“Türk futbol tarihi boyunca” birkaç maç haricinde asla “yeterli” bulunmayan… Sürekli eleştirilen… 1960’dan itibaren “giderlerini karşılayabilen” takımlar için yabancı ülkelerden “ithal” edilen meslektaşları yüzünden görevlerinden olan… Avrupa’daki meslektaşları ile sürekli karşılaştırılıp beğenilmeyen… Günü kurtarmak niyetindekilerin “günah keçisi” ilan ettiği… Ne yaparsa yapsın iki tarafı da asla tatmin edemeyen… Ortada kalmış… Türk hakemleri…
Hem izleyenler, hem de oynayanlar için futbol basit bir oyun. Ama ya yönetenler için?
Şunu kabullenmek gerek ki, hakemlik gerçekten zor bir meslek. Hiç durmadan çekilen bir aksiyon sahnesi içinde her an olabilecek bir olayı, tam zamanında, en uygun yerden görüp, hızlı bir şekilde doğru kararı vermek/verebilmek… Hem de bunu defalarca yapmak/yapabilmek…
Dünyada bunu kusursuz olarak başarabilen birçok hakem var. Fakat bu hakemlerin kusursuz maç idare etmelerinin tek nedeni “iyi bir hakem” olmalarından kaynaklanmıyor. Biz çoğu zaman hakemin sadece 90 dakikalık maç içerisinde verdiği kararlara odaklanıyoruz. Oysa hakemin “temiz” bir maç yönetmesi için maç öncesi ve maç sonrası da çok büyük önem taşıyor…
Türkiye’de maç yöneten tüm hakemler şu ya da bu şekilde hep yerden yere vurulurlar. Bunlardan biri de Cüneyt Çakır. Son birkaç ayda Cüneyt Çakır’ın kulüp düzeyinde dünyanın bir numaralı kupası olan Şampiyonlar Ligi’nde 3 maçta görev alması ve bu maçlarda kusursuz yönetim göstermesi birçok kişinin kafasında soru işaretleri yarattı. “Madem bu kadar iyi bir hakem, o zaman neden bizim maçlarımızda dökülüyor?”
İşte bu sorunun cevabı, Türkiye Futbol Federasyonunun hakemi olmak ile UEFA’nın hakemi olmak arasındaki farktan kaynaklanıyor. Yani maç öncesi ve sonrasından…
Maç öncesine dönelim…
Bir hakem görev aldığı maça göre para kazanıyor. Eğer hakem “büyük” takımların maçlarını yönetirse daha fazla para kazanıyor. Kısacası bir hakemin ilk hedefi “büyük” takımların maçlarını yönetmek oluyor… Bu maçlara atanmanın çoğu zaman en büyük nedeni “büyük” takımlarla herhangi bir sıkıntı yaşamamak oluyor. İşte bu yüzden bir hakem maça çıktığında kafasında sadece “maç” olması gerekirken ister istemez farklı şeyler de oluyor…
Maç içine dönelim…
Genellikle önce Anadolu takım maçlarını yöneten hakemlerimiz, kariyerlerinde biraz ilerledikten sonra “büyük” takımların maçlarına atanıyorlar. Bu maçlardaki yönetim çoğu zaman maç öncesindeki unsurlardan etkileniyor. Bir hakem “büyük” takım ile Anadolu takımı maçını yönetirken tıpatıp aynı pozisyonlarda bile farklı kararlar verebiliyor.
Anadolu takımının ceza alanı içerisinde büyük takımın bir futbolcusunun düştüğü bir pozisyonda kararsız kalan hakemin kafasında 2 olasılık beliriyor; “Vermezsem ve gerçekten penaltıysa büyük takımın basını, yazarları, idarecileri ve taraftarları beni linç ederler”, “Verirsem ve penaltı değilse Anadolu takımının maç sonrası birkaç idarecisi, taraftarı ya da yerel basını beni linç eder…” Bu linç girişimlerinden hangisinin hakemin kariyeri için iyi olacağını düşünün…
Tabi bir de maç içerisinde “büyük takım oyuncusuyum bana bir şey yapamaz” diyerek hakemi sahada zor durumda bırakacak her türlü hareketi yapan futbolcular da hakemin “temiz” yönetimini zorlaştırıyorlar… Ki burada bir parantez açmak gerek. Herhangi bir Anadolu takımında forma giyerken “ne efendi adam” denilen birçok futbolcu “büyük” bir takım formasını giydiği anda “sahanın efendisi benim” tavrı sergilemektedir ki bu başka bir yazının konusu…
Maç sonuna dönelim…
Bir hakem “herhangi” bir maçta büyük takım lehine hata yaptığında cezalandırılmazken, Anadolu takımı lehine hata yaptığında cezalandırılıyorsa… İyi bir maç yönetmesine rağmen büyük takımın aldığı kötü sonuç yüzünden linç edilmeye çalışılıyor ve Federasyon tarafından sahip çıkılmıyorsa… Veyahut büyük takım idarecilerinin “biz bu hakemi bir daha maçlarımızda görmek istemiyoruz!” gibi açıklamalarının ardından “o büyük” takımın maçlarına bir daha atanmıyorsa…
İşte o zaman hakemin kariyeri için sahada gördüğünü değil de istenileni çalması kaçınılmaz oluyor…
Ama UEFA’nın hakemleri için bu koşullar tamamen değişiyor. Maç öncesinde, içinde ya da sonrasında UEFA hakemini , “temiz” maç yönetirse kolluyor ve onu mükafatlandırıp daha prestijli maçlarda görevlendiriyor. Cezalardan çekinen ve liglerinde belirli bir “eğitim” düzeyine ulaşan futbolcuların sahada hakeme yardımcı olmaları da hakemin işini hafifletiyor.
Bu tutum farklılıkları yüzünden aynı hakem, farklı çatılar altında yönettiği maçlarda benzer pozisyonlarda farklı kararlar verebiliyor. Tabi Türkiye’de hakemin verdiği kararlar doğru dahi olsa “büyük” takımın canını yakıp yakmamasına göre de hakemin kötü olup olmadığına karar veriliyor…
15 Aralık 2010