“…Victor Klemperer’in LTI’sı, yaşantı içinde öznel bir dille yazılmış bir kitaptır. Nazi Almanya’sında dile yerleşmiş bazı kelime ve kalıpları ele alır, bunların bazıları Nazizmin çöküşünden sonra bile sorgulanmadan, doğallıkla kullanılmaya devam ettiğine dikkat çeker. Masum, nötr sayılan bu kelimelerin, söz kalıplarının, bazen ona muhalif olanların bile ezberine yerleşerek, Nazi zihniyetini yaşatmaya devam ettiğini anlatmaya çalışır.”
Tanıl Bora’nın sunuş bölümünde yazdığı bu paragraf, Zamanın Kelimeleri’nin ne denli önemli bir içeriği sahip olduğunun, bugünden, gelecek adına bir kanıtı.
Bora’nın özenli ve ayrıntıcı bir çalışmayla hazırladığı ve akıllı göndermelerle sunduğu Zamanın Kelimeleri’ni okurken, normal seyrinde duyduğunuz kelimelerin bambaşka bir anlama doğru evrimleştiğine şahitlik ediyorsunuz.
Samimiyet ya da Merhamet gibi kelimelerin bile siyasi dildeki anlamlarının gündelik yaşama nasıl bulaştığını artık nasıl anlamlandırıldığını şaşkınlıkla fark ediyorsunuz.
Sunuş’tan bir paragrafla bitireyim;
“Kelimeler, mevcut bir içeriği boca ettiğimiz bir kova veya fıçı değil. Kelimeler kaynaktır, pınardır. anlamları sadece taşımaz, onlara şekil verir, onları yoğururlar. Kelimenin kaynağındaki unutulmuş üçüncü beşinci anlam, bazen onun carî harcıâlem kullanımının sakladığı bir sırrı ele verebilir. Aynı kelime, bir siyasî bildiride farklı, bir iddianamede farklı, medya bülteninde farklı, gündelik kullanımda ayrı bir türlü bükülebilir. Onların tersini yüzünü çevirip bakmayı ihmal etmemeli. kelimeleri ‘kaptırmamalı’. Kelimelere edebî bir alâkayla ve aşkla bakmayı, sadece edebiyat uğraşına mahsus saymamalı. Bu yazılarda, kelimelere merakla ve evet, aşkla yaklaşmanın, pekâlâ politik bir anlamının olduğu fikrinin peşindeyim.”
Kitaptan;
Merhamet
(…)
“Merhametten maraz doğar” lafı da “bizim kültürümüzde var”. Epeydir, resmen ve şevkle benimsenen bir şiar, kamu binalarının alnına yazılsa yeridir.
Bu “kültürün” tazyiki altında, aşağıdakilerin, toplumun, halkın, milletin, insanların merhametine ne olur? Merhamet sadece hissi değildir, tecrübeyle gelişir ve öğrenilir de. Öğrenildiği gibi, unutulur, aşınır da. Şehirlerin, insanların başına yıkıldığı, binlerce insanın işsiz aşsız haksız hukuksuz bırakılarak “medeni ölüme” mahkum edildiği, “kurunun yanında yaş” yakmanın adete sürdürülebilir enerji yatırımına dönüştüğü bir vasatta… söz sahipleri Barış Bıçakçı’nın değişiyle “nişan alarak konuşur”, hınç ve kin estetize edilir. Terör-hıyanet-ihanet suçlamaları gaz bombası gibi yazdırılırken… sadece gadre uğrayanların hali konu edilmez, bilinmez, havadis olmazken… gerekçesinden sebebinden failinden muhatabın ari olaralarak , “o saf insana bu yapılır mı?” irkintisi bile men edilirken… merhamet sağ kalır mı?
Acı olan, vahim olan, ‘halk içinde’ merhametin gözlerinin kuruması, kurutulması… Zulümden, gaddarlıktan irkilme hassasının yittiği, kendi muhitti, kendi Biz’i haricindekilerin acılarına bigane, “bir insana bu yapılır mı?” haddinin tanınmadığı yerde, toplum olmanın hayati bir kaynağı kuruyor demektir. (23 Kasım 2016, s.177)
* * *
Algı Operasyonu
(…)
Medyanın büyük çapta iktidar güdümünde olduğu, gerçekten bağımsız medyanın -Hürriyet’ten söz etmiyorum elbette- mendil kadar yer kaplayabildiği bir zamanda ve zeminde, iktidar sözcülerinin ve taraftarlarının algı operasyonu tehdidinden söz etmesi, gerçekten dehşetli cüretkâr bir algı operasyonudur.”
(…) (30 Eylül 2015, s.150)
Kitabın tanıtımından;
Yerli ve millî… Yeni Türkiye… Benim esnafım… Kimse kusura bakmasın… Büyük resmi görmek… Fıtrat… Algı operasyonu… Ölü ele geçirme… Hassasiyetlerimiz… Hegemonya… Samimiyet… Hayırlı olsun… Sıkıntı yok… Paralel… Herkesi kucaklamak… Kadim… Medeniyet denen… Kurumları yıpratmak… Restorasyon… Marjinal… Fitne… Sadakat… İtibar… Çift başlılık… Durmak yok… Sen kimsin… Biz, yaparız!… Gereği yapılır… Bedel… Kurunun yanında yaş… Manidar… Üst akıl… İltisak… İhbar celbi… Kayyım… Hiç farkı yoktur… İstifa… Merhamet…Olağanüstü… Şehitler ve şahitler… Bizim kültürümüzde yok… Malazgirt… Bayrak… Mehter… Dokunulmazlıklar… Öfke etiği… Kınama etiği… Mağdur… En doğal hakkım… Tahrik hakkı… Güruh… İbn Haldun… Felaket…
Tanıl Bora, Zamanın Kelimeleri’nde yakın tarihin siyasal hayatında döne dolaşa tekrarlanan deyim ve söyleyişlerin, sloganların, kalıp sözlerin izini sürüyor. Sorgulanmadan kullanılan kelimelerin ve söz kalıplarının, kimi zaman nasıl “iktidarın lâfları” olmaktan da çıkıp doğallaştığını, hatta bazen muhalefetin de ezberine yerleştiğini ortaya koyuyor.
Kelimelerin, lâfların cari anlamlarına ve işlevlerine bakmanın, zihniyet repertuarı oluşturmaya yarayabilecek bir yanı var. Bir ideolojik anlam haritası çizme çabası. Yanı sıra, bu kalıp sözlerdeki başka imaları, bazen yitik anlamları aramaya açılıyor.