Tarık eniştemin Göteborg’da yaşayan kardeşi Leyla ve eşi Göran, çocukluğumun unutulmaz karakterlerinden biriydi. Yaz tatil için Türkiye’ye gelirken, yanlarında daha önce hiç görmediğimiz enteresan bir şeyler getirirler ve her defasında ağzımızın açık kalmasını sağlamayı başarırlardı. Tarık eniştemden aldığım ve koleksiyonuma eklediğim İsveç pulları, Ceren ve Şükrü’ye gelen türlü türlü oyuncaklar, ufaklıkların ayakları kaymasın diye çorapların altında ufak ayak izleri şeklinde kaydırmaz plastiklerin yer aldığı çoraplar, parmağa takılıp sallayınca kolları oynayan kuklalar ve elbette, muhtemelen enişteme getirilen ve bizden gizlenmesine rağmen bir şekilde bulup kaçamak bakışlarla incelediğim, şapkasını arkaya çekince penisi ortaya çıkan ve gülümseme ile utanma arasında gidip gelen şaşkın yüz ifadeleri takınmamı sağlayan anahtarlık, yıllar geçse de hep aklımın bir köşesinde yer etti durdu.
İlk kez adını 1992-93’te, Beşiktaş’a rakip olduğunda, duyduğum ve bir yandan maç özetlerini kasete kaydederken, bir yandan da kaset kapağında yer alacak “içindekiler” sayfasını oluştururken futbol takımı logolarını gazeteden keserken görüp logosuna bayıldığım IFK Göteborg’a sempati duymamın sebeplerinden biri de muhtemelen onlardı. Belki de bu yüzden çocukluğumdan beri gidip görmek istediğim yerlerin başında Göteborg ve İsveç geliyordu.
Birkaç ay önce Şükrü, 2 haftalığına Göteborg’a, halasının yanına gideceğini söylediğinde gözlerim parladı ve “ayarlayabilirsek ben de plana dâhil olmak isterim” diye atıldım. Günler günleri kovaladı ve planımız zaman geçtikçe netleşmeye başladı. Önce Fahriye, “ben de gelirim” dedi, sonrasında Şükrü’nün tarihleri belli oldu ve biz de biletleri alıp gün saymaya ve “nerelere gideriz?” sorusunun cevabını aramaya başladık. Elbette benim ilk işim, denk getirip Ullevi Stadyumunda maç izlemekti. 24 Temmuz’da Göteborg’un Jönköpings Södra ile oynayacağı lig maçı heyecanımı kat ve kat arttırmaya yetti!
Abreg ile Salda gölündeki çadır tatili ve hemen ardından gittiğimiz nefis Yunanistan tatilinin tadı damağımızda Ankara’ya döndükten bir gün sonra, 15 Temmuz Cuma gecesi, yaşadığımız askeri darbe girişimi tüm ülkenin üzerini kapkara bir bulut olarak sardı. Günlerce morallerimiz darmadağın olmuş bir şekilde dolaştık.
Kamu personeli izinlerinin iptali Fahriye’yi de etkiliyordu. Bu yüzden hafta sonunu beklemeye başladık. Bu arada Şükrü’nün 19 Temmuzda planlandığı gibi Göteborg’a varmış olması morallerimizi bir nebze olsun düzeltmişti.
20 Temmuzda OHAL ilan edildi ve Fahriye’nin gelme planı ve akabinde araba kiralayıp dolaşma fikrimiz de tamamen yatmış oldu. Bu yüzden Şükrü ile yaptığımız ilk minimal planı yeniden masaya serdik ve uçuşu beklemeye başladım.
21 Temmuzda İstanbul uçuşum (muhtemelen İstanbul’daki pasaport kontroldeki yoğunluktan ötürü) bir saat geriye alındı ki benim açımdan da iyi oldu zira ben de kontrolün yoğun olması durumunda uçağı kaçırabileceğim endişesini taşıyordum.
23 Temmuz 2016, Cumartesi (Göteborg , Rydboholm)
(1 Dolar: 3,0628 TL – 1 Euro: 3,3765 TL)
Darbe girişimi sonrası ülkenin birçok ilinde olduğu gibi Ankara’da da akşamları halk meydanlara inip “nöbet” tutuyordu. Bu yüzden de akşam 18 sabah 6 arası Kızılay Meydanı trafiğe kapalıydı ve haliyle Esenboğa’ya giden Belko’ya AŞTİ’den binmeliydim. Ben de tüm bu “olağanüstü” durumları göz önünde bulundurarak 9.55’deki uçağım için 6.40’da evden çıktım ve 7’de AŞTİ’den Belko’ya bindim.
Havaalanında ilk güvenlik kontrolünün ardından bagajı teslim edip yeniden güvenlik kontrolünden geçtikten sonra sağlı sollu olarak kurulmuş olan masalarda yapılan kimlik kontrolü dışında her şey normal işliyordu. Ben de uçuş kapısına geçip saatin gelmesini beklemeye başladım. Bu arada şirketten Jerome, eşi ve çocuğunu gördüm, selam verdim. Onlar da aynı uçakla İstanbul’a gidip ardından Fransa’ya uçacaklardı.
Geçen yıl Bosna ve geçen hafta Yunanistan’dan dönüşte İstanbul’dan Ankara’ya uçarken bindiğimiz gibi yine büyükçe bir uçak (Boeing 777-300ER, Kınalıada) kalkış için bizi bekliyordu. Sırt çantamı yerleştirip kitap okuyarak zaman geçiriyordum. Bu arada çaprazımda bir hareketlenme olduğunu fark ettim. Yaşlıca kadın bir yolcunun yanında doktor, hemşire, hostes ve kalkış görevlisi bulunuyordu. Yolcunun bilinmeyen bir nedenle tansiyonu düşmüştü ve normale dönecek mi diye gözetim altında tutuyorlardı. Yaklaşık 20 dakika sonra doktorun da tavsiyesi ile yolcu bagajlarını alıp uçaktan indi. Ardından bir anons geldi ve güvenlik gerekçesiyle tüm baş üstü bagaj kapakları açılıp tek tek hangi çantanın kime ait olduğu kontrol edildi. Muhtemelen yabancı bir bagaj bırakılıp bırakılmadığı kontrol ediliyordu. Sonunda işlemler tamamlandı ve 30 dakika gecikmeyle Atatürk Havalimanına indik. Yolculuk sırasında en güzel an elbette Marmara’daki Adaları bir kere daha kuş bakışı görmekti!
Uçaktan iner inmez hızlıca yürüyerek kafamdaki en büyük soru işareti olan pasaport kontrolüne doğru ilerledim. Kontrol noktasına vardığımda beklediğimden çok az bir kuyruk olduğunu görüp şaşırdım. Haliyle yeşil pasaport bankosunda kimse yoktu ve bordo pasaport kontrol noktasında, yanlamasına 3 sıra bulunuyordu. Her bir yolcunun kontrolü minimum 3-4 dakika sürüyordu ama 5 ya da 6 banko çalıştığı için bekleme süresi de beklediğimden çok iyiydi. Yaklaşık 25 dakika bekledikten sonra sıra bana geldi ve kadın memura pasaportumu uzattım. Rutin birkaç kontrolden sonra mesleğimi sordu, söyledim. Sonrasında birkaç dakika daha inceledi ardından telefonu eline aldı. Ben de hafifçe bankoya doğru yaklaşıp kulaklarımı kabarttım. Telefonun diğer ucundaki görevliye, “Karşımdaki şahıs Mehmet Ali Çetinkaya. Listede de Mehmet Çetinkaya var. Ne yapayım?” diye sordu. İçimden kocaman bir “haydaaaaa!” desem de, kısa bir süre telefonla konuştuktan ve birkaç ufak kontrolden sonra damgayı bastı ve pasaportu bana doğru geri uzattı. Uçağa yetişeceğim ve Göteborg’a doğru uçacağım için büyük bir huzur kapladı içimi!
Şükrü ve Ömer Abime haber verdikten sonra kapıya gidip uçağın kalkışını beklemeye başladım. En çok merak ettiğim yerlerden biri olan İskandinavya’da olacağım için heyecanlıydım!
Boeing 737-800’de 8A cam kenarına oturup etrafı izlemeye koyuldum. Safranlı pilav, nohut ve kabaklı tavuk, cacık, krem peyniri, tereyağı ve çikolataları tatlıyı mideye indirirken bir yandan da dışarıyı gözlemliyordum. 11000 metre yüksekte, ortalama 750 km hızla ilerliyorduk. Romanya üstünden bir süre ilerledikten sonra tamamen bulutların üzerindeydik.
Şükrü Rydboholm’a gittikten sonra havanın kapalı ve yağmurlu olduğunu söylemiş, Leyla Abla da Tarık eniştem ve Şükrü’nün kat kat giysili hallerini ve ardından da Göran ve Stefan’ın tişört ve şortlu fotolarını gönderip gülücük koymuş ve “gelirken güneşi de getir mali” demişti. Soğuğa dayanıklı olduğum için benim için sorun yoktu ama asıl korkum, bol bol yürümek istediğim için yağmurdu. O yüzden Göteborg’a yaklaştıkça gözüm sürekli olarak bulutlardaydı.
Pencereden gelen yakıcı güneş aklıma, Kasım 2013’te Amsterdam’a giderken bulutların üstünde olduğumuzu unutup, pencereden gelen güneşten ötürü “Kasımda bu kadar güneş süper!” diye düşünüp, havaalanına indikten sonra gerçekle yüzleştiğim günü getiriyordu!
Baltık Denizinin üstünden geçerken bulutlar azalmıştı. Göteborg’a inişe geçerken ise hayatımda gördüğüm en güzel manzaralardan birine bakıyordum. Olabildiğince yeşillik, araya serpiştirilmiş ufak büyük onlarca göl ve onların çevresinde yer alan ufak açıklıktaki nefis evler! Göz kamaştırıcı görünüyorlardı! İzlemeye doyamadan uçak piste inmişti.
Havaalanında sadece 4-5 yolcu uçağı ve belli ki üst düzey birini yolcu etmek için alanda bulunan 4-5 tane siyah jip ve üzerinde Alman bayrağı olan bir jet yer alıyordu. Uçağa yanaştırılan portatif yarı körük yarı merdivenden geçip otobüslere bindik ve pasaport kontrole ulaştık. 2 banko vardı ve işlemler hızlı ilerliyordu. Görevli pasaportu okutup vizeyi bulduktan sonra, “Yunanistan Schengin’in var?” dedi. “Evet” dedim. “Kaç gün kalacaksın?” dedi. “8 gün, gelecek Pazara kadar” dedim. “tamam” dedi ve damgayı basıp pasaportu geri uzattı.
Bagajı alıp çıkış kapısından geçtiğimde Leyla Abla, Tarık Eniştem ve Şükrü beni bekliyorlardı. Bir yere oturup bir şeyler yemeye, içmeye ve bol bol laklak etmeye başladık. 60’lık Carslberg organik bira menümüzün en ilginç kalemiydi.
Şükrü’yle tuvalete gittiğimizde, sadece pisuarların olduğu bir bölüm dışında, tüm tuvaletlerin kadın erkek ortak kullanımında olduğunu görüp İskandinavya’da olduğumu anlamaya başladım.
Masaya dönerken etrafta dolaşan ve Türkiye’den bir futbol takımı oldukları belli olan çocuklarla konuşmaya karar verdik. Elemanlar, Göteborg’da düzenlenen bir futbol turnuvasına katılan ve U16 düzeyinde şampiyon olan Çayyolu Spor’un oyuncularıydı. İşin komik yanı ise, Türkiye’ye dönüş biletleri öğlen 11 olmasına rağmen finale kaldıkları için maça çıkmış ve uçağı kaçırmış olmalarıydı! Öğretmenleri çocuklar için dönüş bileti ve kalacak yer arıyorlardı! “Türkiye kafası!” deyip gülmeden edemedik!
Havalından ayrılmadan önce döviz bürosuna gidip “yanımda bulunsun” diyerek 50 Euro bozdurdum. Normal değerden daha ufak bir değerden parayı krona çevirmelerini bekliyordum ama 50 kron komisyon almaları hüzün vericiydi! İşlem sonrasında görevlinin uzattığı, ucu kilitlenebilir plastik cüzdan ise ilginç bir ayrıntıydı. Cüzdanım olduğu için teşekkür ettim.
Masaya dönüp bir süre daha muhabbet ettikten sonra arabaya doğru yürürken havanın sıcak ve kuru olması “Size güneşi getirdim!” geyiği yapmamı sağlıyordu.
Havaalanı, Leyla Ablaların yaşadıkları ve ülkenin nüfus olarak en büyük 17. şehri olan Boras’a bağlı Rydboholm ile Göteborg arasında yer alıyordu ve yaklaşık 46 km uzaktaydı. Dönüş yolunda büyükçe bir markete girip alışveriş yaptık. Haliyle ilk iş olarak çikolata reyonuna gittim. 2 İsveçli genç çikolata seçiyorlardı. Selam verip “sizce en iyi İsveç çikolatası hangisi?” diye sordum. Eleman bir süre bakındıktan sonra IKEA’dan tanıdığım Marabou’yu gösterdi. Ondan, daha önce yemediğim birkaç farklı Lindt’ten ve bugüne kadar yediğim en iyi çikolatalardan biri olan “Yoğun Yeşil Limonlu” Lindt’ten alıp bizimkilerin yanına geri döndüm.
“Fısıldamak” anlamına gelen ve 140 km uzunluğundaki Viskan nehrinin hemen yanında yer alan Leyla Ablaların daha önce butik hotel ve şu anda 18 yaş altı 6 tane göçmen çocuğu barındırdıkları mekân çok güzel görünüyordu. Göran, Stefan ve çalışanlardan Afgan Hadi karşıladı bizi.
Odaya çantaları attıktan sonra önce yemek yedik ardından etrafı kolaçan edip bol bol muhabbet ettik. Afganistan’da yaşanan ve birçok kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırıdan ötürü Hadi oldukça moralsiz görünüyor ve sürekli bir yerleri arayıp telefonundan haberleri inceliyordu.
Hava 21 derece civarı ve gayet güzeldi. Bir ara Leyla Abla, yatağımı hazırlama konusunda bir şeyler söylerken içimden “daha erken ayarlarız” diye geçiriyordum. Bir süre sonra Tarık Eniştem de benzer bir şey söyleyince dayanamayıp “daha erken ya! Ne acelemiz var” dedim. Şükrü bana dönüp “Abi saat kaç şu an biliyor musun?” diye sordu. “7.30, 8?” dedim. Kahkaha attı “Abi saat 22.30 şu an!” Evet İskandinavya’daydım! Bizimkilere foto gönderip saat 22.30 diye mesaj attım!
3 hafta önce buraya gelen Tarık eniştem “ilk geldiğimde karalık olsun diye perdeleri çekip yatıyordum” dedi.
Yorgunluktan zıbarmadan önce incelemek istediğim son şey Leyla Ablaların 30 bin krona satın aldıkları ekolojik tuvaletti. Normal alafranga görünümündeki tuvalete ilk önce özel bir kâğıt yerleştirip ardından tuvaletinizi yapıyor ve sonrasında elinizle ittiğiniz kol sayesinde kâğıt torba alt kata düşüyordu. Son olarak da “büyük ya da küçük” olarak tuvaletinizi seçiyordunuz. Böylece atığınız alev alıyor ve yüksek ateşte küle çevriliyordu. Burada biriken külü daha sonra gübre olarak kullanabiliyordunuz. İşin en güzel yanı ise nerdeyse hiç koku olmamasıydı! Bir kere daha İskandinavya’dayım diye düşündüm!
Saat 12’yi geçerken mışıl mışıl uykuya daldım. Her şey çok güzel başlamıştı!
Rydboholm, Boras, Gamla Ullevi, Göteborg, Kopenhag, Oslo – Bölüm 2’yi okumak için tıklayın…
Rydboholm, Boras, Gamla Ullevi, Göteborg, Kopenhag, Oslo – Bölüm 3’ü okumak için tıklayın…
Rydboholm, Boras, Gamla Ullevi, Göteborg, Kopenhag, Oslo – Bölüm 4’ü okumak için tıklayın…
Rydboholm, Boras, Gamla Ullevi, Göteborg, Kopenhag, Oslo – Bölüm 5’i okumak için tıklayın…
Rydboholm, Boras, Gamla Ullevi, Göteborg, Kopenhag, Oslo – Bölüm 6’yı okumak için tıklayın…