2011’de Amerika’da yayınlanmaya başlanan ve evi terk eden bir anne ile alkolik bir babanın (William H. Macy) 6 çocuğunun geçinme çabalarını konu alan Shameless’ın ilk sezonunu büyük bir şaşkınlık ve bol kahkaha ile izlemiştim. Neredeyse dizideki tüm karakterlerin utanmazlık, mecburiyet ve alışmışlık arasında gidip gelen olağandışı hareketleri hem şaşırtıcı, hem de bir yandan eğlenceli, bir yandan da hüzünlüydü. İlk sezonun bu karışık hislerle dolu ruh hali gayet ayarındaydı.
Fakat ikinci sezondaki drama ve acımasızlık dozu terazinin ağır tarafında yer alıyordu. Böyle olunca heyecanla başladığım ikinci sezonu darala darala izledim. Bu yüzden de, üçüncü sezona bir türlü başlamak içimden gelmedi. Ta ki Şükrü ve Işık’tan, Shameless’ın en iyi sezonunun dördüncüsü olduğunu duyana kadar.
İlk birkaç bölümden sonra ilk sezondaki kadar eğlendiğimi ve şaşırdığımı görünce daha da kaptırdım kendimi ve yaklaşık 3 haftada 24 bölümü izleyiverdim. Ki çoğu zaman “tamam bugün bu kadar yeter, hemen bitmesin” diyerek kendimi frenliyordum.
Üçüncü sezonda dram-eğlence dozu oldukça dengeliydi. Dördüncü sezonda ise Fiona’nın (Emmy Rossum) kötü dönemi dışında genelde eğlence dozu daha bir ağırdı.
Uzun lafın kısası, eğer Gallagher ailesinin sıra dışı (belki de mecburi) yaşamına alışırsanız, son iki sezon gayet güzel geliyor, tıpkı ilk sezonda olduğu gibi.
Shameless US – Season 3 Trailer
Shameless Us – Season 4 Oficial Trailer