Benim Adım Kırmızı, Orhan Pamuk

Orhan Pamuk, 1591 yılının karlı İstanbul sokaklarında, padişaha gizlice bir kitap hazırlayan nakkaşların gizemli evlerinde, 12 yıl sonra İstanbul’a dönen ve çocukluk aşkını görünce aslında oradan hiçbir zaman ayrılmadığını anlayan bir adamın ve 4 yıl önce savaşa giden ve bir daha kendisinden haber alınamayan kocasını bekleyen güzeller güzeli bir kadının iç dünyasının kapılarını 9 günlüğüne sayfalara döküyor.

III. Murad’ın padişahlığındaki İstanbul sokaklarında geçen roman, bir yandan hattat ve nakkaşların dünyasına ait, oldukça ayrıntılı bir şekilde, bilgiler verirken bir yandan da gizemli bir polisiye hikayeyi sayfalarına döküyor.

Okuduğum ilk Orhan Pamuk kitabı olan Benim Adım Kırmızı’nın Osmanlı atmosferi ve gizemli hikayesi oldukça başarılıydı. Ama yazarın inanılmaz detaycılığı ve ayrıntı düşkünlüğünün özellikle sonlara doğru kısa kısa da olsa düşmemi sağladığını itiraf etmeliyim.

Kitaptan;

“Yalnızca ihtiyar ve kör bir nakkaş olarak ben, Allah’ın alemi yedi yaşındaki akıllı bir çocuğun görmek isteyeceği gibi yarattığını biliyorum. Çünkü Allah alemi önce görülsün diye yarattı. Sonra da gördüğümüzü birbirimizle paylaşalım, konuşalım diye kelimeleri verdi bize, ama biz kelimelerden hikayeler yaptık da nakşı bu hikayeler için yapılır sandık. Oysa nakış doğrudan Allah’ın hatıralarını aramak, alemi onun gördüğü gibi görmektir.”

* * *

Hepimizin hayatında, daha başımızdan geçerken bile, bundan sonra çok uzun bir süre hiç unutamayacağımız bir şeyi yaşamakta olduğumuzu anladığımız zamanlar vardır: Hüzünlü bir yağmur yağıyordu.

* * *

Belki şimdiye kadar anlamışsınızdır: Benim gibi adamlar için, yani aşkı ve acıyı, mutluluk ve sefaleti eninde sonunda ezeli bir yalnızlığın bahanesi haline getiren benim gibi keder erbabı için, hayatta ne büyük sevinçler olur, ne de büyük üzüntüler. Başkalarının ruhu bu duygularla altüst olduğu vakit onları hiç anlayamayiz demiyorum; tam tersi, bu duyguları derinlemesine yaşayanları fazla fazla anlarız. Anlayamadığımız şey ise, o sırada kendi ruhumuzun içine gömüldüğü tuhaf telaştır. Aklımızı, gönlümüzü karartan bu sessiz telaş hissetmemiz gereken asıl sevincin ve üzüntünün yerini alır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.