Çaykur Didi (Yeni Rize Şehir) Stadyumu’nun Ankara 19 Mayıs Stadyumu’na uzaklığı: 818 km.
Bir yandan 2011’den bu yana görmediğim Rize’yi bir kere daha görmek, bir yandan da en uzak deplasman rekorumu (736 km Hüseyin Avni Aker, Trabzon) 82 kilometre uzağa taşıyarak 818 kilometreye çıkartmak ve yeni bir stadyumu daha “listeye” eklemek adına son 3 sezondur gitme hayalleri kurduğum Rize’de maç izlemek için haftalar öncesinden Abreg ve Cengiz Abiyle planlar yapmaya başladık. Elbette önümüzdeki en büyük sorun devre arasından sonra oynanacak olan maçın tarihinin henüz belirlenmemiş olmasıydı. Bu yüzden “cuma olsa nasıl yaparım?” ya da “pazartesi olsa gidebilir miyim?” gibi sorular beynimde dönerken TFF maçın pazar günü 13.30’da olacağını açıkladı ve derin bir nefes aldık.
Cumartesi ve Pazar günü Samsun ve Rize’nin 15-17 derece arasında ve yağışsız olduğunu görmek yolculuk öncesinde morallerimizi yükseltiyordu. Başakşehir deplasmanında, misafir takım biletlerini satan gişeyi bulma konusunda yaşadığımız “saçmalıkları” bir kere daha yaşamamak adına biletlerimizi bu sefer internetten satın aldık. Abreg bileti aldıktan sonra “A1 de satılmış görünüyor” deyince Cengiz Abi’nin “dört olmuşsa, dört dörtlük taraftar deplasmana gidiyor diyebiliriz :)))” sözlerine bol bol güldüm.
16 Ocak 2016, Cumartesi
Cumartesi sabahı 8’de Cengiz Abi beni aldı ve 8.30’da Samsun yolunda bizi bekleyen Abreg’le buluşup yolculuğumuza başladık.
Yıllar önce Abreg sayesinde adını ilk kez duyduğum ve afiyetle mideye indirdiğim (sonrasında evde de birkaç kez yapmayı denediğim) Çakallı menemeni yemek için saat bir de ara verdik ve karnımızı doyurduktan sonra Cengiz Abiyle pazar günü 7’de Rize’ye doğru yola çıkma konusunda anlaşıp Abreg’in arabasına atlayıp Atakum sahiline indik.
Hava kapalı olsa ve hafif rüzgâr esse de martılar, deniz, kumsal ve hava oldukça güzeldi.
Sahilde oturup bir şeyler içtikten sonra Abreg’in yeni evinde geçtik.
Salondan dağ, ekili tarlalar ve güneşin batışını gördükten sonra neden buraya taşındığını daha iyi anladım.
Akşam “Kuzeyli”lerden Esra da geldi ve bol bol laklak edip hasret giderdik.
44 yıllık Süper Lig tarihinin en kötü sezonunu yaşayan Gençlerbirliği için hayati bir önem taşıyan Rizespor maçı öncesi, “başarısına güvendiğim” totemleri de yapmaya devam ediyordum. Hafta içi anneme dua etmesini söyledikten sonra bu sefer de gencler.org’daki “Tarihte Gençler” bölümünde maç gününü yazıp “ara” butonuna tıkladım. Sonuç nefis görünüyordu; 17 Ocak tarihinde bugüne kadar ikisi de deplasmanda iki maç oynamıştık ve her ikisini de yenmiştik! Heyecanla bilgiyi Abreg’le paylaştım, “hadi bakalım!” dedi.
17 Ocak 2016, Pazar
Saat 6.15’de uyanıp 6.30’da kapıdan çıktığımızda henüz hava aydınlanmamıştı.
Karanlıktan ötürü net bir fotoğraf yakalayamasam da doğmakta olan güneş, gökyüzünü nefis renklere boyamıştı.
Fırından simit alıp Cengiz Abiyle buluşmak için tekerlekleri döndürmeye başladık ve saat 7’de “resmen” deplasmana start verdik.
Daha önceki deplasman tecrübelerimizden faydalanarak, araba için “uygun” park yeri bulmak, (kolay gibi görünse de hiç de öyle olmadığını defalarca öğrendiğimiz) misafir takım giriş kapısını keşfetmek ve yanımızda götürdüğümüz “Alkaralar” pankartını polise gösterip onay almak için zaman harcayacağımızı düşünerek, “ne olur ne olmaz” diyerek maçtan bir saat önce yani 12.30’da orada olmak istiyorduk.
Yol boyunca trafikten tutun da hava durumuna kadar her şey nefis ötesiydi. Hava 17-19 derece arasında seyrediyordu.
Yolculuğumuz sırasında Samsunspor ve Trabzonspor’un inşaat halindeki stadyumlarını görüp sonraki yıllar için deplasman listemize ekledik.
Tabi bu muhabbetler dönerken cümlelerimiz genelde, “tabi ligde kalırsak!” koşuluyla bitiyordu.
Sadece 2 kısa mola vererek tam 12.20’de Çaykur Didi Stadyumu’na vardık, normalden çok kolay bir şekilde misafir kapısını bulduk, yakınına arabamızı park ettik ve polisten pankart için çok kısa sürede onay alıp içeri girdik.
Böylece 15 bin kişilik “kutu” gibi stadyumu uzun uzun inceleme şansına eriştim.
Hemen pankartımızı astık ve güneş varken fotoğraflar çekindik.
Ardından her deplasmanda olduğu gibi tribünün farklı açılarından fotoğraf çekip sahanın nasıl göründüğünü inceledim.
Bu arada forumda tanıştığımız Arif Şen ve Trabzonspor deplasmanında tanıştığımız doğma büyüme Trabzonlu ama Gençlerbirliği taraftarı olan Fazlı Nas aramıza katıldı.
Hoş beş muhabbetin ardından maça odaklanmaya başladık.
Hem Gençlerbirliği başında hem de Süper Lig’de ilk maçına çıkan İbrahim Üzülmez, Rizespor karşısına, kalede Hopf, defansta Ahmet Oğuz, Uğur Çiftçi, Ahmet Yılmaz Çalık ve Ante Kulusic, orta sahada Landel, Djalma Campos, sezon sonu saçma bir kararla gönderilen ve devre arasında yeniden takıma eklenen Hleb, yine devre arasında takıma katılan Fenerbahçeli eski oyuncu Selçuk Şahin, Bogdan Stancu ve ileride de El Kabir’i sahaya sürmüştü.
Futbolculara sesimizi duyurmak için tribünün en önüne konuşlanıp maçı izlemeye başladık. Ara ara “Haydi Gençler!” ve “Gençler!” tezahüratları yaparak oyunculara sesimizi duyuruyorduk.
Fakat daha 10. dakikada Uğur’un boşalttığı sol kanata sarkan Sercan Kaya’nın golü tüm neşemizi yerle bir etmeye yetti. Çünkü sezonun ilk yarısı boyunca geriye düştüğümüz hiçbir maçı çevirememiştik ve daha önemlisi kötü günler geçiren takım muhtemelen oyundan düşecekler ve fark açılacaktı! 425 kilometrelik Samsun ve sonrasında 409 kilometrelik Ankara yolu gerçekten büyük zülüm olacaktı!
Hiç konuşmadan put gibi hareketsiz bir şekilde sadece gözlerimizle maçı takip etmeye başlamıştık. Top tutan, oyunu açan ve pozisyon yaratmaya çalışan takımın en iyisi Hleb’in hazırlayıcısı olduğu pozisyonda Uğur’un, hayatının en iyi ortasını ceza sahası içine gönderişi ve tam önümüzde topla buluşan Stancu’nun topu düzeltip, kalecinin yanından topu filelere gönderişi rüya gibiydi! Tribünde çılgına dönmüş bir şekilde birbirimize sarılıp “Stancu, Stancu!” diye bağırıyorduk!
(Maç sonrası Adem Lig Tv’nin sadece ilk golden sonra bizi gösterdiğini söyledi ve üstteki fotoğrafı gönderdi. Cengiz Abinin sevinci müthişti!)
Resmen hayat öpücüğüydü bu gol! 4 dakika sonra yine Hleb’in serbest atışta şut çekmek yerine Kabir’e yerden uzattığı topun önce Selçuk’a ulaşması ama yaptığı kötü vuruşsun Stancu’dan sekmesi ve kaleci tarafından uzaklaştırılmasının ardından Ahmet’in inanılmaz keskinlikte ve net bir kafa vuruşuyla iğne deliğinden topu filelere göndermesiyle adeta çıldırıyorduk! Rüya gibiydi rüya!
Kendimizden geçmiş bir şekilde tezahürat yapıp eğleniyorduk. Her iki golün de tam dibimizde olması da çoğu zaman görüş açısı nedeniyle yüksekten maç izleyen bizler için çok farklı ve nefisti!
Skor 2-1 devam ederken turnike görevlisi Cengiz Abiye, “siz düşmezsiniz zaten düşmeyin, Sivas düşsün” diyor Cengiz Abi de, “düşmeyelim de gelecek yıl da Rize’ye gelelim” diye cevap veriyordu.
İkinci yarı başlarken Fazlı, “bu kaleye atak yapacaklar. Çekilmez, bu maç bitmez!” diyordu. Haklıydı. Maç bitmezdi. Öyle de oldu. 65’de yediğimiz penaltı golü yeniden morallerimizi altüst etti.
Birbirimize puan cetvelini, diğer takımların durumlarını soruyorduk ama ortak fikrimiz takımın alacağı 1 puanın bile moral açısından çok ama çok değerli olduğuydu. Ama golden sonra Rizespor’un baskısı devam ediyordu ve her an gol yiyebileceğimizi düşünüyorduk.
Ama öyle olmadı. Kısa süreli bocalama evresinden sonra takım deplasmanda olmasına ve baskı yemesine rağmen zincirlerini kırdı ve atak oynama başladı.
İkinci yarı başında İbrahim Üzülmez, Landel yerine orta sahaya Skulason’u almıştı, 71’de Hleb yerine İrfan’ı ve 79’da Stancu yerine sol kanata (merakla izlemek için beklediğimiz) Serdar Gürler’i oyuna aldı. Her iki değişiklik de atak oyunumuzun sebebi oldu.
Önce Djalma’nın çaprazdan dışarı çıkan şutu ve sonrasında Serdar’ın kaleyi karşıdan gören şutunun defans tarafından çıkarılmasına tribünden ahlar vahlarla tepki veriyorduk.
Maçın son dakikalarında Abreg’e, “adamların tam uyuduğu anlar, atarsak şu an atarız!” dedim. Bitime 2 dakika kala, Djalma’nın 2 kişi arasına girip müdahaleye rağmen topla beraber yoluna devam etmesi, defans oyuncusunun üzerinden topu aşırttıktan sonra filelere göndermesiyle bu sefer gerçekten çıldırıyorduk! Nefis nefis nefisti! Daha ne olabilirdi ki! Tıpkı son dakikalarda bulduğumuz 2 golle beraberliği kazandığımız Konyaspor deplasmanı gibiydi ama elbette ondan kat ve kat daha değerli!
Uzatma anları içinde Rizespor’lu futbolcunun direkten dönen kafa şutunu buz kesilmiş bir şekilde takip ettik ve maç sevinç çığlıklarımız arasında sona erdi!
Hemen futbolcuları tribüne çağırdık. Deplasmanda olmanın kaygısıyla olacak oyuncular bir süre tereddüt etseler de tribüne doğru geldiler. Karşılıklı alkışlama sırasında benim gözüm, birkaç hafta önce Yılmaz Vural tarafından hedef gösterilen ve zor günler geçiren ama maçta nefis bir gol atan Ahmet Yılmaz Çalık’ın üzerindeydi. Tam futbolcular dönecekken Fazlı, “kırmızııııı!” diye bağırdı. İşte o an Ahmet’in yüzündeki gülümsemeyi ve akabinde hep beraber “siyaaah!” diye karşılık vermelerini görmek inanılmazdı! “Kırmızı – Siyah – En Büyük – Gençler – Şampiyon – Gençler” den sonra içimiz rahat, mutlu ve mesut bir şekilde tribünden çıkıp 425 kilometrelik dönüş yoluna koyulduk.
Fazlı ve Arif Şen’i Trabzon’a bıraktıktan sonra Trabzon deplasmanından sonra olduğu gibi yine Köfteci Nihat Usta’da karnımızı doyururken Tanıl Abi’yi aradım, “Abi bizce nefisti de televizyondan nasıldı?” diye sordum. Tek tek oyuncuları izah etti hepsinde hem fikirdik ama Selçuk Şahin’in de oldukça iyi olduğunu söyleyince şaşırdık. Demek ki ya açımızdan ya da attığımız gollerden sonra kafamız 1 metre yukarıda olmasından kaynaklanmış olacak ki, anlayamamıştık!
Telefonu kapatırken, “çok mübarek bir iş yaptınız helal olsun” dedi ben de, “Abi birini Abreg, birini Cengiz abi diğerini de ben sırtlandım 3 puanı Ankara’ya getiriyoruz pazartesi” dedim gülüştük.
Tam çıkmak üzereyken Cengiz Abi maçın özetini açtı. Campos’un golünü izledikten sonra Abreg, “ne yani, bu golü mü izledik!” dedi kahkahalara boğulduk.
Yolda Abreg ve Cengiz Abi’nin deplasman kariyerlerindeki ilk galibiyetleri olduğunu öğrenip şaşıracak ve onlar adına daha da çok sevinecektim. Sonuçta benim deplasman kariyerim için de bir ilk vardı; ilk kez Gençlerbirliği’nin rakip sahada 3 gol birden atışına şahitlik etmiştim. Daha ne olsun!
Eve ulaştıktan sonra da bol bol Abreg’le birbirimize, “yendik di mi biz şimdi?” kıvamında laflar attık. Tıpkı Ali Sami Yen’deki son lig maçında Galatasaray’ı 2-0 yendikten sonra gittiğimiz mekanda Âdem ve Erdem’le sürekli “O ha! Gençler 2-0 yenmiş!” muhabbetleri yapıp eğlendiğimiz gibi.
18 Ocak 2016, Pazartesi
Sabah 6.30’da kalkıp 7.15’de Cengiz Abiyle buluştuk, Abreg’e veda ettik ve çoğunlukla kapalı, ara ara yağmurlu yolculuğumuzu tamamladığımızda, toplamda 1700 kilometre yol yapmıştık.
Her şeyiyle dört dörtlük, nefis bir deplasmandı! Nicelerine inşallah. Amin! 🙂
Kişisel deplasman karnesi: 23maç, 4g, 8b, 11m, 18ga, 33gy.
Video Anı
Dip not: Çaykur Didi Stadyumu’ndan önce gördüğüm 24 stadyum sırasıyla şunlar: Ankara 19 Mayıs, Cebeci İnönü, Mudanya İlçe, Beşiktaş İnönü, Sakarya Atatürk, Yenikent ASAŞ, Bursa Atatürk, San Siro / Giuseppe Meazza, Santigao Bernabeu “Maç yoktu. Stat turu ile gezdim”, Konya Atatürk, Eskişehir Atatürk, 5 Ocak, Ali Sami Yen, Samsun 19 Mayıs, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu, 19 Eylül, İstanbul Atatürk Olimpiyat, Recep Tayyip Erdoğan, Kadir Has, Türk Telekom Arena, Hüseyin Avni Aker, Dr. Necmettin Şeyhoğlu, De Grolsch Veste, Başakşehir Fatih Terim.
İlgili maç: 2015-2016 Sezonu Spor Toto Süper Lig 18. Hafta Maçı Çaykur Rizespor 2-3 Gençlerbirliği
“Siteye Kayıtlı” Bir Önceki Deplasman Anım: “22. Deplasmanım ve Gördüğüm 24. Stad: Başakşehir Fatih Terim (469 km)”