İğneada’dayı çok iyi bilen Nilüfer’in rehberliğinde, toplam iki günlük bir gezi planı yapıp yollara düştük.
3 Ekim 2014, Cuma
Saat 22:05 İstanbul uçağına binmek için Esenboğa’ya varıp uçağa bindiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu. Bir süre havalandırması çalışmayan uçakta uflayarak bekledikten sonra hostes, bagajların yüklenmesi sırasında bir kaza olduğunu ve iletişim antenlerinden birinin zarar gördüğünü anons ediyordu. Bir süre sonra da pilot benzer bir bilgi verip 10-15 dakika sonra işlemin biteceğini söyledi. Ama havalandırması çalışmayan uçakta yaklaşık 75 dakika bekledikten sonra motor dönmeye başladı ve Cumartesinin ilk saatlerinde Sabiha Gökçen’e inebildik.
Ardından Havataş ve taksi ile Nilüfer’in evine ulaştık. Şişli’deki evi taksiciye tarif ederken kullandığım maps.google’ın ne kadar önemli bir icat olduğuna bir kere daha şahit oldum.
4 Ekim 2014, Cumartesi
Sabah uyandığımda ilk iş olarak gayriihtiyari bir şekilde elim sağ omzum ile boğazım arasındaki bir yere gitti. Büyükçe ama yumuşakça bir “kası” sıkıyordum. Anlam veremedim. Diğer omuzumdaki aynı yere baktım ama orada öyle bir şey yoktu. Banyoda, vücudumun, örümcek ısırığına kocaman kırmızı bir şişlik ile tepki verdiğini gördüm. Bu kadar büyük olması şaşırtıcıydı! Nilüferin önerisi ile sarımsak sürüp havlu kâğıt ile sarmaladıktan sonra kiraladığımız arabaya atlayıp Kırklareli’ne doğru tekerlekleri döndürmeye başladık.
İstanbul dışında ilk kez Türkiye’nin Avrupa tarafına gidiyordum.
Kırklareli’ne yaklaştıkça, bize göre ters tarafa doğru yol almakta olan tam donanımlı ve muhtemelen yabancı, bisikletçileri görmek oldukça enteresan ve güzeldi
Pınarhisar’dan sonra doğa oldukça değişmeye ve güzelleşmeye başladı. Sağlı sollu ağaçlarla kaplı dar yolculuğumuza devam ediyorduk.
Demirköy’e girmek üzereyken ağaçlardan yapılmış bir lokanta görüp durduk ve orman yürüyüşü için ekmek arası köfte yaptırdık.
Deniz kenarında yer alan, sarı kum kumsalları bulunan oldukça şirin görünen İğneada’yı geçip, tepede yer alan Limanköy’de kalacağımız Meşeliev’e ulaştık. Nilüferlerin Şişlideki evlerinden 216km uzaklıktaki, sadece 4 odası bulunan, ağaç objelerle çok güzel tasarlanmış ve oldukça temiz olan Meşelievi çok sevmiştik.
Kısa bir süre dinlendikten ve üstlerimizi değiştirdikten sonra ilk durağımız olan Erikli Göl’ün yanındaki ormana gidip arabayı bıraktık ve Nilüfer’in rehberliğinde yürümeye başladık.
Ormanda yürümeye başlayınca ilgimi çeken ilk şey, bir sürü farklı renkte, boyda ve ebatta mantarı görmek oldu. İlk iş olarak, mantarcılık okuyan Ömür abimi arayıp şaşkınlığını belirttim. O da, gayet cool bir şekilde, tam mantar çıkma mevsiminde bulunduğumuzu o yüzden de fazla heyecan yapmamam gerektiğini söyledi ve “keşke giderken sana mantar kitabını verseydim, onları tanımlardın” diye ekledi.
Göl ve denizin hemen dibinde yer alan İğneada’daki ormanların en önemli özelliği Longoz yani Subasar orman olmalarıydı. Kış döneminde dağdan gelen su, gölle birleşip ormanın sular altında kalmasını sağlıyordu. Burada bulunan ağaçların kökleri, su bastığında yer değiştirerek suyun üzerine çıkıyor ve oksijen almasını ve yaşamlarını sürdürmesini sağlıyordu. Bu yüzden yürüyüşümüz sırasında birçok enteresan ağaç köküne şahit olduk.
Ama kış daha yeni başlıyordu ve çok az yerde su vardı. Nilüfer, kışın ormanda dolaşmanın su ve çamur nedeniyle oldukça zor olduğunu bu yüzden bu gezmek için çok uygun bir zamanda burada olduğumuzu söyledi.
Yeşilin neredeyse her tonunu gördüğümüz gezimiz sırasında, biryandan birçok garip şekilde ağaç, dal, kök, bitki ve mantar gözlemleyip, biryandan da böğürtlen, kuşburnu ve alıç tükettik. Dürbün ile kuşları ve loop ile bitkileri inceleyerek ormanda oldukça eğlenceli ve huzurlu zaman geçirdik.
Ormanda dolaşırken Gençlerbirliği, deplasmanda Sivasspor ile oynuyordu ve Tanıl abi, ara ara durumu anlatan mesajlar atıyordu. Anladığım kadarıyla ilk dakikalar hariç sergilediğimiz futbol ve skor iyi değildi. Ormandaki gezimizi sonlandırırken 1-0 yenildiğimiz mesajına ulaştım. Birkaç sezondur olduğu gibi takımla ilgili herhangi bir beklentim olmadığı için, sonuca çok da şaşırmamıştım. En güzeli dolaşmaya devam etmekti.
Arabaya atlayıp ikinci durağımıza ulaştığımıza nefis bir manzara bizleri selamlıyordu. Deniz ve hemen dibinde yer alan Mert Gölü’nün tepeden görüntüsü nefisti! Deniz, gölle olan kum sınırı aşmış ve tuzlu sularını göle karıştırmaya başlamıştı bile.
Dönüş yolunda Erikli Gölü’nün sazlıklarında durakladık ve dürbünle göçmen Sessiz Kuğu’ları bir süre gözlemledik.
Akşam yemeğinde bol bol taze deniz balığı (lüfer, tekir, barbun) ve meze tüketip İğneada merkeze gittik. Ev yapımı dondurma yiyip, kahveye geçtik ve çay eşliğinde kastet oynadık. Ve 5 lira hesap ödedik 🙂
5 Ekim 2014, Pazar
Pazar sabahına güzel bir kahvaltıyla başladık. Ekmek üstü kahvaltılık biber salçası, ekşimsi kuşburnu marmelattı ve (sanırım daha önce hiç yemediğim) az tatlı ve ekşimsi, taze Güvem meyvesi (Prunus spinosa) suyu, kahvaltının göz kamaştırıcı parçalarıydı.
Meşeliev’in bahçesinden köy ve deniz oldukça güzel görünüyordu.
Kahvaltının ardından, Demirköy’deki Güneşli Göllere doğru yol aldık. Ormanlık yol ve bitki örtüsü bir kere daha gönüllerimizi çaldı.
Demirköy’e vardıktan sonra bir süre daha yol adlık ve ardından dar ve taşlı orman yolunda yolculuğumuza devam ettik. 3-4 km ilerledikten sonra (sanırım) ormancılar tarafından yapılan bir çardakta motoru durdurup çardakta bir şeyler atıştırıp, Güneşli Göllerin en büyük gölüne bakındık.
Bu süre zarfında, ihtiyaç gidermek için ormana giden, yanında bir ganimetle geri dönüyordu.
Atıştırmanın ardından suyun karşısına geçip, el değmemiş patika yolda ormanın tadını çıkartmaya ve bitki, mantar ve ağaçları gözlemlemeye başladık.
Dağdan gelen sular, kayalıklar yüzünden ara ara birikerek ufak ufak gölcükler oluşturmuştu. Biz de suyoluna ters yönde dolaşıyorduk.
Yine bir sürü farklı mantar ve bitki görüp bol bol inceledik. Bu arada yavaş yavaş yağmur yağıyordu ama ağaçlar nedeniyle sadece birkaç damla bize ulaşıyordu.
Yolculuğumuz sırasında aklıma sürekli Yedi Göller geldi ama burasının oldukça bakir ve el değmemiş olması, üç beş adım birden öne çıkmasını ve daha güzel olmasını sağlıyordu.
Güneşli Göllerden Demirköy’e dönüp Nilüfer’i İstanbul’a yolcu ettikten sonra dün tepeden izlediğimiz Mert Gölü’ne doğru yola koyulduk.
Hava kapanmaya ve deniz dalgalanmaya başlamıştı. Sıkıca montlarımıza sarılıp kumsalda dolaşmaya başladık.
Kumsaldak bir süre vakit geçirdikten sonra, ilk önce ayakkabılarımızı çıkartıp kumsalın diğer tarafına geçeriz diye düşünsek de sonrasında hem soğuk rüzgârı hem de suyun derince olduğunu düşünerek gölün etrafında dolaşmaya karar verdik. Bir ara Massilva gölün kenarında yer alan “yüzmek ve balık avlamak tehlikeli ve yasaktır” yazısını okuyup bana “balık tutmak yasak” diye mi yazıyor diye sordu. Evet dediğimde balık tutanları gösterip güldü. Ben de sadece “normal(!)” demekle yetindim.
Akşam yine meze, balık, dondurma ve kasket dörtlüsü ile günü tamamladık.
6 Ekim 2014, Pazartesi
Pazartesi sabahı güzel kahvaltılıkları atıştırdıktan sonra arabaya atlayıp 216kmlik dönüş yoluna koyulduk. 3,5 saatlik yolculuğun ardından arabayı bırakıp, önce Havataş ardından da havaalanına ulaşıp Ankara’ya döndük.
Tam dozunda ve çok güzel bir kaçamaktı.
Şehir Notu: Kırklareli, bir şekilde sınırları içerisinde bulunduğum 35. il oldu. Bundan önceki 34; Adana, Afyonkarahisar, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Artvin, Bartın, Bolu, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Elazığ, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Karabük, Kastamonu, Kayseri, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Manisa, Muğla, Niğde, Ordu, Rize, Sakarya, Samsun, Sinop, Sivas, Tokat, Trabzon.