2006-07 sezonunun ortalarında Galatasaraylı bir arkadaşımla “genç yetenek” Arda Turan hakkında konuşuyorduk. Hem teknik hem de oyunu çok iyi okuyan “akıllı” bir futbolcu olduğu konusunda hemfikirdik. Hemfikir olmadığımız konu ise, “Arda eğer kendini geliştirmek istiyorsa biran önce yurtdışına kapağı atmalı” düşünceme karşılık arkadaşımın “Arda daha çok genç Galatasaray’da kalıp hem kendini geliştirmeli hem de Galatasaray’a faydalı olmalı” düşüncesi idi…
Arda Turan gibi büyük takımların altyapısında yetişen genç futbolcular ile Soner Aydoğdu gibi Anadolu takımların altyapısında yetişen genç futbolcular olmak üzere Türkiye’de 2 farklı futbolcu profili mevcut. Bu iki futbolcu profilinin en belirgin ortak noktası ise, çocukluğundan itibaren aileleri ve çevrelerinden gelen baskılarla seçtikleri “büyük” takımın as kadrosunda “bir an önce” yer almak oluyor.
Bu hızlı ve kısa vadeli süreçte, genç futbolcunun belirli bir “kimliğe” ulaşması beklenmeden “ilk parladığında” menajeri, ailesi ya da kulübünün baskısı ile satılması ya da zaten büyük bir takımda ise as kadroda yer alması gerçekleşiyor…
Taraftarlar ve “gelecek için yatırım yaptık” diye övünen yöneticiler, bu oyunculara çok büyük “anlamlar” yüklüyorlar. Kısacası “birileri, çeşme akarken dolduralım” diye emeklemeye başlamadan oyuncunun yürümesini hatta koşmasını bekliyorlar…
İklime uyum sağlayıp sağlamayacağı belli olmayan bu körpe futbolcular üstüne üstlük bir de maçta hata yaparlarsa ya da takım kötü giderse “günah keçisi” oluyorlar… Çünkü daha kök salmamış bu futbolcuları kopartıp atmak yönetici ve taraftarlar için çok daha kolay oluyor…
2006-07 sezonunda Nijerya’nın gelecek vadeden U-17’lerinden bir genç yetenek Gençlerbirliği’nin yolunu tuttu. Manchester United gibi takımların da peşinde olduğu ve imza yetkisi olmadığından annesi tarafından kontratı imzalanan Isaac Promise’in Gençlerbirliği’ni seçme sebebi Türk futbol sistemine çok yakındı. Isaac, “eğer Manchester’a gidersem beni 2 yıl rezerv liglerinde oynatacaklardı. Gençlerbirliği’nde ise doğrudan as takımda yer alacağım.”
Belli ki o da “çeşme akarken su doldurma” peşindeydi. Türk futbol sistemi de hep bu şekilde çalıştı. Hep kısa vadeye oynandı. Plan ve programlı bir çalışma ya yapılmadı ya da birileri tarafından yarıda kesildi.
Manchester United ya da Barcelona gibi kulüpler tüm dünyayı tarayarak buldukları genç hatta çocuk yaştaki futbolcuları kendi bünyelerine alıp onların kendilerini ve futbolu tanımaları için uzun yıllar planlı bir eğitim programı uyguladılar. Daha büyük yaşta futbolcu alırlarsa en az 1-2 yıl rezerv liglerinde oynatıp ülkenin futbol yapısına uyumunu sağladılar.
Bu futbolcuların da tıpkı Türk futbolcuları gibi hedefleri vardı elbette ama aldıkları eğitimde onlara hedeflerine ulaşmak için önce hazır olmaları gerektiği öğretiliyordu. Ve daha önemlisi bir futbolcunun asla ve asla “tamam ben oldum” dememesi gerektiğini, sürekli eksiklerini tamamlamak ve daha yeni özellikler kazanmak için çalışmaya devam etmesi gerektiği öğretiliyordu.
Dünyanın şu anda en iyi futbolcusu olarak gösterilen Messi belki de aldığı bu eğitimden ötürü verdiği röportajlarda hala “daha çok eksiğim var ve üzerinde çalışıyorum” diyor…
Şunu artık görmeliyiz ki, hangi kulüp olursa olursun genç bir futbolcunun gelişimine yönelik hiçbir katkı sağlayamıyoruz. Türk ya da yabancı, genç futbolcular asla bu sistem içinde kendilerini geliştiremiyorlar. Hatta çoğu zaman temel futbol eğitimleri bile eksik kalıyor. Bir de buna genç futbolcuların tam pişmeden “büyüklere” gitmesi ve ederinden çok fazla para almaları da işin içine eklenince düşüşler ve yok oluşlar kaçınılmaz oluyor…
İşte bu yüzden Trabzonspor ile maç yapmaya gelen Liverpool teknik direktörü Roy Hodsgon’a “Liverpool, Arda Turan ile ilgileniyor mu?” sorusuna “Transfer gündemimizde bulunmuyor. Türkiye’de ilgilendiğimiz oyuncular var ama iyi ücret alıyorlar. Kariyerlerini bu yüzden Türkiye’de bitiriyorlar” yanıtını veriyor.
2010-11 sezonunda Arda Turan’a baktığımızda maalesef o da diğer genç futbolcular gibi futbol sistemimiz içinde ezilip duruyor. Ve ne yazık ki son bir çıkış yolu bulup Avrupa’ya gitmezse o da diğer gençlerin kaderini paylaşacak…
Gençlerbirliği’nde güzel bir sezon geçiren ve göz dolduran 19 yaşındaki Soner Aydoğdu ise, kendini tam olarak hazır hissetmeden “büyümek” isterse, daha önceki gençler gibi yok olup gidecek…
Dip Not: Yukarıda fotoğrafı olan futbolcu, 2001-02 sezonu devre arasında Çanakkale Dardanelspor’dan Gençlerbirliği’ne transfer olan ve 1,5 yıl Alkaralar’ın formasını giydikten sonra, 21 yaşında, “büyük umutlarla” Beşiktaş’a giden Okan Koç… Futbolcu, 22 yaşında Beşiktaş defterini kapatıp Konyaspor’un yolunu tuttu. Sonrasında ise düşüşüne hız kesmeden devam etti…
8 Aralık 2010
Bu konuda kitap bile yazılabilir. Barcelona B takımında oynayan Pedro’yu Guardiola 22 yaşındayken A takıma kazandırmıştır. Pedro futbol tarihinde aynı sezonda 6 kupada da gol atan ilk futbolcu oldu. Messi’nin yedekliğini hakkıyla yapmakla kalmadı Henry gibi bir futbol efsanesinden formayı kaptı. Keşke ülkemizdede buna benzer şeyler yaşayabilsek. Şahane yazı ellerine sağlık.