Türk futbolu Avrupa Kupalarında ilk kez 1956 yılında temsil edildi. Türkiye’de profesyonel futbol ligi (Milli Lig) henüz kurulmamıştı ve İstanbul Ligi’nden Galatasaray Futbol Federasyonu tarafından Şampiyon Kulüpler Kupasına gönderildi. Ön eleme turunda Galatasaray’ın rakibi Dinamo Bükreş oldu. Deplasmanda 3-1 yenilip, Mithatpaşa’da 2-1 kazandılar ama kupadan elendiler.
Bu maçla birlikte Türk takımları kulüp düzeyinde Avrupa Kupalarında yer almaya başladı. 1957-58 sezonunda Beşiktaş gidecekti ama ismi geç bildirildiğinden kupaya katılamadı. 1958-59’da ise Beşiktaş katıldı. 1959’da Milli Lig kuruldu ve bundan sonra Milli Lig’in şampiyonu bir sonraki yıl kupada Türkiye’yi temsil etmeye başladı.
Üç büyük İstanbul takımı 1962’ye kadar Avrupa Kupalarında Türkiye’yi temsil ettiler. 1962’de Altay alışılmış üç takımın dışında, farklı bir takım olarak (UEFA tarafından düzenlenmediği için bugünkü anlamıyla “Avrupa Kupası” sayılmasa da) Fuar Şehirleri Kupası’nda sahne aldı. Roma ile eşleştiler ve ilginçtir ki, ilk maçlarını İzmir’de değil de İstanbul’da oynadılar. Sonradan nadir de olsa, Göztepe (Fuar Şehirleri) ve Gençlerbirliği de (Balkan Kupası) bu takımlara eklendiler…
Kısacası, o günlerde de (günümüzde olduğu gibi) Avrupa Kupaları’nda Türkiye’yi baskın bir şekilde üç büyük İstanbul takımı temsil etmekteydi. Her karşılaşma “milli maç” havasına bürünür. Gazeteler milli duygularla, savaş çığlıklarıyla, kahramanlık öyküleriyle dolup taşardı. Her galibiyet (o zamanlar beraberlik ya da az sayılı mağlubiyetler bile) “Türk Futbolu”nun rüştünü ispatı olarak görülürdü.
Bir yandan da öyle bir hava vardır ki, 1959’da Fenerbahçe takımı, Nice’e giderken Galatasaray’ın en üst yetkilileri ve takım kaptanı Turgay Şeren tarafından Sarı-Kırmızılı çiçeklerle uğurlanırdı. Mithatpaşa’daki Fenerbahçe – Nice maçında ise kale arkasında (tribün olarak değil “gerçek” kale arkası) duran Galatasaray kaptanı ve kalecisi Turgay Şeren maç esnasında Fenerbahçe kalecisine taktikler verirdi…
Aslında, Avrupa’da sadece ufak ve günlük başarı kırıntıları kazandığımızdan (olsa gerek), her maç öncesi “herkes” Türk takımına destek verir ve kazanılan başarıyı “herkes” sahiplenirdi.
Bu ortak gaye (sembolik olarak) doksanların ikinci yarısına kadar, artan milliyetçilik duygularıyla birlikte devam etti. Basın da bu olguyu sürekli destekledi. Fakat o yıllarda Şampiyonlar Ligi’ne sürekli katılmaya başlayan Galatasaray taraftarlarının diğer takım taraftarlarını “küçümsemek” için kullandıkları “siz hala annenizin liginde mi oynuyorsunuz?” sözleri ile birlikte “diğer” takım taraftarlarınca, yıllardır “sorgusuz” olarak verilen destek sorgulanmaya başlandı. 2000’de Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı müzesine götürmesi ve ardından Galatasaray taraftarının “kupayı biz kazandık siz değil” sözleriyle birlikte çatlaklar iyice derinleşti.
Taraftarlar bu sürecin ardından ikiye bölünmeye başladılar. Bir kısmı eskisi gibi, Avrupa Kupaları’nda yer alan Türk takımlarının Türkiye’yi temsil ettiklerini ve kayıtsız şartsız desteklenmeleri gerektiğini düşünürken, diğerleri kulüplerin kazandığı başarıların sadece o kulübü bağladığını, bu yüzden de “rakiplerinin” başarılarını desteklemenin saçma olduğunu düşünüyorlardı. Hatta bu bağlamda rakiplerinin karşısındaki yabancıyı desteklediklerini de açık açık söylemeye başladılar.
Örneğin, 2009 Martında, Hamburg-Galatasaray maçı öncesinde Almanya Fenerbahçeliler Dernekleri Birliği Başkanı Mustafa Çömlek: “Gönlümüz Hamburg’tan yana. Galatasaray’ın, UEFA Kupası’nı 2. kez alması işimize gelmez” demecini verdi. Gerçi bu demeç tepkilere yol açtı; Birliğin ve Hamburg Fenerbahçeliler Derneği’nin asbaşkanı Himmet Keklikçi, “Böyle bir açıklama, daha diplomatik bir şekilde yapılmalıydı. Artık sadece üye olarak kalacağım” diyerek istifa etti (Fanatik, 17 Mart 2009).
Tercih Sebepleri
Avrupa Kupaları’nda yabancı takımı ya da Türk takımını destekleme mevzusu aslında çok göreceli bir konu. Çünkü her taraftarın bu konudaki tercihi, tuttuğu takıma, yabancı takıma veya Türkiyeli takımına göre değişiklik gösterebiliyor.
Bazı taraftarlar milli duygularla (hangisi olursa olsun) Türk takımını destekliyorlar. Çünkü kazanılan başarıyı “Türklerin başarısı” olarak anlamlandırıyorlar. Bu düşünceyi paylaşan taraftarların birçoğu, aynı zamanda yabancı takımı destekleyenlere karşı ciddi bir nefret besliyor ve hatta onları “vatan hainliği” ile suçluyorlar.
Diğer tarafta yer alan üç büyük İstanbul takımı taraftarların birçoğu ezeli rakibine karşı oynayan yabancıyı destekliyorlar. Çünkü ezeli rakibinin alacağı her türlü başarının bir şekilde kendisine “dokunacağını” düşünüyorlar.
Aynı taraftaki birçok Anadolu takımı taraftarının düşünceleri ise biraz daha dallı budaklı. Öncelikle, Türkiye’deki her maçta büyük bir sıkıntı çektikleri İstanbul hegomanyası yüzünden üç büyük İstanbul takımının maçlarında yabancıyı destekliyorlar. Bunu genelde iki düşünceye dayandırıyorlar. Birincisi, büyük İstanbul takımının, Avrupa Kupaları’na gidiş biletini kazanmak için kendi takımları ile karşılaştıklarını ve çoğu zaman “hegomanyanın meyvesini yiyerek” o maçı (ve bileti) kazandıklarını düşünüyorlar. Bu yüzden, Türkiye’deki maçlarda “haklarını yiyen” takımı Avrupa Kupası’nda desteklemenin büyük bir saçmalık/çelişki olduğunu söylüyorlar. İkincisi ise, bu turnuvaların kulüp turnuvaları olduğunu ve kazanılan başarıların doğal olarak kulüplerin hanesine yazıldığını ama genel olarak ilgili takımların kazandığı tüm başarıların aynı zamanda İstanbul hegomanyasını biraz daha beslediğini/büyüttüğünü düşünüyorlar.
Aynı taraftarların birçoğu, üç İstanbullu (ve bazen (özellikle doksanların ikinci yarısında “parasal nedenlerden dolayı” Türk futbolunda alınan tüm kararlarda sürekli üç büyük İstanbul takımının yanında yer aldığı için) Trabzonspor) haricindeki tüm “Türk” takımlarını destekliyorlar.
Bu iki görüşün birisi içinde yer alan ama “maça göre” destekleyeceği takımı seçen taraftarlar da var elbette. Bazen yabancı’ya karşı bir (ya da birkaç) nedenden ötürü duyulan gıcıklıkla (normalde desteklenmeyen) Türk takımını tutuyorlar. Bazense bir şekilde (orada yaşamış olduğu için, bir oyuncuya duyduğu sevgiden ya da futbol felsefesine hayran olduğundan vs) yabancıya beslenen saygı ve sevgiden ötürü (normalde Türk takımını desteklemesine rağmen) yabancıya gönülleri kayıyor.
Sonuç
Uzun lafın kısası, futbol (kim ne derse desin) “sadece” bir oyundur (ve ne olursa olsun öyle kalmalıdır) ve hangi platformda oynanıyorsa oynansın, futbolseverlerin (kendine yakın hissettikleri ya da kendilerini haklı gördükleri nedenlerden ötürü) istedikleri takımı tutması ve bunu açık açık dile getirmesi gayet normaldir.
Ayrıca (ne nedenle olursa olsun) ısrar edileni tutmaya mecbur muyuz?
İlgili Maçlar;
1962-1963 Sezonu Fuar Şehirleri Kupası 1. Tur 1. Maçı Altay 2-3 Roma AS
1956-1957 Sezonu Şampiyon Kulüpler Kupası Ön Eleme Turu 1. Maçı Dinamo Bükreş 3-1 Galatasaray
1999-2000 Sezonu UEFA Kupası Final Maçı Arsenal 0-0 Galatasaray (Penaltılarla 1-4)
“Tutmaya Mecbur Muyuz?” üzerine 2 yorum