Tapınakta İlk Kez Bir Kadınla Birlikte Olmuştum, Tablet 18, Sumerli Ludingirra, Muazzez İlmiye Çığ

TAPINAKTA İLK KEZ BİR KADINLA BİRLİKTE OLMUŞTUM

Yaşım yirmiyi geçmiş, henüz bir kadınla yatmamıştım. Bunun için en uygun yerin, tapınaklarımız olduğunu ve oralarda bu görev için Tanrıçalarımız adına kendilerini adamış rahibelerimizin bulunduğunu biliyordum; fakat bir türlü oralara gitmeye cesaret edememiştim. Yalnız bu iş için, tapınaklara her isteyen gelişigüzel gidemez kuşkusuz. Ancak, Tanrılarımıza, tapınaklarımıza saygılı olan; kurbanlarını, hediyelerini düzenli olarak götürüp sunan; dinsel törenlere ve bayramlara her zaman katılan; genellikle aydın ailelerin bireyleri bu hakka sahiptir. Benim ailem de bu düzeyde olduğundan rahatlıkla gidebilirdim. Yaşım da uygundu. Fakat ne olursa olsun yalnız gitmeye hiç cesaretim yoktu. Bir gün bizim mahallede oturan, Hekim Urnigin’in oğlu Dada ile konuşurken ben, “Haydi, seninle Tanrıçamız İnanna’nın tapınağına gidelim!” dedim. Tanrıçamız İnanna’dır, bize sevmeyi, aşkı, üremeyi öğreten. Bu yüzden onun tapınağında, bu işlerin daha bir başka olduğunu duyardım. Arkadaşım ne söylemek istediğimi hemen anlamıştı. Şöyle bir düşündükten sonra, “Olur, ama ancak iki gün sonra gidebilirim” dedi. Ben de hemen gidebileceğimizi düşünmemiştim galiba. “Olur” dedim. Üçüncü günü büyük bir heyecan ve merakla beklemeye başlamıştım. Bu arada tapınağa götürülmesi gereken belgeleri toplayıp sıraya koymam gerekiyordu. Bunlar bizim ailenin bir yıl içinde oraya götürdüğü hediyelerin makbuzları idi. Bizim öyle çok bayramımız ve törenimiz vardır ki… Ay’ın gökte ilk göründüğü günden başlayarak, her ayın yedinci, on beşinci, otuzuncu günleri bayramdır. Ayrıca ölmüş büyüklerimizi andığımız günler, Tanrılarımız için yaptığımız törenler oldukça çoktur bir yıl içinde. Bu günlerde herkes gönlünden ne koparsa veya durumu neye olanak verirse tapınaklara taşır. Bunlar pişmiş, çiğ veya canlı kuş, balık gibi av hayvanları ve evcil hayvanlar; ekmek, un sebze, yağ gibi yiyecekler ve bira, şarap, süt gibi içeceklerden oluşmaktadır. Bütün bunlara ait makbuzları aylara göre ayırıp sıraya koymak pek kolay iş değildi. Arkadaşım da kuşkusuz aynı işlemleri yapmak ve belki de kendisini alıştırmak için işi iki gün sonraya bırakmıştı. Çünkü onun da ilk gidişi olacaktı. Kararlaştırdığımız güne kadar hepsini derleyip toparladım ve akşama doğru buluştuk arkadaşımla ikimizin elinde makbuz yüklü sepetler ve bira dolu testilerle tapınağın yolunu tuttuk. Nasıl heyecanlı idim bilemezsiniz! Elim, ayağım titriyor, ayaklarım geri geri gidiyordu. Arkadaşım da benim gibi idi; ama ikimiz de birbirimize heyecanımızı belli etmemek için gayret ediyor, boş laflarla zamanı geçirmeye çalışıyorduk. Ne garip, bunları yazarken bu yaşımda bile, o günkü korku, merak ve sevinçten oluşan hislerimi duyar gibi oluyorum. Tapınağın o görkemli basamaklarından kendimizi sakinleştirebilmek için olsa gerek, ağır ağır çıktık. Yapının içine girince etrafımızı, bizi Tanrıçamıza ulaştıran ve yalnız onu düşünerek içimize huzur veren bir tütsü kokusu ile lir ve harp çalgılarından dökülen tatlı bir müzik sesi kuşattı. Karşımızdaki en son bölmede, altınla süslü giysiler içinde Tanrıçamızın yontusu bizi karşılıyor gibi idi.

Büyük salonda oradan oraya giden rahipler ve rahibeler görülüyordu. Bir an şaşırdık nereye gideceğimizi. Girişin biraz ilerisinde, karşılıklı iki oda önünde sıralanmış insanlar duruyordu. Bir tarafta yalnız erkekler, diğerinde kadın erkek bir arada idi. Bizim gideceğimiz yer “erkekler tarafı olmalı” diye o tarafa yöneldik. Bir hayli bekledikten sonra içeri girme sırası bize gelmişti. Girdiğimizde karşılıklı oturan iki yazıcı gördük. Birine Tanrıçamız için getirdiğimiz bira testilerini verdik. O da yanında duran kilden küçük bir parça alarak, üzerine ne kadar bira getirdiğimizi, adımızı, babamızın adını ve günün tarihini yazıp bir de mührünü basarak bize uzattı. Birer tane de kendisi için yazarak yanma koydu. Bunlar daha sonra günlük, haftalık ve aylık listeler halinde büyük tabletlere geçirilir. Odanın duvarları üst üste, üzerinde etiketler asılı ve tabletler bulunan raflarla kaplı idi. Diğer yazıcı, getirdiklerimizi raftan aldığı koca bir tabletle birer birer karşılaştırdı. Hepsi tamamdı; ancak çok uzun sürmüştü bu işler. Fakat her ikimiz de tapmakta her zaman seks yapma hakkını kazanmıştık artık. Bu arada biraz sakinleşmiştim. Arkadaşım da öyle görünüyordu. Dışarı çıkınca yine bana hafif hafif titreme gelmeye başlamıştı. Bir rahibe, bizi ve biri genç, ikisi orta yaşlı görünen erkeği yanma alarak, içinde yaşlarını pek tahmin edemediğim on kadar rahibenin bulunduğu bir odaya soktu ve ayrıldı.

Rahibeler sıraya dizilmiş, bizleri şöyle bir gözlediler. Aralarında bir fısıldaşma oldu ve beş tanesi içlerinden ayrılarak bize doğru geldi. Her biri, birimizi seçerek elimizden tutup bu işler için ayrılmış aşk odaları denen odalara götürdüler. Ben rahibeleri, kendimiz seçeceğiz zannetmiştim. Halbuki onlar sokak fahişeleri değildi ki… Bunlar Tanrıçamızın görevini üstlenen kutsal fahişelerdi, düşünememiştim o zaman. Onların başı Tanrının gelini sayılır ve yüksek düzeydeki kadınlardan olur. Diğerleri, Tanrının odalıklarıdır. Odaya girdiğimizde ilk gözüme çarpan, tahtadan yapılmış, üzerinde bembeyaz keten çarşaf serili bir yatak oldu. O çarşaf bana, sevgili Tanrıçamız İnanna’nın evlenme töreninde serilen çarşafları hatırlattı.

Heyecanım yine en üst düzeye ulaşmıştı. Birdenbire her şeyden vazgeçip eve kaçmak istedim. Fakat iş işten geçmişti artık. Rahibe benim oturmamı işaret etti. Kendisi de karşıma geçti. Yüzüne bir türlü bakamıyorum. Genç miydi, güzel miydi, fark edememiştim. Bana çok tatlı, sevgi dolu bir sesle, “İlk kez mi buraya geldin, adın ne?” dedi. Arkasından annemin adını, babamın adını, okulu bitirip bitirmediğimi, bir iş yapıp yapmadığımı sordu. Sorularına yanıt verirken bir taraftan da onu gözlemeye çalışıyordum. Herhalde o kadar dikkatle izlemiş olmalıyım ki, yüzünü hiç unutmadım diyebilirdim. Boyu benim boyuma yakın, benden daha yaşlı görünüyordu. “Acemi olduğum için beni daha deneylisi aldı herhalde” diye düşündüm. Başını bir örtü ile sarmıştı. Yanlarından siyah lüle lüle saçları görünüyordu. Birden aklıma geldi; kutsal fahişelerin sokakta başlarını örtmelerinin zorunlu olduğunu biliyordum. “Demek tapınağın içinde de başlarını örtüyorlarmış” dedim içimden. Yüzünün rengi biraz esmerce olmasına karşın yanakları al aldı.

Acaba o da mı benim gibi heyecanlanıyor? Olabilir, çünkü o da toy birine bir tür ders verecekti ve bunda başarılı olup olmayacağını bilemezdi. O, soruları sorarken bir taraftan ellerimi tutuyor; başımı, yanaklarımı okşuyordu. Ellerinin derimin üzerinde sıcaklığım hissettikçe içime ılık ılık bir şey akıyor gibi olmaya başlamıştı. Bir ara kendimi tutamamış ve bütün gücümle ona sarılarak rasgele öpmeye başlayıvermiştim. Artık açılmış, her şeye hazır duruma gelmiştim. Ondan sonrası bir rüya gibiydi. Zaman hiç bitmesin istiyordum, ama her başlangıcın bir sonu vardı kuşkusuz.

Daha sonraları oraya birçok kez gitmiş olmama rağmen o ilk gün belleğimde öyle derin iz bırakmış olmalı ki, bu yaşımda bile rüyalarımda o günkü heyecanımı yaşadığım geceler oluyor.

Ludingirra’nın Yaşamöyküsü
Tablet 18

Kitap: Sumerli Ludingirra – Geçmişe Dönük Bilimkurgu, Muazzez İlmiye Çığ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.