Gençlerbirliği tribünlerine gittiğim ilk günlerden itibaren ilgimi çeken simalardan biri Necdet abiydi. Maçın herhangi bir anında ayağa fırlayıp gür sesiyle haykırdığı “Haydi Gençler!” tezahüratıyla birlikte tüm tribün birden hareketleniyor ve “Haydi Gençler!” diye bağırmaya başlıyordu. Bu ani tezahürat sahada sessiz sakin maç yapan futbolcuların bir an afallamasını sağladığı gibi, benim gibi tribün yenileri için de şaşkınlık verici bir özelliğe sahipti.
Gel zaman git zaman, Necdet abiyle muhabbet ettikçe, onun, Polatlıspor, Gençlerbirliği ve Ankaragücü’nü birer adım önde tutmak üzere tüm Ankara takımlarına bağlı olduğunu öğrenecektim. Takımın adından ya da oynadığı ligden bağımsız olarak topun döndüğü her yerde durup maç izleyen, Gençlerbirliği tribününde (hangi olayın akabinde gelişirse gelişsin) küfre ve çirkinliklere “arkadaşlar Gençlerbirliği’mize yakışmıyor” diyerek izin vermeyen ve her muhabbetimizde sadece futbolun güzel yanlarından bahseden, “hayalperest bir futbolsever” olduğuna şahit olacaktım.
Necdet abinin futbol anılarını alkaralar.org‘dan, Kalemizde Adil Var ve Yenilsen de Yensen de kitaplarından okumuştum. Geçenlerde İletişim’den Taşradan Futbol Hikâyeleri başlığı altında bir kitabı daha yayınlandı.
Öncelikle, adında ya da içeriğinde Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş geçmeyen hiçbir yayının doğru dürüst basılmadığı ülkemizde, Necdet abinin çocukluğundan bu yana hayatının kesiştiği amatör takımlarla ilgili anılarını yayınlama cesaretini gösterdikleri için İletişim Yayınları’na, ardından da, sadece 3 takımın peşinden koşan Türk futbolseverlere farklı bir açıdan futbolu anımsattığı için Necdet abiye teşekkür etmek gerek.
İçinde reytingden oldukça uzakta, saf ve duru bir şekilde “sadece futbolun” yer aldığı bir kitap okumak isterseniz siz de bir göz gezdirin derim…
Kitaptan;
Paşa!
“Abii, abii! Şimdi at, şimdi!”
Polatlı…
Doğduğum, çocuk ve genç olduğum, mahalle ve okul arkadaşlarımla acı tatlı birçok anı yaşadığım, ama nedense hep tatlı olanlarını anımsadığım, eskiden herkesin birbirini tanıdığı ve her yiğidin namıyla anıldığı o küçük, şirin bozkır kasabası. Şimdilerde ise birbirini tanıyan insanların artık azaldığı, oldukça büyük, kasaba irisi, ama yine de benim gözümde güzel, şirin ve sevimli bir bozkır kenti…
Ve 1970’li yıllarda, hasat mevsiminin bitiminde, “Polatlı’nın futbol mabedi” olarak kabul edilen Şehir Stadı’nın maçlardan önce itfaiye aracı tararından sulanan zımpara gibi toprak sahasında, Kaymakamlıkça düzenlenen ve bizim gibi futbol tutkunları için mini bir “Dünya Kupası” havası taşıyan köylerarası futbol turnuvaları…
Ekonomik durumlarına göre kâh Polatlı’daki manifaturacılardan veya Ankara’daki spor mağazalarından alınmış, kâh köyün dikiş bilen kadınları tarafından elde dikilmiş, bazıları Peru Milli Takımı’mn formasını andıran rengârenk forma ve şortlarıyla büyük bir heyecan içinde futbol oynamak için sahaya çıkan köy takımları: Kargalı, Çekirdeksiz, Karayavşan, Karakuyu, Toydemir, Tırnaksız, Uzunbeyli, İnler, Kuşçu, Sivri, Tatlıkuyu, Şıhahmetli ve diğerleri…
Üstten bagajlı, burunlu otobüsler, minibüsler ve traktörlerle köylerden takımlarını desteklemek için adeta Polatlı’ya akan ve bazıları davul-zurnalarını da yanlarında getiren futbolseverler…
Sahayı çevreleyen tel örgülere asılmış, bazı köylerin isimlerini taşıyan pankartlar… Ve bunların arasında göze çarpan iki büyük pankart:
“KÖYDEN ESEN FIRTINA-ŞIHAHMETLİSPOR!”
“SAKIN OL ŞUURLU OYNA, KARŞINDA YENİLMEYECEK TAKIM YOKTUR – ŞIHAHMETLiSPOR!”
Maçların hakemliğini üstlenen eski futbolcular ve lisanslı tek hakem Astsubay Kıdemli Başçavuş Mehmet Karadeniz…
Bu turnuvalarda büyük bir zevkle arz-ı endam edip çocukluk arkadaşlarıyla birlikte köylerinin takımlarında oynayan ve o anda profesyonel olduklarım unutarak, bütün alçakgönüllülükleriyle varlarını yoklarını amatör bir ruhla ortaya koyan, bize göre hepsi birbirinden şöhretli futbol yıldızları: Bir zamanlar Eskişehirspor ve Gençlerbirliği’nde oynayan, bir ara (A) Milli Takıma da seçilen Tırnaksızlı Tarkan Bilal, Ankaragücü’nde oynayan Uzunbeyli Kâzım, onlar kadar tanımadığımız, yalnızca Konya İdmanyurdu’nda oynadığını öğrendiğimiz Kargalılı Celal ve kardeşi, Gençlerbirliği’nde oynayan, daha sonra da Adana Demirspor, Fenerbahçe, Mersin İdmanyurdu gibi takımlarda oynayacak olan Paşa Hüseyin.
İşte bu şöhretli futbol yıldızlarından belki de en ilginç kişiliğe sahip olanı Paşa Hüseyin’di.
Anımsadığım kadarıyla onu ilk kez 70’li yıllarda yaz aylarında düzenlenen Kaymakamlık Kupası futbol turnuvasında Kargalı köyünün futbol takımında izlemiştik.
Paşa’yı Avni Bulduk’un keşfettiğini, Gençlerbirliği’nde oynadığını ve bu turnuva için Ankara’dan geldiğini öğrenmiştik.
Onun, ilkokulda okurken bir müsamerede “Paşa” rolünü oynadığı için hayatı boyunca “Paşa Hüseyin” olarak anıldığını ise sonraki yıllarda öğrenecektik.
Yenilgiyi kabul etmeyen hırslı bir kişiliği vardı Paşa’nın. Bu kişiliğiyle takımın doğal kaptanıydı.
O bunaltıcı yaz sıcağında sahada ileri-geri çalışıp basmadık yer bırakmıyor, bir yandan arkadaşlarının açıklarını kapatmaya çalışırken bir yandan da sürekli olarak onları uyarıyor; tekmeye kafa uzatıyor, rakip kaleye mesafe tanımaksızın uzaktan sert şutlarla goller atıyor; neredeyse bütün taçlan, frikikleri ve kornerleri o kullanıyordu.
Kısacası takımın her şeyi olan Paşa, o güne kadar çok az profesyonel futbolcu görmüş olan biz genç futbolseverlerin hayranlığını birkaç maçta kazanıvermişti.
Kargalı köyünün futbol takımı bu turnuvalardan birinde Paşa Hüseyin ve ağabeyi Celal’in çabalarıyla şampiyon da oldu. Paşa, kaymakamın elinden aldığı kupayla köyünün gençlerinin omuzlarında, stadı hıncahınç dolduran futbolseverlerin coşkulu alkışlan eşliğinde şeref turu atarken, gözlerinden akan sevinç gözyaşlarını saklamaya bile gerek görmüyordu.
Gençlerbirliği’nde bir süre daha oynayan Paşa Hüseyin’in o yıllarda Türkiye 1. Ligi’nde mücadele eden Adana Demirspor’a transfer olduğunu öğrendiğimizde çok mutlu olduk ve onunla gururlandık.
Ancak Paşa’nın futboldaki yükselişi bununla kalmayacak ve bir yandan Ordu Milli Takımı’na seçilirken, bir yandan da çok sevildiği Adana Demirspor’dan Fenerbahçe’ye transfer olacaktı.
O dönemde, yetenekli futbolcu öğütme ve yok etme fabrikası olan Fenerbahçe’de yalnızca iki sezon oynayabildi Paşa… Sonra Mersin İdmanyurdu’na transfer oldu. Bir süre de orada ter akıtıp başka takımlara gittikten sonra, futbol piyasasında adı daha az duyulur oldu.
Oysa ben bir Polatlılı olarak onun gibi amatör ruhlu bir futbolcunun Ankaragücü, Gençlerbirliği ya da o dönemde 2. Lig’de mücadele eden Polatlıspor gibi bir Ankara takımında oynamasını ne kadar çok istemiştim!
Ama bir türlü olmadı. Ne yazık ki onu Ankara’da çok izleyemedik.
Yıllar sonra, hasta olduğunu öğrendiğimizde Gençlerbirliği taraftarları olarak çok üzüldük. Ziyaretine giderek moral vermek istedik. Ancak hastalık onu çok hassas ve duygusal yapmıştı. Bir an bile yanından ayrılmayan eşinin söylediğine göre kendisini yatağa mahkûm olmuş bir hasta olarak görmemizi istemiyordu. Yalnızca Gençlerbirliği Taraftarları Derneği Başkanı Cumali Çalışkan odasına girerek, geçmiş olsun dileklerimizi iletip Gençlerbirliği forması ve “Alkaralar” atkısını hediye etti. Kapı aralandığında bir an için göz göze geldik. Bize bakarken belli belirsiz gülümsüyordu. Bu, onu son görüşümüzdü.
20 Mart 2005 Pazar günü, Ankara 19 Mayıs Stadı’nda oynanan Gençlerbirliği-Konyaspor maçından önce Paşa için sessizce saygı duruşunda bulunduğumuz sırada, onun bir köy maçında rakip kaleye hücuma kalkarken ofsayta düşmemek için heyecanla ağabeyi Celal’e seslenip pas isteyişi yankılanıyordu kulaklarımda: “Abii, abii! Şimdi at, şimdi!”
Güle güle Hüseyin Çelik! Kargalılı, Polatlılı, Sincanlı, Ankaralı Paşa Hüseyin!
Ben, hep köy maçlarında oynadığın o tadına doyulmaz hırslı ve güzel futbolunla anımsayacağım seni.
Köyüne, Gençlerbirliği’ne, Adana Demirspor’a, Fenerbahçe’ye, Mersin İdmanyurdu’na, oynadığın diğer takımlara ve Türk futboluna hizmetlerin, Türk sporuna armağan ettiğin kızın milli voleybolcu Pelin Çelik için teşekkürler.
Kitabın arkasından;
“Anılarımın taraftarıyım,” diyor Necdet Özkazancı: “Yalnızca falanca futbol takımının taraftarı değil, anılarımın taraftarıyım diyebilirim. Anılarının taraftarı olan birçok futbolsever gibi…” Taraftarlarının üstten bagajlı, burunlu otobüsler, minibüsler ve traktörlerle maça geldiği köy takımları etrafında dönen hikâyeler var bu kitapta. Angara’nın kenar mahallelerinin ve Polatlı’nın takımlarının sarmaladığı hayatlar var. Polatlıspor, Malıköy, Esentepespor, Gülverenspor, Kayaşspor, Altınokspor, Çalışkanlar Spor Kulübü ve diğerleri, karakter oyuncularından ibaret aslında. Mahalle aralarında kurulan “Ataryemez”-“Yeratamaz” familyasından takımların ruhunu yaşatan karakter oyuncuları…
Başka karakter oyuncuları da var: Hayalî ve gerçek gol kralları, Gençlerbirliği ile Yaşlılarbirliği arasında tereddütte kalan küçük taraftarlar, ismini ilkokuldayken babasının “Oku, oku, oku!” diye baskı yapmasından alan amigo Ogu…
Hepsi, çamurlu sahaların eziyetli heyecanıyla ve futbol tutkusunun en naif haliyle beraber, Ankara taşrasının günlük hayat folklorunu da hikâye ediyorlar bize.
Necdet Özkazancı’nın anı öykülerinde futbol, yazlık sinemaları, eski Türk filmlerini, mahalle hayatını, çocukluk hayallerini kuşatan çok basit ve çok büyük bir oyun…
Sevgili Mehmet Ali… O kadar güzel şeyler yazmışsın ki ne diyeceğimi bilemiyorum. Çok teşekkür ederim. Sanırım yaşlanmanın belirtileri: İşler kesat gidince eski veresiye defterlerini karıştıran bakkal gibi ben de zaman zaman coşup, futbol dolu ya da futbolun fonda yer aldığı, futbol sevgisinin en saf haliyle yaşandığı eski güzel günlere ait anıları ve hikâyeleri futbolsever arkadaşlarla paylaşmaya çalıştım. Benzerlerinin ve hatta daha renkli olanlarının mutlaka ülkemizin birçok yerinde de yaşandığını düşündüğüm bu anı ve hikâyeler, sağ olsun sevgili Tanıl Bora ve İletişim Yayınları sayesinde bir futbol kültürü hizmeti olarak kitaba dönüştü. Onlara teşekkür borçluyum. Bu kitabın, ülkemizde futbol sevgisinin gelişmesine az da olsa bir katkıda bulunması beni mutlu etmeye yetecektir.