin idare merkezi ve Osmanlı padişahlarının resmi ikâmetgâhı olmuştur.
Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m²’lik bir alanda yer alan sarayın bugünkü alanı 80.000 m²’ymiş.
Değerli hazineler bölümü,
İslam dünyasından önemli eserlerin yer aldığı bölümler,
Giysilerin olduğu bölüm,
Kahve ve mutfak bölümü,
Ve elbette deniz manzaralı balkonlar,
Bahçeler derken efsanevi bir gezi yaptık.
Eserler, duvar süslemeleri, yer döşemeleri, ağaçlar ve daha bin türlü ayrıntı Osmanlı saray mensuplarının ihtişamlı yaşamını gözler önüne seriyordu.
Saraydan çıktıktan sonra Topkapı Sarayı’nın giriş kapısı ile Ayasofya arasında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın önerisiyle III. Ahmed tarafından Perayton isimli bir Bizans çeşmesinin yerine inşa ettirilen ihtiaşmlı III. Ahmet Çeşmesini gördük. Tüm ayrıntılarıyla kesinlikle bir başyapıtt!
Son olarak 1597 yılında Sultan III. Murad’ın eşi Safiye Sultan’ın emriyle temeli atılan ve 1665’te zamanın padişahı IV. Mehmed’in annesi Turhan Hatice Sultan’ın büyük çabaları ve bağışlarıyla tamamlanıp ibadete açılan Valide Sultan Cami’nin (yeni Cami) heybetli haliyle yüzleştik.
Bir kere daha yorgun ama oldukça tatminkar bir şekilde Eminönü-vapur-Kadıköy ve ardından günü sonlandırmak adına Melih’in annesi Füsün teyzenin evindeydik. İçli köfte ve birkaç zeytinyağlı vardı masada. Cansınla bir yandan zeytinyağlı ve içli köfteleri yerken bir yandan da Füsün Teyze ile muhabbet ediyorduk. İçli köfte gerçekten ef-sa-ne-viydi!
Bir süre sonra Melih ve Esma’nın muhabbete katılmadığını görüp yüzümüzü onlara çevirdik. Bir de ne görelim, biz henüz bir iki tane içli köfte yemişken onlar iki haneli rakamlardaydılar! Ve sadeceiçli köfte yiyorlardı! O an bir aydınlanma geldi, susup bitmeden içli köfteleri hüpletmeliydik! Biz de öyle yaptık. Demek ki mekanın rajonu buydu! 🙂
İstanbul Gezi Günlüğü (2023) – Bölüm 1’i okumak için tıklayın…
İstanbul Gezi Günlüğü (2023) – Bölüm 3’ü okumak için tıklayın…
İstanbul Gezi Günlüğü (2023) – Bölüm 4’ü okumak için tıklayın…