12 Temmuz 2015, Pazar (Saraybosna, Konjic, Mostar)
Saat 10.30 civarında park yerine doğru yürürken bir pazar görüp ufak bir gezinti yaptık. Ardından park yerine ulaştığımızda, tüm gezi sırasında en çok park yerlerine para ödeyeceğimizi öğreniyorduk. Çünkü hem yabancı bir ülkede olduğumuz, hem kiralık araba kullandığımız, hem de kaldığımız yerler genelde araba parkına müsaade etmediği için geceliğine Bosna ve Karadağ 10 Euro ödedik.
İlk durağımız THY’nin İstanbul’da unuttuğu bavulumu teslim almak için havaalanıydı. Bavulu aldıktan sonra Saraybosna’ya 57 km uzaklıktaki, Hersek’in (Bosna-Hersek’in güney bölgesi) kuzeyinde yer alan Konjic’e doğru yola koyulduk.
Arabayı park yerine bıraktıktan sonra ilk gördüğümüz şey Osmanlı mimarisiyle inşa edilmiş olan nefis Konjic Köprüsü (Stari Kameni Most / Old Stone Bridge, 1682-1683) ve altından akan tertemiz nehirdi.
Köprünün diğer yanındaki duvarları ve üstünden sarkan evleri görünce aklıma Amasya’da Yeşilırmak’ın üzerinde yer alan köprünün karşı yakası geliyordu.
Köprünün altından akan Neretva nehri aynı zamanda Mostar Köprüsü’nün altından akan nehirdi ve daha güzeli 70 kilometrelik Mostar yolu boyunca onun yanından yol alacaktık.
Köprünün diğer tarafında bulunan eski evlerin yanında, Konjic’de yapılmış en eski cami olan Junuz-Cauševa Camii (Junuz-Cauševa Dzamija / Caršija Mosque, 16.y’nın ilk yarısı) yer alıyordu.
Cami oldukça sadeydi.
Bahçesinde mezarlık ve Derviş Paşa Cengiz’in (Derviš Paša Cengić) türbesi bulunuyordu.
Hava oldukça sıcaktı ve genelde çocuklar nehirde yüzüyorlardı. Biz de oraya doğru gittik ve nehre ayağımızı soktuk. Buz gibiydi.
Sonrasında gölgelik bir yere geçtik ve bir şeyler içip yanımızdaki meyveleri yedik. Köprü gerçekten çok heybetli görünüyordu.
Geldiğimiz tarafa geçtiğimizde karşımıza, bir tarafı Konjic köprüsü ve diğer tarafı Boğaziçi köprüsü olan bir tabela ile karşılaştık. Biraz yanda da Türk ve Bosna bayrakları yer alıyor ve Türkiye’nin savaş sonrasında yeniden yapım için finansal destek verdiği yazıyordu.
Biraz daha yükseğe çıktık ve bir kere de oradan Konjic’e ve köprüye baktık.
Arabaya atlayıp Konjic’ten çıkmak üzereyken, bir fırın (Pekara) görüp yolda atıştırmak için birkaç çeşit Boşnak böreği (Zeljanica, 200 gr, 1,5 KM) aldık. Atıştırmaya başladığımızda, böreğin katmanları oldukça ince olduğu için inanılmaz sevdik ve Türkiye’de öve öve bitiremeyenlere hak verdik. (Fakat gariptir ki, tüm gezi süresince birçok yerde börek yedik ama en güzeli buydu.)
Nehirle birlikte kıvrılan tek şeritli yolda ilerlerken Čelebići yakınlarındaki Jablenicko Gölü’nün (Jableničko Jezero / Jablenicko Lake) genişlediğini gördük ve bir süre durup manzarayı izledik. Çok güzel görünüyordu.
Konjic’ten 26 kilometre sonra Jablanica’yı geçip Bayram’ın “kesin kuzu tandır” yiyin dediği iki yerden biri olan Kovaçeviç’e ulaştık. Aklıma İstanbul’a doğru giderken Bolu dağındaki et lokantaları geldi.
Lokantadan manzara gerçekten çok güzeldi. Çok aç olmadığımız için kuzu yerine pirzola (Teleci Kotleti s Prilogom, 12 KM) ve sebze tabağı (Prilozi, 2 KM) söyleyip mideye indirdikten sonra yolumuza devam ettik.
Sygic ile Pansion Nur’a (Jusovina 8b) vardığımızda sıcaklık 38 derece civarındaydı. Kısa bir süre pansiyonun yerini aradıktan sonra bugüne kadar gördüğüm en yardımsever ve eğlenceli işletmeciyle karşılaştık. Arabayı alıp dar sokaklardan pansiyonun girişine kadar getirdi. Oda gayet güzeldi ve yine şans eseri seçtiğimiz yer “eski şehrin” dibindeydi. (Saraybosna’ya döndüğümüzde Mostar’da yaz boyunca havasıcaklığının 35-40 arasında dolandığını, bu yüzden de yerlilerin genelde öğlenleri asla dışarı çıkmadıklarını öğrenecektik.)
İşletmecinin annesi tarafından yapılmış olan dondurma ikramını afiyetle yedikten ve biraz dinlendikten sonra insanların kenarında toplandığı ve ayaklarını soktuğu ya da gaza gelenlerin yüzdüğü buz gibi suyu ve oldukça hızlı bir akıntısı olan Neretva nehrine doğru yürüdük.
Nehrin kenarlarında eski bir yapıya ait olduğunu düşündüğüm taşlar bulunuyordu. (Sonraki gün bunların 9 Kasım 1993’te Hırvatlar tarafından havaya uçurulan eski köprünün parçaları olduğunu öğrenecektim.)
Bu açıdan, Dünya Mirası listesinde yer alan Mostar Köprüsü’nü (Stari Most, Old Bridge, 1557-1566) bir türlü aklımda yer eden köprüye benzetemiyordum.
Bir süre su kenarında bekledikten sonra yavaş yavaş nehre girdim ve ivedi bir şekilde geri çıktım. Gerçekten soğuktu ama bir yandan da serinleticiydi.
Bu sırada köprünün üstünde bir adam para topladıktan sonra kollarını iki yana açarak ve dizlerini kırmış bir şekilde 30 metre yüksekliğindeki köprüden gösteri için aşağıya atladı. Gerçekten efsane görünüyordu. (Sonradan atlarken kollarını açıp dizini bükmesinin hızını yavaşlatmak için olduğunu öğrendim.)
Nehir kenarında oturup etrafı izlerken Özgür Mumcu ve iki arkadaşı nehir kenarına geldi. Biri bana, “mayoyu buradan mı aldınız yoksa yanınızdan mı getirdiniz” diye sordu. Ve mayo satın alacağı bir yer bulmak için uzaklaştı. Srebrenitsa anması için dün Saraybosna’ya gelmişlerdi ve bugün Mostar’daydılar.
Bir süre daha nehir kenarında pinekledikten sonra dolaşmaya başladık. Mostar Köprüsü’nü gördükten sonra, Eğri Köprü (Kriva Cuprija / Crooked Bridge, 1558) minyatür gibi duruyordu.
Eski yapıların arasında yürürken 16.yy’da olduğunuzu sanıyordunuz.
Mostar Köprüsü yürümek için bile oldukça dikti. Karşı tarafa geçtiğimizde gördüğüm tabelada Türkiye’nin de köprünün yeniden yapımı için para veren ülkelerden biri olduğu yazıyordu.
Karşıya geçip bir süre yürüdükten sonra arkamı döndüğümde, işte evet! Aklıma kazınmış olan Mostar Köprüsü’nü görüyordum. O kadar muhteşem ve masalımsıydı ki!
Mostarda geçirdiğimiz iki gün boyunca defalarca ve farklı açılardan Mostar Köprüsü’ne bakmaya doyamadım. Bu hissi en son Madeira’da Ponta de São Lourenço ucunda gördüğüm efsanevi katmanlı kayalıklara bakarken hissetmiştim.
Bosna-Hersek’te yer alan, 17.yy’ın ilk yıllarına ait en önemli eserlerden biri olan, avlusu ve çeşmesiyle Koski Mehmed Paşa Camii (Koski Mehmed-pašina Dzamija / Koski mehmed Pasha Mosque, 1618) oldukça güzeldi.
Camilerden biri de Ruznameci İbrahim Efendi Camii’ydi (Roznamedzi Ibrahim-efendije Dzamija / Roznamedzi Ibrahimefendi Mosque, 1620). (Caminin çatısını kaplayan taşlar bir garibime gitse de, bir gün sonra Počitelj’deki tüm yapıların çatılarının aynı şekilde olacağını görecektim.)
Mostar’da dolaşırken sürekli gözümüze en yüksek tepede yer alan oldukça büyük bir haç anıtı (üstteki fotoğrafın sağ üst köşesinde görebilirsiniz) çarpıyordu. Bu yazıyı hazırlarken Bayram’a bunu da sordum.
“Savaş sonrası yapılmış bir haç, hatta inada yapılıyor. Burası ‘Hristiyan bir devlet’ ya da ‘Hırvat toprağıdır’ diye yapılıyor. Aliya Izzetbegoviç ile ilgili de bir olay var, şöyle ki, bu anıt yapıldıktan sonra Aliya’ya ‘bak ne yaptılar üzerimize. En yüksek tepeye ne diktiler’ diyorlar. O da, ‘gökten ay ve yıldızı indiremedikleri sürece sıkıntı yok’ diyor. Elbette bu da milliyetçi bir refleks ama yapılan bu haç dikme olayları hiç de azımsanmayacak derecede ciddi meseleler. Üskup’te, Karadağ’da aynı şekilde tepelere hatta Müslüman nüfusun yasadığı bölgelere dikildi bunlar. Hata ve hatta Saraybosna’da bile gecen sene dikmeye çalıştılar. Dikilemedi ama dikilmeye çalışılması bile ciddi bir mesele.
Mostar’da maalesef savaş sonrası Müslüman nüfus azaldı, hatta Hırvatlar, ‘Hırvat Cumhuriyet’i yapalım orayı ve bütün Hersek bölgesini’ diye diretiyorlar.
Sırp Cumhuriyeti, ‘ayrılalım ve Sırbistan’la birleşelim’ diye referanduma gitmek bile istiyor. Bakalım neler olur ama inşallah böyle devam etmez” cevabını verdi.
İleride yer alan köprüyü kullanarak diğer tarafa geçerken, büyük ayak izleri ve onun devamında öldürülen insanların cesetlerinin şekli için yere çizilen bir çalışma/anıt gördük ama ne olduğuna dair herhangi bir şey bulamadık.
Akşam yemeği için Bayram’ın önerdiği mantı benzeri, yoğurtlu küçük börek (Burekdzik) ve revani-kurabiye karışımı incir tatlısı (Smokvara) bulmak için biraz uğraş verdiysek de bir şey bulamadık ve ilk kez adını Hasan Gülmüş’ten duyduğum Boşnak kebabı/köftesi Cevapi’yi denedim ve beğendim. (Fakat birkaç gün sonra Saraybosna’da çok çok daha iyisini yiyeceğimi bilmiyordum.)
Akşam Mostar Köprüsü’nü en iyi gördüğüm yere bir kere daha gittim ve uzunca bir süre orada oturup köprüyü ve etrafı seyrettim.
13 Temmuz 2015, Pazartesi (Mostar)
Mostar’ı daha sakinken göreyim diye, sabah 8 civarlarında uyanıp bir kere daha eski şehri dolaşmaya başladım. Ortalarda kimsenin olmaması ve dükkânların henüz açılmamış olması atmosferi daha bir güzel yapıyordu.
Bir üst sokağa çıktığımda şehrin normal halkı vızır vızır trafikte ilk iş gününü yaşıyorlardı. Bu arada çok güzel görünen eski bir yapı gördüm.
Biraz ileride üzerinde süslemeler olan güzel bir bina daha vardı.
Birçok yerde, üzerinde adı soyadı, fotoğrafı, dini ve (muhtemelen) hakkında kısa bir bilgi bulunan ölüm ilanları yer alıyordu. (Daha sonra aynılarını Saraybosna ve Karadağ’da da görecektik.)
Saraybosna’da da olduğu gibi yine duvarlarında savaş izleri taşıyan birkaç eve denk geldim.
Yolda yemek için börek ve yiyecek aldım, Nur Pansiyon’a geri döndüm ve kahvaltı yapıp Mostar çevresindeki yerleri dolaşmak için yola koyulduk.