Başakşehir Fatih Terim Stadyumu’nun Ankara 19 Mayıs Stadyumu’na uzaklığı: 469 km.
Bu sezon yapmayı planladığım deplasmanlardan (Rize, Mersin ve belki Sivas) biri olmamasına rağmen, hem görülecek yeni bir stada sahip olması, hem de son deplasmanımın üzerinden tam 26 ay geçmiş olmasının bünyede yarattığı “açlık duygusu” nedeniyle birkaç hafta önce apar topar bir şekilde Başakşehir’e gitmeye karar verdim.
Deplasmana ara verdiğim 2 yılı aşkın süre zarfında, sadece Twente’nin stadı olan De Grolsch Veste’yi görmüş olduğumu anımsamanın da, deplasman yapma fikrimi ateşleyen sebeplerden biri olduğunu not düşmekte fayda var.
5 Aralık 2015, Cumartesi
Biletlerimizi ayarladık ve cuma gecesi 00.15 otobüsüyle İstanbul’a doğru yola koyulduk.
Sabah 6.15 civarlarında otobüsten indik ve servisle Sarıyer’de oturan Burcu-Alper-Sumru’lara geçtik. Birkaç saat uyuyup kendimize geldikten sonra saat 10 gibi kaldığımız yere çok yakın olan Tarabya’daki Tenis Eskrim Dağcılık Spor Kulübü’ne (TED) geçtik.
Salona girdiğimizde kadınlar elemeleri devam ediyordu. Seyircilerin arasına oturup elemeleri izlemeye başladık. Önümüzde bekleyen yarışmacıların yoğunluğu nedeniyle zaman zaman tırmananları izlemekte güçlük çeksek de keyfimiz son derece yerindeydi.
Kadınlar ön elemesinin ardından 6 kadın sporcunun finale kaldığı açıklandı. Birkaç saat sonra ise erkek sporcuların ön elemeleri başladı ve 4 saat sürdü.
Elemeler tamamlandıktan sonra, tırmanıştan arkadaşımız Kemal’in finale kalan 12 sporcudan biri olması heyecan vericiydi.
Finaller başlamadan önce bir şeyler atıştırmak için Sarıyer iskeleye gittik. Biraz bakındıktan sonra bir yere oturup, ekmek arası uskumru yedik, gayet lezizdi. Bu arada iki tane esnafın Sarıyer maçı hakkında konuştuklarını duyup, hani belki denk getiririm diye düşünerek maç programına bir göz attım ama Sarıyer’in karşılaşması pazar günü 13’deydi. O an aklıma, bir daha “kalmalı deplasman” yaptığımda, alt lig takımlarının maçlarına da bir göz atıp, uygun olanlarına gitmeye karar verdim. Böylece görmediğim farklı statları da görme fırsatı yakalamış olacaktım.
Finaller için salona dönüp yerimizi aldık. Yarışma başlamadan önce 6 erkek ve 6 kadın sporcu salona davet edildi ve yarışacakları 4 rotanın her birini incelemeleri için ikişer dakika süre verildi. Süre tamamlandıktan sonra yarışmacılar salondan çıktılar ve bir kadın bir erkek olarak ikişerli gruplar halinde sırayla rotaları temizlemek için salona geri geldiler. Her bir rotayı temizlemeleri için 4 dakikaları vardı.
İzlemesi son derece keyifli olan yarışmada Kemal’in ilk rotayı temizlemesini bolca alkışladık. Bu arada kuzen Fahriye’de salona geldi ve bizlerle beraber yarışmayı izlemeye başladı.
Yarışmalara aşina olsam da canlı olarak izlemek oldukça keyifliydi. Yarışma tamamlandıktan ve yapılan ödül töreninde Kemal’in ikinci olduğunu öğrendik.
Törenin ardından DJ’in çaldığı müziklerle bol bol eğlendik. Eve vardığımızda saat yarıma geliyordu.
6 Aralık 2015, Pazar
Sabah 9’da uyanıp ufak tefek bir şeyler atıştırdıktan sonra saat 11’de Ali Murat Hamarat ile buluşmak üzere Beşiktaş’a gittim. Hava mevsime göre oldukça güneşli ve sıcaktı.
Uzun zamandır tanıştığımız ama ilk kez yüz yüze görüşme fırsatı yakaladığımız Ali Murat ile oradan, buradan, futboldan bol bol muhabbet ettik. Saat 13 civarında kendisine zaman ayırdığı için teşekkür ettim ve en son Beşiktaş deplasmanında görüştüğümüz Onur Ağca’yı beklemeye başladım.
Onur’la buluşup kısa bir süre laklak ettikten sonra bizi almaya gelen Onur Aydoğan, Akşit Abi ve Nevzat Abiyle buluştuk ve resmi olarak deplasmana start verdik.
Yaklaşık 45 dakika sonra Başakşehir’e vardığımızda, bir şeyler atıştırıp muhabbet etmek için bir Konya lokantasına oturduk ve sonrasında tekrar arabaya atlayıp stadyumun yolunu tuttuk.
Dışarıdan stadyum oldukça güzel görünüyordu. Bilet gişesine gittiğimizde deplasman biletlerinin misafir tarafında satıldığını öğrendik. Bu arada Kubilay Abi, Adem ve Artuğ da gelmişlerdi. Adem ve Artuğ bir arkadaşın passoligleriyle rakip tribünde yerlerini almaya giderken, biz de Kubilay Abiyle beraber misafir takım girişine doğru ilerledik.
Misafir takım tabelasının yanına geldiğimizde, kulübenin içindeki bir görevli kafasını uzatıp, “hayırdır?” dedi. Biz de maça geldiğimizi söyleyince, “misafir takım mı?” diye sordu ve onayladığımızı görünce demir sürgü kapıyı açtı ve arabalarla stat girişine kadar ilerledik. Görevlilere bileti nereden alacağımızı sorduğumuzda, “burada bilet yok, gişelerden alacaktınız” cevabıyla karşılaşıyorduk. Zaten oradan geldiğimizi söyledikten sonra görevli birkaç kişiye daha sordu ve misafir takım tabelasının yanındaki gişeden biletlerimizi alabileceğimizi söyledi. Tekrar arabaya atlayıp geldiğimiz tarafa doğru gittik, biletleri aldık ve yeniden stat girişinde arabaları park ettik. Bu arada maçın başlamasına 10 dakika kalmıştı ve Nevzat Abi, “saat 1’de yola çıkıp, 4’teki maça yetişmeyeceğiz!” diyordu.
(Haftalar sonra Rize deplasmanına giderken Samsun’da Esra, televizyon ekranından çektiği üstteki fotoğrafı verdi ve spikerin, “Gençlerbirliği tribününde bir biletli seyirci görünüyor daha önce de olmuştu” derken bizim tribüne girdiğimizi ve ekrana bu sahneyi gösterip spikerin, “bir kişi değilmiş” dediğini anlattı.)
Ama daha işimiz bitmemişti! İstanbul tayfasının yaptırdığı ve en son İstanbul Atatürk Olimpiyat’ta kullandığımız 31 metre boyundaki pankartı açıp polise gösterene kadar canımız çıktı! Malum aç aç bitmiyordu. Onayı aldıktan sonra iki katlı deplasman tribününde (daha önce İstanbul Atatürk Olimpiyat ve Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu stadında olduğu gibi) “alt kat yassak!” sözlerini işitip üst kata yönlendirildik.
Yeşil sahayı gördüğümüz an İstiklal Marşı çalmaya başladı. Tribünde bizim dışımızda Fatih adında bir arkadaş daha vardı. Biz gördüğü an gülerek, “abi ben de tek olacağım, belki ünlü olurum diye seviniyordum ya!” dedi gülüştük.
Tribündeki ilk iş olarak pankartı asmayı planlıyorduk ama pankart deplasman için ayrılan bölüm için oldukça uzundu! Kısa bir süre düşündükten sonra pankartı en ön sıraya serip arkasına oturmaya karar verildi. Bu arada Lig TV’nin bizleri ve pankartı gösterdiği haberini aldık!
Maçın ilk dakikalarını izledikten sonra Onur Aydoğan’ın fikriyle pankartı tribünün en arkasında yer alan tellere asmaya karar verdik ve koşuşturmaya başladık. Bir süre sonra işimizi bitirdik ve yerimize dönüp (sonunda) maçı izlemeye başladık!
Mehmet Özdilek, Antep maçındaki ilk 11’e göre sadece Doğa – Skulason değişikliği yaparak aynı kadroyu sahaya sürmüştü. Daha ilk dakikada Cikalleshi’nin tam önümüzde Hopf’la karşı karşıya kalması ama topu dışarı nişanlaması sonrası derin bir nefes alıyorduk. Sonrasında Alkaralar, genel olarak rakibi dizginlemek için uğraştı. Ama 30. dakikada orta sahada topu kapan Djalma’nın süratle ceza sahası çizgisine kadar gelip nefis bir hareketle önündeki oyuncuyu çalımlayıp sert bir şekilde kaleye doğru gönderdiği şut sırasında “goool” diye bağırmaya başlamıştık ki top önce üst direğe ardından yere çarpıp sahaya döndü!
İlk yarı tamamlandıktan sonra stadyuma göz atamaya başladım. Zemini, koltukları, çatısı kısacası her şeyiyle stat oldukça güzel görünüyordu. Hele deplasman tribünündeki kantini ve tuvaletlerin temizliği ayrıca hayran olunasıydı.
“Demek ki arkanda bir dayı olursa güzel şeyler yapılıyormuş!” diye düşündük, ardından da “Ankara’da niye olmuyor?”u konuştuk.
Bir ara Onur Ağca ile Zihni Sinir’liliğimiz tuttu ve deplasman tribününe “karton seyirci” yapma ve “hatıra bilet” bastırıp satma fikirleri üzerinde yoğunlaştık. Kim bilir belki bir gün yaparız!
İkinci yarı başladığında ilk dikkatimi çeken şey, maratonun alt tribününde yer alan ve neredeyse tüm maç boyunca hiç susmayan çocuk taraftarlardı. Yıllardır Gençlerbirliği’nin kulüp ve futbol sevgisini aşılamak için bir çocuk tribünü oluşturması gerektiğini konuştuğumuz için, bir süre gıptayla tribünü takip ettim. Zaten maç sonrasında Abdullah Avcı ve bir futbolcu doğrudan o tribüne gittiler ve futbolcu formasını attı. Kısacası Başakşehir’in “bu işi” ne kadar ciddiye aldığı net bir şekilde görünüyordu!
Bir ara alt kata inip polisten “izin aldıktan!” sonra görüş açısının nasıl olduğunu görmek için birkaç fotoğraf çektim. Atatürk Olimpiyat ve Şükrü Saracoğlu’nda da olduğu gibi alt katın izleme açısı daha güzeldi!
Tribünde bol bol, “Haydi Gençler!”, “10’uncu olmamız engellenemez”, “Gençler!” tezahüratları yaptık. Bir ara Kubilay Abinin, “Başakşehir sustu bizi dinliyor!” tezahüratına ise kahkahalarla eşlik ettik. Sanırım 70. dakika civarında sağımızda bulunan maraton tribününü üst katından “Hoş Geldiniz!” tezahüratı yapıldı. “Hoş Bulduk!” diye karşı tezahürat yapıp alkışladık.
İkinci yarı genelde orta saha mücadelesi şeklinde ilerliyordu ama Başakşehir daha çok golü isteyen taraftı. Onur Ağca, “75 oldu” dediğinde takımın hiç değişiklik yapmadığını fark ettik. Teknik direktörün en azından “taze kan” olsun diye birilerini alması gerektiğini konuşurken serbest vuruştan topu filelerimizde gördük.
Özdilek, Guido ve İrfan Can’ı yanına çağırdı ama onlar hazırlanana kadar 6 dakika geçmişti ve ikinci kez top filelerimizde süzülüyordu.
Sonrasında pankartı toplamanın daha yararlı bir iş olacağına karar verdik. Bu arada ikinci katın en üstünden de bir fotoğraf çekip görüş açısını görmek istedim.
Maç bittikten sonra takımlar soyunma odasına giderken “her şeye rağmen” oyuncuları alkışladık. Bu arada Guido’nun bize dönüp alkışla karşılık vermesinden ötürü ufak bir mutluluk hissettik.
Arabalara doğru yürürken Onur Ağca, “zaten yensek, önümüzdeki filelerden ötürü forma atamayacaklardı!” dedi güldük.
Arabalara atlayıp bir pastanede oturduk ve bir şeyler içip, “ne olacak bu takımın hali?” sorusuna kendimizce cevaplar ürettik.
Karşı tribünde yer alan Adem, maçı izlerken bir ara heyecanlanıp ayağa fırladığını, ardından yanındaki bir seyircinin “sana ne oluyor?” dediğini duyunca, “Gençlerliyim ben” diye cevap verdiğini ve soruyu soran kişinin, “ha tamam ben de Beşiktaşlıyım zaten” dediğini, o anda başka bir seyircinin de, “ben de Trabzonsporluyum” dediğini anlattı. Gülüştük.
Kısa süreli sohbetin ardından tekrar arabaya atladık ve “Gençlerbirliği’nin durumunu” konuşmaya devam ettik.
Saat 8.30’da eve vardım. Güzel bir akşam yemeği ve muhabbetin ardından gözlerimizi kapatıp bir sonraki gün öğlen uçakla Ankara’ya döndük.
Takımın, 14 haftada topladığı 13 puanla, lig tarihimizin en kötü 4. sezonuna imzamızı atarak düşme potasında yer aldığını bir kenara koyarsak; İstanbul’daki Gençlerbirlikliler sayesinde hayatımın en konforlu deplasmanlarından birini yapmış oldum.
Kişisel deplasman karnesi: 22maç, 3g, 8b, 11m, 15ga, 31gy.
Video Anı;
Dip not: Başakşehir Fatih Terim Stadyumu’ndan önce gördüğüm 23 stadyum sırasıyla şunlar: Ankara 19 Mayıs, Cebeci İnönü, Mudanya İlçe, Beşiktaş İnönü, Sakarya Atatürk, Yenikent ASAŞ, Bursa Atatürk, San Siro / Giuseppe Meazza, Santigao Bernabeu “Maç yoktu. Stat turu ile gezdim”, Konya Atatürk, Eskişehir Atatürk, 5 Ocak, Ali Sami Yen, Samsun 19 Mayıs, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu, 19 Eylül, İstanbul Atatürk Olimpiyat, Recep Tayyip Erdoğan, Kadir Has, Türk Telekom Arena, Hüseyin Avni Aker, Dr. Necmettin Şeyhoğlu, De Grolsch Veste.
İlgili maç: 2015-2016 Sezonu Spor Toto Süper Lig 14. Hafta Maçı Medipol Başakşehir 2-0 Gençlerbirliği
“Siteye Kayıtlı” Bir Sonraki Deplasman Anım: “23. Deplasmanım Ve Gördüğüm 25. Stad: Çaykur Didi “Yeni Rize Şehir” (818 Km)”
“Siteye Kayıtlı” Bir Önceki Deplasman Anım: “21. Deplasmanım ve Gördüğüm 22. Stad: Dr. Necmettin Şeyhoğlu (221 km)”