1923’de temelleri atılan… Cumhuriyetle yaşıt… Ankara’daki rakipleri ve İstanbul’un köklü takımlarına karşı aldığı sükseli sonuçlarla her zaman gündemde yer alan… 1962-63 sezonunda “şampiyon olabilir” denilen… 1965-66 sezonu puan cetvelinde ligi 3. olarak bitirip, Milli Lig tarihinde ilk kez Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın arasına giren takım olan… 1969-70 sezonundan itibaren girdiği girdaptan ancak 12 yıl sonra kurtulan ve 80lerin ikinci yarısı ve 90larda tekrar sükseli sonuçlara imza atan…. 1986-87 ve 2000-01 sezonlarında 2 kere Türkiye Kupasını kazanan… 37 yıl aradan sonra 2002-03 sezonunda tekrar “şampiyonlukta ben de varım” diyen… 2003-04 sezonunda yer aldığı UEFA Kupasında aldığı başarılı sonuçlarla 4. tura kadar yükselen ve yabancı basın tarafından “devlerin katili” olarak adlandırılan… Ankara’nın kırmızı-siyahlı takımı… Gençlerbirliği…
60’ların sonuna kadar eğitim yuvası olan Gençlerbirliği’ne amatör bir ruh hakimdi. Futbol oynayanlar bir yandan da okullarına devam ediyorlardı. Futbolu bıraktıktan sonra da bir kısmı teknik direktör veya idareci olarak kulüpte çalışmaya devam ediyorlardı…
Fakat 1959’da başlayan Milli Lig’in getirdiği profesyonelleşme akımı ve maliyetlerin artışı, zamanla takımı zorlamaya başladı. Zamana ve koşullara bir türlü ayak uyduramayan Alkaralar, 1969-70 sezonunda teslim bayrağını çekti ve bir alt lige düştü. Bu düşüş tam 12 yıl sürdü ve ardından “ticaret kafası” olan İlhan Cavcav’ın kulübü sahiplenmesi ile son buldu.
Takım zamanla düzlüğe çıkmaya başladı. Bu düzlüğe çıkma sürecindeki en önemli faktör, futbol dünyasına kısa sürede ayak uyduran Cavcav ve ekibinin futboldan para kazanma yollarını keşfetmesi idi. Buradan gelen paralarla büyük maliyetli futbolcular almak yerine, genç futbolculara ya da (90’lara damgasını vuran) Afrikalı futbolculara yatırım yapıldı. Bu oyuncular özellikle Gençlerbirliği’nin büyük takımlara karşı aldığı başarılı sonuçlarda kamuoyuna sunuldu ve sezon sonunda satılarak bu döngünün sürmesi sağlandı. Yine Cavcav ve ekibi bu süre zarfında kazanılan paralarla tesisleşmeye el attılar ve içinde futbol sahaları, çalışma alanları ve futbol okulları olan çok modern bir futbol alanı yarattılar.
Bu süre zarfında kazanılan 2 tane Türkiye kupası ve 2000’li yılların başında Ersun Yanal’ın takımın başına gelmesi ile birlikte yaşanan sportif başarıların ardından kamuoyunda “bu ligde bir gün 5. bir takım şampiyon olacaksa, o takım sadece Gençlerbirliği olur” söylemi oluşmaya başladı.
Fakat ne olduysa, bu başarıların yaşanması ve söylemin dillendirilmesinin ardından oldu…
2002-04 yılları arasında özelikle Süper Lig’de yaşanan “zorluklarla” birlikte “bize şampiyonluğu yedirmezler” düşüncesinin akıllara hakim olması, çıtanın yükselmesi ile birlikte masrafların artacak olması, pastanın büyümesi ile birlikte yönetimin ipleri elinde tutmakta zorlanacak olması, camianın bu ani yükselişi hazmedebilmesi için kalıcı bir yapı ya da kültür olmaması gibi sebeplerle bir “geri adım” atıldı.
2003-04 sezonu sonunda Ersun Yanal’ın Milli takıma gidişi çöküşün ilk işaretiydi. Bir de Yanal’ın estirdiği başarı rüzgarını yönlendiremeyeceği apaçık ortada olan Erdoğan Arıca, Oğuz Çetin gibi teknik adamların tercih edilmesi çöküşü iyice hızlandırdı.
Ersun Yanal zamanında kulüp müdürü, kulüp menajeri gibi mevkilerde gençlerin görev alması ile camiada oluşan “güne ayak uydurma ve yenilenme“ işaretlerine de kısa sürede balta vuruldu ve kovulurcasına takımdan uzaklaştırılan eski menajer yeniden göreve getirildi.
2005-06 sezonunun sonlarına doğru, İlhan Cavcav’ın uzun yıllardır sağ kolu olan Atilla Aytek, kulüpte kurumsallaşmanın olmadığını ve ileride bu yüzden büyük zararlar doğacağını dile getirerek seçimlerde başkanlığa adaylığını koydu. Seçimlerde yaşananlar ve İlhan Cavcav’ın tekrar başkanlığa seçilmesinin ardından Atilla Aytek ve ona destek olan birçok üyenin kulüpten uzaklaştırılması işin tadını iyice kaçırmaya başlamıştı.
Çöküş hızlanıyordu…
Federasyonun ligde ve Türkiye kupasında kazanılan puanları ya da başarıları parayla ödüllendirmeye başlaması ile birlikte sportif başarılar elde eden takımlar daha çok para kazanmaya ve bu para ile daha da güçlü takımlar kurmaya başladılar. Oysa Gençlerbirliği’nin başındaki İlhan Cavcav ve ekibi, 2006-07 sezonunun ilk yarısını liderin sadece 2 puan gerisinde kapatan ve Türkiye Kupası çeyrek finaline yükselen takımın önemli 2 futbolcusunu yok pahasına satarak, Gençler’in ikinci yarı tepe taklak gitmesinde rol oynadı.
Pilot takım olan OFTAŞ’ın 2007-08 sezonunda Süper Lig’e yükselmesi ile yaşanan transfer karmaşaları ile takım sezonu düşme potasının bir basamak üstünde tamamladı.
2008-09 sezonunda yapılan hatalı teknik direktör seçimleri ve transferlerle takım 2. kez düşme potasından dönüyordu. Ama bu sefer öyle böyle değildi. Zira takım son hafta evinde ununu çoktan elemiş Kayserispor’a 4-0 yeniliyor ve Antalyaspor’un Ankaragücü’ne attığı golle kümede kalıyordu…
2009-10 sezonunda Thomas Doll’un başa gelmesi ve özellikle ilk yarıda alınan başarılı sonuçlarla tekrar eski günlere dönme işareti veren Gençlerbirliği, sezonun ikinci yarısında tekrar düşüş yaşıyordu. Ama en azından o sezon düşme tehlikesi söz konusu değildi…
2010-11 sezonu öncesinde yapılan transferlerin çoğunun uzun süreli sakat olması ve başarısız diye Thomas Doll’un sezon başında gönderilip, tazminatını ödememek için yardımcısının takımın başına getirilmesi gibi son derece garip kararlara imza atan İlhan Cavcav ve ekibi, son 4 yılda yaşananlardan hiçbir ders almadığını kanıtlıyordu.
Gençlerbirliği ilk devreyi 17 puanla ve düşme potasının sadece 3 puan üstünde 14. sırada tamamladı. Son hafta Bursaspor’a Ankara’da 5-1 gibi tarihi bir skorla yenilen ekibin 2. yarıda işi çok zor görülüyor.
2000’lerin ilk yarısında yaşanan sportif başarıların 5-6 yılda tükenmesi ve yerine düşme potasının çevresinde dolaşan bir takım bırakması, bizlere 60’lı yılların sonunda zamana ayak uyduramayan ve bu yüzden 1969-70 sezonunda küme düşüp uzun yıllar en üst ligden uzakta kalan Gençlerbirliği’ni hatırlatıyor.
İlhan Cavcav ve ekibinin, futbolcu satarak para kazanması ile günümüzdeki sportif başarı ile para kazanma ilkeleri birbiri ile çelişiyor. Bir de buna yapılan bariz transfer hataları ve yanlış teknik direktör tercihleri de eklenince girdap git gide büyüyor…
Gençlerbirliği’ni bekleyen en büyük problem ise, kulübün tam anlamı ile kurumsallaşmaması yüzünden olası bir küme düşüş ya da yaşı ilerleyen Cavcav’ın gidişinin ardından kulüpte neler yaşanacağının bilinmiyor olması…
21 Aralık 2010