Son iki yıldır yaptığımız gibi (2012 Bolu ve 2013 Amasra, Cide, Safranbolu), bu yıl da Nisan’ın son günlerinde iki günlük bir kaçış planını hayata geçirdik.
19 Nisan 2014, Cumartesi
Hızlı bir kahvaltıdan sonra saat 9:30 gibi yola koyulduk. Ankamall’den Kübra’yı aldık ve yaklaşık 70 dakika sonra Beypazarı’nda kalacağımız Cırcırların Konağı’na vardık. Daha önce sadece Bolu’dan dönerken uğradığım ve sadece İnözü Vadisi’nde yemek yediğim için Beypazarı’na ilk kez geldiğimi varsayıyordum.
Eşyalarımızı odaya yerleştirdikten sonra Derya ve Esra ile buluşmak için Doğa Evi’ne doğru hareket ettik. Orada bizi Adem karşıladı ve oldukça güzel bir sunum yaptı.
Beypazarı Doğa Evi’nin Doğa Derneği ve Beypazarı Belediyesi ortaklığı sonucunda 2008 yılında, ilçe merkezindeki tarihi bir konakta, bölge doğasını tanıtmak için kurulduğunu, Beypazarı’nın Karadeniz, Akdeniz ve Bozkır ikliminin tam ortasında yer aldığını, bu yüzden de birçok farklı çeşit bitkinin ve hayvanın bu bölgede yaşadığını anlattı. Küçük Akbaba, Kara Akbaba, Kızıl Akbaba, Sakallı Akbaba gibi önemli yırtıcıların veya Kara Leylek gibi kuşların kolaylıkla görülebildiğini, 60 çeşit kelebeğin yaşadığını ve uğursuzluk getirdiğine inanıldığı için avlanmayan Kızıl Geyiğin bu bölgede hayatını sürdürdüğünü öğrendik.
Arabalara atlayıp ilk olarak Akbaba gözlemlemek için Beypazarı çöplüğüne gittik. Her yıl üzeri kapatılsın-kapatılmasın diye tartışıldığını öğrendiğimiz ve kapatılırsa birçok yırtıcının hayatlarının tehlikeye gireceği çöplüğün üstünde Küçük Akbabalar geziniyorlardı. Kafası neredeyse 270 derece dönebilen Küçük Akbaba oldukça karizmatik görünüyordu.
İkinci durağımız, Kara Leylek ve Kuzgun yuvalarının olduğu İnözü Vadisiydi. Vadinin büyük duvarlarında yer alan mağara ve oyuklar kuşların yuvalarıyla doluydu.
Vadide yer alan Cevizli Bağ’da, kırmızı ve yeşil biberli pilav ve testide pişen dana etinden yapılan, dana kapama ve sarma siparişimizi verdikten sonra muhabbet etmeye başladık. Bu arada Derya oldukça enteresan desenleri olan bir güve gösterdi. Fotoğrafını çekmek için yanına gittiğimde güvenin kocaman olduğunu ve kanatlarının tavus kuşuna benzediğini fark ettim. Güvenin gövdesi başparmağım kadardı.
Birkaç fotoğraf çektikten sonra bizimkilerin yanına döndüm. Tam bu sırada Derya güveyi eline almış ve aşağıya getirmişti. Kocaman görünüyordu. Bir gün sonra Burcu’dan Avrupa’nın en büyük güvesi olan Giant Peacock Moth, Saturnia pyri (Dev Tavus Kuşu Güvesi) olduğunu öğrenecektik.
Yemekten sonra İnözü’nü dik kesen Kastabala Vadisi’nde doğa yürüyüşü yaptık. Çakıllı yol, vadinin oyuklu duvarları, ağaçlar, kuş ve su sesleri eşliğinde dolaştık.
Yanımızda getirdiğimiz çayı yudumlayıp, bir şeyler atıştırırken yağmur çiselemeye başladı. Dönüşü erkene almayı düşünsek de kısa bir süre sonra tekrar güneş açtı ve dönüş yolu biraz daha sıcak ama daha eğlenceli geçti.
Yürüyüşün ardından merkeze gidip Oran Teknoloji’deki iş arkadaşım Hatice’den bolca adını duyduğum yaş/taze Beypazarı kurusundan yedim. Çok lezzetliydi. Sonrasında bir şeyler almak ve bakınmak için çarşıda dolaşmaya karar versek de sağlam bir yağmur ve rüzgâr hevesimizi kursağımızda bıraktı. Biz de konağa erkenden döndük.
20 Nisan 2014, Pazar
Sabah konakta güzel bir kahvaltı yaptık. Özellikle tereyağı, sağanda yumurta ve bazlama çok lezzetliydi. Ayrıca kahvaltıda tadı, anneannemin yediği tuzsuz ekmeği anımsatan, mayasız simitten de ilk kez yedim ama pek beğenmedim.
Ardından Beypazarı’na 32 km mesafede yer alan Nallıhan/Davutoğlan Kuş Cenneti’ne doğru yola koyulduk. Daha önce Erdem ve Arzu’nun Nallıhan’daki nişanı için buradan geçmiş ve kısa bir süre cepte durup kuşları izlemiştim. Ama bu sefer amacımız daha ayrıntılı bir şekilde bölgeyi dolaşmaktı.
Kuş Cenneti’ne vardığımızda ilgimi çeken ilk şey, gölü çevreleyen yeşil ve kahverengi katmanları açık seçik görülen büyük tepe ve etrafında yer alan marsa benzeyen irili ufaklı tepeciklerdi.
Gölde çok sayıda Leylek, Angıt ve balıkçıl kuşlar vardı.
İlk cepte bir süre oyalandıktan ve kuşları gözlemledikten sonra köprüden geçerek “marsa benzeyen” diye tanımladığım tepeciklerin bulunduğu yere gittik. Arkadaşım kuş gözlemlemek için teleskopunu hazırlarken ben de gözüme kestirdiğim tepeciklerden birine tırmanmaya başladım. Fakat bir süre sonra tepenin dik, toprağın kaygan ve kayaların ufak hamlelerle bile kırıldığını fark edip fazlaca yükselmemeye karar verdim ve bir süre etrafa bakındıktan sonra geri döndüm.
Kuraklıktan çatlamış gibi görülen jipsli toprakta yetişen bozkır bitkileri oldukça enteresan görünüyorlardı.
Bir süre dolaştıktan ve etrafa bakındıktan sonra arabaya atlayıp, ilk gittiğimiz cebin çaprazında yer alan bir başka cebe arabayı park edip gölün diğer tarafını görmek için tırmanmaya başladık.
Bir süre gittikten sonra uzun zamandır gördüğüm en güzel manzaralardan biriyle karşılaşıyordum. 2 tane balıkçı dışında kimsenin olmadığı ve kuş seslerinin yankılandığı göl çok güzel görünüyordu. Sadece etrafı izlemek ve sesleri dinlemek bile insanı rahatlatmaya yetiyordu.
Bir süre takıldıktan ve bir şeyler içip atıştırdıktan sonra Ankara’ya dönüş yoluna koyulduk.
Güzel bir Nisan kaçamağı daha son bulmuştu ama yine çok güzeldi…