2002’den bu yana, Gençlerbirliği’nin (neredeyse tüm) iç saha maçlarını tribünden izliyorum. Geçen Cuma (19 Ekim 2012) günü mesai bitiminde de, koştururcasına Ankara 19 Mayıs stadındaki Gençlerbirliği – Galatasaray maçına gittim. Stadın Rüzgarlı girişinden girdikten sonra önüme alıştığım polis hattı çıktı. Hazırlıklı olduğum için ceplerimdeki her şeyi elime alıp, kombinemi de en üstlerine yerleştirdim. Polisin yanına geldiğimde de “buyurun arayın” anlamında ellerimi kaldırdım. Polis aradıktan sonra tam geçecekken bir başka polis elimdeki pet şişeyi işaret edip “kapağını kenara at” dedi. Ben de gayri ihtiyari bir şekilde “su bitmek üzere, içeri girmeden bitirip şişeyi atacağım” dedim. O ise sadece, “kapağı at!” diye cevap verdi. Ben de uykudan uyanmışçasına kendime gelip kapağı çıkarttım ve kenara attım.
Maraton tribününün 9 numaralı kapısına vardığımda güvelikçi “kapı bozuk! Diğerine geçin” dedi. Ben de hemen dibindeki 10 numaraya geçtim. Ama tesadüf ya (!), aynı kelimeleri işittim. Ve biraz daha ilerideki 11 numaraya doğru yürüdüm. Şükür orada bir sıkıntı yoktu. Sıraya girdim. Önümde (muhtemelen ilk kez tribüne gelen) 50’lerinde, topluca bir adam vardı. Sıra ona geldiğinde bileti okutan güvenlikçiye “ben buraya sığmam yahu!” dedi. Adam ise gayet sakin ve işini bilen bir tavırla, “sığarsınız dert etmeyin” dedi ve “şöyle biraz turnikenin içine doğru zorlayın” diye ekledi. Adam da turnikenin kendine ayrılan bölümüne sığabilmek için (muhtemelen göbeğini içeri çekip) vücudunu ileri doğru yapıştırdı. Bu sırada görevli bileti okuttu ve turnikeyi iterek içeri girmesini sağladı. Adam da özgürlüğüne kavuşmuşçasına sevinçle stadyuma doğru hamlesini yaptı. Sıra bana geldiğinde, kombinemi görevliye uzattım, turnikedeki yerimi aldım, bilet okutulduktan sonra sakince güvenlikçinin turnikeyi önce kendine doğru çekip ardından ileri itmesini bekledim ve içeriye adımı attım.
Polis, az önce aradıkları bir gençten bozuk paralarını kumbaraya atmasını istiyordu. O da parayı “sahaya atılabilecek şüpheli maddeler” sepetine doğru attı. Polis de parayı alıp hemen önündeki kumbaraya gönderdi.
Sıra bana geldiğinde, ceplerimdekileri elime aldım ve “buyurun arayın” anlamında ellerimi kaldırdım. Polis aramasını bitirdi ve geç işareti yaptı. Tam bu sırada yanındaki kadın polis, “bozuk paranız var mı?” diye sordu. “Yok” dedim. (Gerçekten yoktu.) Kadın inanmamış olacak ki, “cüzdanınızı gösterin” dedi. Biraz kızmış bir şekilde, sözlerimi kanıtlamak için, hızlı bir hareketle cüzdanın bozuk para cebini açıp polisin yüzüne doğru uzattım. Birkaç saniye baktı. Tam cüzdanımı kapatacakken, “kağıt para bölümüne de bakalım. Orada da olabilir!” dedi. İçimden “Ya sabır!” çekerken, tüm cüzdanı “al bak!” diye polise verdim. Aldı, baktı ve geri verdi.
Tribüne doğru yürürken cebimde 50 kuruş olduğunu fark ettim ve sadece gülümsedim!
Daha maç başlamamıştı ve içerisi oldukça kalabalık bir hal almaya başlamıştı. Tuvalet sırası beklememek için şimdiden gitmeye karar verdim. Tuvalete giderken, polisin aramaları tüm şiddetiyle devam ediyordu! 50’lerinin sonlarında, kasketli bir adam polisin el koymak istediği tespihini, sahaya atmayacağını ispatlamaya çalışıyordu.
Maçın başlamasını beklerken Anıl ile laklak ediyorduk. Bu arada Pınar Ümitköy’den 1 saat 45 dakikada gelmenin siniri ile (normalde 30 dakika) yanımıza geldi. Anıl, bir ara sigarasını çıkarttı ve bir süre bakındıktan sonra afallayarak bana döndü, “çakmağıma polis el koydu. Ateş arayayım abi ben” diye dönerken, Pınar, “senin yine iyi, benim önümdeki adamın kibritini aldılar” dedi ve güldü.
Ardından (arama anısını hatırlamış olacak) sinirle, “kadın benim parfümümü aldı ya!” diye dert yanmaya başladı. Arama sırasında polis şişeyi görmüş “alayım” demiş. O da, kadın polisin anlayış göstereceğini düşünerek, “150 milyonluk parfümümü atacak değilim ya!” diye cevap vermiş. Fakat polisin tavrı net olmuş, “orasını bilmem! Alayım!”
Pınar da parfümü polise uzatırken, içinden, “neyse dibinde azcık kalmıştı” diyerek kendini teselli etmeye çalışıyormuş.
Maç sonunda Eskiyeni’ye gittik. Pınar parfüm hikâyesini anlatırken, Abreg, polise “üzerinde Galatasaray forması ve atkısı olan biri gelse onu içeri alacak mısınız?” diye sorduğunu anlattı. Polis gayet sakin bir şekilde, “elbette alacağız. Sonuçta bileti var” diye cevap vermiş. “Peki, ama arama sırasında insanların çakmaklarını topluyorsunuz. Onların da biletleri var!” diye polisi iğnelemeye çalışmış. O ise umursamaz bir şekilde, “çakmağı sahaya atabilir” diye yanıtlamış. İşte o zaman Abreg sinirlenmiş ve “Arkadaş! Burası Gençlerbirliği tribünü. Sen üzerinde atkısı forması olan bir Galatasaraylıyı içeri aldığında buradan biri dellenip adama saldırabilir. Sen insanların ellerindeki çakmağı, kibriti sahaya atacaklar diye toplamaya uğraşacağına biraz da buna dikkat et!” demiş. (Ve böylece, bir monolog daha son bulmuş!)
Yukarıda sadece bir maçta yaşadıklarımızı yazdım. Son 10 yılda edindiğim, onlarca farklı arama anısı anlatabilirim. Mesela, Ankara’da oynanan bir İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçına girerken polisin, “botunu çıkart!” emri ile şoke olduğumu.
O gün, ayarsızlığa mı, futbol ile ilgili en ufak bir bilgisi bile olmadığını düşündüğüm bir insanın maçta görevlendirilmesine mi kızacağımı bilememiştim. Bugün de hala bilemiyorum.
Ama tek bildiğim bir şey var ki, maçlarda görevli polislerin yerine “taraftarların psikolojisini bilen, eğitimli” güvenlik görevlerini almadıkça, tribünlere sadece benim gibi, her maç öncesi “potansiyel suçlu damgası yiyerek stadyuma girmeye alışmış aptallar” gelir.
Solfasol Gazetesi, Aralık 2012
2012-2013 Sezonu Spor Toto Süper Lig 8. Hafta Maçı: Gençlerbirliği 3-3 Galatasaray
“Potansiyel Suçlu Psikolojisine İtilerek Stadyuma Girmek!” üzerine bir yorum