23 Eylül 2021, Perşembe (Lviv)
Gezimizin 6. gününde evde kahvaltı yapmaya karar verdik. Bu yüzden sabah çıkıp birkaç market ve fırından beğendiğim şeyleri sepete attım ve eve taşıdım.
Sosisli, köfteli, peynirli poğaçalar, tatlı ve peynirli kruvasan, camembert peyniri, philadelphia marka krem peyniri ile masamızı donattık. İçecek olarak da ev sahibinin ikram olarak bıraktığı, bilen bilir seylon siyah çayları ya da yeşil çaylar gibi kurumuş tüm yapraklı siyah çayı sıcak suya ekleyip bir süre bekledik ve voila! içeceklerimiz de hazırdı.
Kahvaltının ardından yürüyerek yakınlarımızda bulunan Ivan Franko parkına gittik. Ivan Franko kimdir; tam adıyla Ivan Yakoviç Franko Ukraynalı bir şair, yazar, sosyal ve edebiyat eleştirmeni, gazeteci, tercüman, ekonomist, politik aktivist, felsefe doktoru, etnograf ve Ukrayna dilinde ilk polisiye romanları ve modern şiirin yazardır. Siyasi bir radikaldir ve Ukrayna’nın batısındaki sosyalist ve milliyetçi hareketin kurucusudur.
Park güzeldi fakat iç yürüyüş yollarının bayağı kırık dökük olması akıllara Türkiye’de şu ya da bu nedenle hiç çalışası olmaya belediyeleri getiriyordu…
Bir sonraki durağımız Borys Voznytsky Lviv Ulusal Sanat Galerisi (Lviv National Art Gallery) idi. 150’şer grivna ödeyerek biletlerimizi aldık ve dolaşmaya başladık.
Lehçe, İtalyanca, Fransızca, Almanca, Hollandaca ve Flamanca, İspanyolca, Avusturyalı ve diğer Avrupalı sanatçıların eserleri de dahil olmak üzere 60.000’den fazla sanat eserine sahip olan galerideki çalışmaların birçoğuna bayıldık.
İlk aklımda kalanlardan biri Paul Merwart’ın Flood, 1881 adlı tablosuydu.
Salvatore Albano (1841-1893) imzası taşıyan Köle Kız (Slave Girl) heykeli efsaneviydi! Uzunca bir süre her bir ayrıntısını inceledim. Aklıma hala telefonumun arka plan resmi olan Paris’teki Orsay’da bulunan Ernest Christophe’nin son derece büyüleyici İnsanlık Komedyası / Maske (La Comedie Humaine dit Aussi Le Masque, 1827) heykeli geldi.
Bir gelinin hazırlığını resmeden nefis yağlıboya tablo, Dressing Up the Bride, Antoni Jezierski, 1893,
Kuşu ağzındaki yemle besleyen kız portresi, Girl with a Canary, Leopold Loeffler, 1878,
Jan Matejko’nun Bebek’i resmettiği tablosu, View of bebek near Constantinople, 1872,
Saray odaları gibi bezenmiş ve döşenmiş sergi odaları,
Kısaca müze Kiev’deki Ukrayna Ulusal Sanat Müzesi’nden sonra gerçekten bize nefes oldu.
Müzedeki ilginç anlardan biri, sokak ve binaları resmeden bir tabloya bakınca, “aynı Lviv” demem ve yaklaşınca gerçekten de Lviv olduğunu fark etmemdi. Tablo 1800’lerde yapılmıştı. Yani yüz yıllar geçmiş ama Lviv değişmemişti!
Tıpkı Mozart’ın Salzburg’daki evinde yer alan ve Belvedere Sarayı ve çevresinin 1758’deki halini yansıtan Canaletto imzalı tablosunu görünce “Belvedere değil mi?” diye şaşırmam gibi…
Müzeden sonra tekrar sokağa indik ve ilk önce Roshen çikolata dükkanından hem hediyelik, hem de denemelik olarak çikolata ve kurabiye aldık. Dip not olarak çikolatalar sek votka yanında pek lezizdi doğrusu.
Bir sonraki durak Lviv Tiyatro Binasının önünde yer alan pazardı. Cansın’ın geldiğimizden beri almak istediği ve ilk görüşte aşk yaşadığı geleneksel bir Ukrayna giysisini önce 1300’den 1200 grivnaya indirdik. Ardından da “bu kadar çıkıyor” diyerek küsuratları saymaya başladım, ki satıcı kadın olayı anlayıp gülümsedi ama yine de, “olur!” dedi ve 1161 grivnaya aldık.
Ardından çok övülen yerlerden biri olarak Lviv Handmade / El Yapımı çikolata dükkanına gittik. Birçok farklı konsepte çikolata barındıran ve haliyle aklıma Brugge’daki göz kamaştırıcı çikolata dükkanlarını getiren mekanda biz Belçika çikolatacılarından alışkanlıkla tekli özel üretim çikolatalardan denemeye karar verdik. Her biri 20-30 grivna arası olan çikolatalardan ilgimizi çeken 6-7 tanesini seçtik ve ilerleyen saatlerde denedik. Fakat bir çikolata sever olarak, tıpkı trende Victoria’nın ikram ettiği el yapımı bütün fındıklı Lviv çikolatası gibi bunları da çok sevemedim. Elbette kalbur üstüydü ama… Ya erime kıvamından, ya içeriği ile uyum sıkıntısından ya da tatlılığı-tatsızlığından olacak sanki bir şey(ler)i eksikti… Ya da belki de biz onlara denk geldik…
Çok kalabalık olduğu için ellerimize birer sıcak çikolata alıp yeniden sokaklardaydık. Dolaşırken ihtişamlı bir kilisenin önünden geçiyorduk. İçeriye girdiğimizde ayin olduğunu gördük. İşin garip yanı bu benim gittiğim 19. ülke ve bunların 17 tanesi Hristiyan ülkesiydi. Ve elbette birçok kiliseye girdim ve tek tük ayin anına da şahitlik ettim ama Ukrayna’daki kadar sık ayin hiç görmemiştim. Çok farklı zamanlarda girdiğimiz kiliselerin çok büyük çoğunluğunda ayin oluyordu ve tıpkı namaza yetişmek için camiye koşan Müslümanlar gibi kiliselere koşarak giren ve istavroz çıkarıp ayine eklenen insanlar görüyorduk. Ortodoksluktan mı diye düşündüm ama daha önce gittiğim Yunanistan gibi Ortodoks ülkelerde ya da farklı ülkelerde gördüğüm Ortodoks kiliselerinde böyle değildi diye anımsadım. İlginç bir deneyimdi.
Eve döndüğümüzde yorulduğumuzu fark ettik ama malum günlerimiz sayılıydı. Bu yüzden kısa bir dinlenme ve üst baş değişikliğinden sonra yeniden old towndaydık.
Bugünün son durağı yine çok fazla beğeni alan Beer Theatre yani Bira Tiyatrosu’ydu. Tıklım tıklım dolu olan mekanın en üst katında ve en arkada ancak yer bulabildik. Avluya bakan katlardan birinde performans yapan sanatçıları göremiyor ama en azından duyabiliyorduk. (Gülen surat).
Bira eşliğinde adettendir diyerek, patates cips ve peynirli bir şeyler yedik. Bol bol laklak edip cam kenarında olduğumuz için meydanı ve insanları takip ettik. Çok garip ama kimsede kırmızı ressam şapkası yoktu! (Gülen surat).
Gecenin en keyifli anı ise iki görevlinin ellerimize tutuşturduğu, her yeri ezilmiş birer boş pet şişeydi. Önce anlamasak da kısa bir süre sonra pet şişeleri masaya vurarak müziğe ayak uydurmamız ve ritim tutmamız isteniyordu! E, el mecbur biz de hem sağlam bir performansı sergiledik, hem de eğlendik.
24 Eylül 2021, Cuma (Lviv)
Gezimizin sondan 3. günü. Mideye artık sıcak sulu şeyler girmeli diyerek Puzata Hata’nın Lviv şubesine uğradık. Çorba, salata, kievski gibi bir şeyler yiyerek kendimize geldik.
Çıkınca sokakta şans eseri gördüğümüz ve isminden ötürü aynı dükkanın bir şubesi mi acaba diye düşündüğümüz Lviv El Yapımı Çikolata dükkanındaydık. Dünkü gibi yoğun olmayan ve tersine çok güzel döşenmiş bir pastaneydi. Meyve çayı içip uzun uzun laklak ettik ve yorgunluk attık.
Tekrar sokağa döndüğümüzde ilk durak St. John the Baptist Kilisesiydi (Church of St. John the Baptist).
Şu anki haliyle kıyıda köşede duran ve meşhur Noel filmlerinden biri olan Evde Tek Başına’daki kiliselere benzeyen yapının tarihi aslında şehrin kurulduğu 1250’lere dayanmaktaymış.
Prens Lev Danilovich’in emriyle inşa edilen kilise renkleri ve ufacık haliyle oldukça keyifli görünüyordu.
Biz gittiğimizde kapalı olan Roma Katolik kilisesi günümüzde Lviv Sanat Galerisinin bir şubesi olarak müze olarak kullanılmaktaymış.
Kiliseden sonra fotoğraflar çekine
çekine sokaklarda dolaşmaya devam ettik.
Karşımıza oldukça görkemli bir kilise olan Dominican Katedrali çıktı. Üzerinde Latince “Soli Deo Honor et Gloria” yani “Onur ve ihtişamın tek Tanrısına” yazan katedralin içine girdiğimizde yine bir ayinle karşılaşıyorduk.
Bir süre izledik, etrafa bakındık ve dışarı çıktık.
Gezimiz sırasında bir duvarda fotoğrafçı Yurko Dyachyshyn’in Slavik’s Fashion “Slavların Modası” adlı fotoğraflarını gördük. Sanatçının, muhtemelen, evsiz ve yaşlı bir adamı absürd şekilde giydirerek fotoğrafladığı çalışma oldukça komikti.
Acıkınca yemek için notlarımız arasında yer alan Et ve Adalet’e (Meat And Justice) gitmek istesek de bir türlü navigasyona rağmen mekanı bulamadık ve pes ettik. Bu yüzden kısa bir süre sonra hamburgerlerine bayıldığımız Epic Cheeseburger’deydik.
Vegan “Mutlu İnek” (Happy Cow) hamburgeri ve yanında verilen eritme çedar peyniri soslu tatlı patates kızartmasına bayıldık. Madem mekan bu kadar iyi bir tane daha söyleyelim dedik ve camembert peynirli burger söyledik. Ben camembertin de sos gibi geleceğini ve patatesleri batırarak yiyeceğimizi düşünüyordum fakat siparişimiz neredeyse ful camembert arası burger idi! İşin kötü yanı yüzde 70 doygunduk. Haliyle zorlayarak yedim ama bana çok yağlı ve ağır geldi…
Yemeğin ardından bir sonraki gün gideceğimiz açık hava müzesi için eve geçtik ve dinlendik…
Kiev, Lviv Gezi Günlüğü – Bölüm 1’i okumak için tıklayın…
Kiev, Lviv Gezi Günlüğü – Bölüm 2’yi okumak için tıklayın…