28 Temmuz 2022, Perşembe
Sabah 7’de Ürgüp’e doğru sürüyorduk. Yolda gördüğümüz bir cepte durup nefis manzaranın keyfini çıkarttıktan sonra Cansın’ın çocukluk aşkı olan dışı sert, içi yumuşak tulumba tatlısını yemek üzere Merkez Pastanesi’ne vardık. Ama pastane ailevi bir sorundan ötürü eylülde kapanmıştı. Son 2 gelişimizde tulumba tatlısı yerken çocukluğuna giden ve mutluluk delisi olan Cansın’ın yüzü düştü.
Ne hissettiğini çok iyi anlıyordum. Çünkü çocukken yediğim fıstık sarması/dolamanın lezzetini yıllarca arayan biri olarak özellikle çocukken zevk aldığın şeylerin yok olması oldukça üzücüydü. Umarım bir gün, tıpkı benim yaklaşık 25 yıl sonra Gaziantep’teki Koçak’ta dolamayı ağzıma attığımda, Aşçı Fare’deki (Ratatouille) gurme misali, çocukluğumdaki tadı bulmam gibi, Cansın’ı da çocukluğuna götürecek bir tulumba tatlısını bulacağız!
Yakınlardaki başka bir pastanede birer poğaça yedikten sonra odamıza geri döndük ve önce Zeki Babayı ardından da Khatuna’yı alıp gezimizin ikinci gününde Mustafapaşa’ya doğru ilerlemeye başladık.
Eski adı Sinasos olan, eski belde, şimdi ise köy olan bölgenin sokaklarında dolaşıyorduk.
Eski birçok yer düzenlenip oldukça lüks mağara otele çevrilmişti. Onlardan birinin kapısı önünde fotoğraf çekinmek isterken, görevli bir arkadaş yanımıza gelip içeriyi dolaşabileceğimizi söyledi. Gayet güzel görünüyordu.
Sokaklarda bir süre dolaştıktan sonra Zeki Babanın tanıdıklarının sahibi olduğu ve işlettiği Asmalı Konak’a gittik.
Konak eskiden burada yaşayan Rumlara ait bir konakmış. Fakat sonradan şu an orayı işleten aile tarafından satın alınıp kullanılmaya başlanmış.
Konağın ülkede ünlü olması ise 2002-2003 yıllarında ATV’de yayınlanan Asmalı Konak dizisinin ilk sezonu için kullanılmasıyla olmuş. O günlerde Mustafapaşa’da internet cafe işleten Zeki Baba o günler için, “dizi yayınlanmadan önce sadece yabancı turistler gelirdi ama dizi bir yayınlandı her gün onlarca otobüsle yerli turist sadece konağı görmek için buraya başladı. İnanılmaz izdiham vardı” diyordu.
Konağın üst katında eskilerden kalan oldukça güzel ayrıntılar var. Benim en çok ilgimi duvara işlenen bu nefis tablo çekti.
Konağı gezdikten sonra uzun uzun konağı, Mustafapaşa’yı, ailenin hikâyesini ve oradan buradan konuştuktan sonra tekrar sokaklara indik.
Sinasoslu Rumların en önemli kiliselerinden biri olan ve mübadele öncesindeki pazaryerine kurulan Konstantin ve Helena (Eleni) kilisesi oldukça güzel görünüyordu.
Kilisenin giriş kapısı üstündeki kitabesi kilisenin ağızından yazılmış.
“Putperestlerin takipçisi, pek mukaddes krallar
mümin Konstantin ve Eleni’nin mabediyim.
Sultan Ahmet zamanında kısmen inşa edildim.
Sultan Abdülmecid zamanında da gerektiği gibi süslendim.
Meşhur Pasios’un başrahipliği zamanında ise
Sinososlular cemaatinin mücadele ve
harcamaları ile temellerden inşa edildim
1729’da. 1850’de ise tamir edildim”
35 derece sıcaklık bizleri oldukça yoruyordu bu yüzden bir mekana oturup bir süre dinlendikten sonra yeniden konağa döndük. Akşam yemeğimizi yedik ve ardından arabaya atlayıp güneşin batışını izlemek için Kızıl Vadi’ye geçtik.
İnsanlar adeta akın ettiği vadinin neredeyse her yeri inanılmaz kalabalıktı. Güneş batışında bacaların arasına konuşlanmış çekimleri yapılan gelin ve damatlar, turistler, piknik yapanlar, drone uçuranlar derken güneş batışına kadar burada takıldık.
Bir gün buralara yerleşirsek hangi mevsimde ve hangi açıdan güneşin en iyi batışını çekeceğimizi konuşuyorduk.
Avanos’ta bir yerlere oturup gezimizin ikinci gününü de sonlandırdık. Fakat bir ara arbaya doğru ilerken sokakta dolaşan bu kirpi oldukça sevimliydi!
29 Temmuz 2022, Cuma
Sabah 5’de kalkıp Göreme’de balonların kalkış yaptığı yerlerden birine gittik. Balonlar çoktan kalkmıştı. Ben de uygun bir açıya geçip bir yandan balonları izliyor bir yandan da video çekiyordum.
Yine gelin-damat çekimleri, turistler, video çekenler derken ortam ana baba günüydü.
2017’deki ilk gelişimde balonları izlemek için arabaya atlatıp Âşıklar Vadisi’ne doğru ilerlerken kafamı kaldırdığım her yerde gördüğüm ve büyülendiğim balonlar geliyordu aklıma.
Balonlar birer birer inişe geçiyorlardı. Bir süre de onları kaydedip ardından Öğretmen Evi’ne geçtik, toplandık ve kahvaltının ardından arabaya atlayıp Sarıhan (Saruhan) Kervansarayı’na doğru sürmeye başladık.
1249 yılında II. İzzeddin Keykavus zamanında (belki de onun tarafından) yaptırılan Sarıhan İpek Yolu’nda doğu-batı bağlantısını sağlayan Aksaray-Kayseri güzergâhının Nevşehir sınırları içinde kalıyor. Kervansaray Avanos’a 5, Ürgüp’e ise 6 km uzaklıkta ve Damsa vadisinde yer alıyor.
Sarıhan’a giriş yapınca aklıma doğrudan Sivas’ta (1. Gezi, 2. Gezi) Anadolu Selçukluların inşa ettiği yapılar geliyordu.
Yapı malzemesi olarak Kapadokya bölgedeki yaygın bulunan tüf taşlarının kullanıldığı Sarıhan, Anadolu Selçukluların yaptırdıkları son han olma özelliği de taşıyormuş.
Kervansarayda dolaşırken dikkatimi çeken en önemli şey duvarlara yazılmış ya da kazınmış yazılardı. Bunların ne olduğunu görevli arkadaşa sorduğumuzda bize buranın bir kervansaray olduğunu ve uzun yıllar içinde buraya gelen insanların yazdığı yazılar olduğunu söyledi. Hatta bir yazıya işaret edip bunun Karahan alfabesiyle yazıldığını ama okuyunca Türkçe olduğunu söyledi. Ama bunların edebi bir yazı olmadığı için birçoğunun tam da anlaşılamadığından bahsetti. Bir nevi günümüzde her gittiği yere adını ya da şunu bunu kazıyan ve her gördüğümde kulaklarını bol bol çınlattığım insanlar gibi bir şeydi aslında bu yazılar!
Sarıhan’dan sonra Çökek’e geçip Emine teyzeyi aldık ve onun köyü olan Cemil köyüne doğru yol almaya başladık.
Köye ulaşıp Emine teyzeyi bıraktıktan ve akrabalarıyla hoşbeş yapıp biraz atıştırdıktan sonra gezimize başladık.
Cemil köyü mübadeleye kadar Rumların, Ortodoks Türkler olan Karamanlıların ve Müslüman Türklerin birlikte yaşadığı bir orta Anadolu köyüymüş.
Emine Teyzenin akrabası olan ve çocukluğundan beri burada yaşayan Atakan’ın rehberliğinde ilk durağımız 1882’de inşa edilmiş olan Cemil Köyü Kilisesiydi. Atakan yapının bakımsızlık ve umursamazlık nedeniyle yıllar içinde çok fazla tahrip edildiğini anlattı. Fresklerden tutun da içeride her şey yıpratılmış, sökülmüş, kırılmıştı. Neyse ki son yıllarda kapısı kilitli tutulup köyde yaşayan Cabir Beye verilip, turistler geldikçe onun eşliğinde kapının açması sağlanarak en azından daha fazla tahrip edilmesinin önüne geçilmiş. Atakan bu konuda, “biraz geç kaldılar. 30 yıl kadar!” diyerek durumu tam anlamıyla özetliyordu.
Eski adı Calela olan köyden çıkıp bir sonraki durağımız olan Keşlik Manastırı’na geçtik.
Tabi manastır deyince akla Trabzon’da Sümela Manastırı ve Mardin’de Deyrul Zafaran Manastırı geliyordu.
İki kilise (Arkhangelos Kilisesi ve Stefanos Kilisesi (9. yy)), bezirhane, şarap imalathanesi, mutfak, yemekhane, okul, toplantı salonu, Ayazma (kutsal su kaynağı), keşiş ve rahiplerin kaldığı evler bulunan manastırda 200 kişiyi barındırabileceği düşünülmekteymiş.
Oyma şekilde yapılan manastır ve kiliselerde en çok ilgimi sarı ve kahverengi/kızıl renklerle bezenmiş tavan motifleriydi.
Manastırdan çıktıktan sonra gittiğimiz nefis yer bize kalsın. 🙂
Ardından önce Çökek’e geri döndük. Uzun süreli akrabalarla muhabbet edip yemek yedikten sonra Babaanneyi de alıp Avanos’a döndük. Orada da Hakanlara veda ettik ve dönüş yoluna geçtik.
Eve vardığımızda saat sabah 4’ü gösteriyordu.
Doldu dolu ve güzel bir gezi daha arkamızda kalmıştı. Şimdi bir süre durulup gördüklerimizi, yaşadıklarımızı keyifle sindirmek gerek. 🙂
Anı Videosu;
27 Temmuz 2023’deki Kapadokya gezimizin ufak bir anı videosu;