Geçenlerde Tanıl Bora, Radikal’deki köşesinde Şerefli Mağlubiyetler başlıklı bir yazısında 2011 Mayıs’ında 49 yaşında hayata gözlerini yuman spor yazarı Cem Can’ın Moss Yayınlarından çıkan Fair Play Yemin İstemez kitabından ve Cem Can’ın yazılarındaki duruşundan bahsetmişti. Ben de birkaç gün önce iki kitaplık serinin ilkini okumaya başladım.
Daha kitabın başında yer alan 7 tane yazıyı okuduktan sonra, Cem Can’ın bildiğimiz spor yazarlarından çok farklı olduğunu anladım. Çünkü Can, her yazısında, Türk futbol sisteminde sürekli tekrarlanan hatalardan, skandallardan ve eşitsizliklerden bahsediyor. Ve bunla da kalmayıp sorunun temellerine inip, tüm aktörleriyle birlikte, her şeyi açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor. Üç Büyüklerin / gücün kollanması için yapılan çarpıklıkları gözler önüne seriyor. Kısacası hiç konuşulmayanları gün yüzüne çıkartmaya çalışıyor…
Aşağıda Cem Can’ın en sevdiğim yazılarından biri var. Lütfen okuyun, neden bahsettiğimi daha iyi anlayacaksınız.
Bozuk Düzenin Korunması
Sistemlerin çarpıklığı yüzünden karşılaşılan haksızlıklar, dayatılan eşitsizlikler ne kadar büyük olursa olsun, herkesin iyiliği için çalışmasalar da sistemler kendilerini korumayı ve varlıklarını değişmeden sürdürmeyi başarıyorlar.
İster evrensel boyutta, isterse ulusal ya da futbol benzeri bir sektör düzeyinde ele alınsın, “düzenin olumlanması” bütün dünyanın ilgisini çeken gerçek bir fenomen.
“Sistemin korunması”, kişi ve grupların “varolan hiyerarşik düzenlemenin korunması arzusu” içinde bulunmaları şeklinde tarif edilen sosyo-psikolojik bir durum ve insanların kendi pozisyonlan hakkında kendilerini daha iyi hissetmeleri gibi bir fonksiyona sahip.
Her yönetim sistemi, bazı gruplara daha fazla güç kullanma imkânı vererek avantajlar sağlarken bazı gruplar da dezavantajlı konumda kalıyor.
Sistemin avantaj sağladığı gruplarda özgüven artıyor, grup içinde birbirini kollama yaklaşımı gelişiyor, belirsizliklerin azalması ile paralel olarak zıtlaşma ve depresyon da azalıyor.
Buna karşılık düşük statülü / dezavantajlı gruplarda avantajlı grupların kollanması ve taviz verme eğilimi güçleniyor, grup içi karşıtlıklar artıyor, özgüven azalırken depresyon artıyor.
“Sistemin korunması” sürecinde kişiler ve gruplar çoğunlukla karşılaşılan olumsuzlukları adil, meşru, mantıklı, gerekli veya kaçınılmaz şeklinde niteleyerek olumluyor ve haksızlıklara tolerans göstermenin gerekçelerini yaratıyorlar.
İlk bakışta ne kadar çelişik gibi gözüküyorsa da çarpık, eşitsizlikleri besleyen düzenler, eşitsizliklerin daha keskin yaşandığı sosyal yapılarda daha da güçlü olarak korunuyor.
Yönetim-düzen ya da sistem korundukça, dezavantajlı gruplarda ayrımcılığın olmadığı görüşü kuvvet kazanıyor, düzen üzerinde sahte bir kontrol ve umut algısı oluşturuluyor.
Bu perspektiften bakılınca Futbol Federasyonunun kendisine yönelen en ağır ithamlara karşı basit bir inkarcılıkla nasıl olup da direnebildiği, üç büyüklerin birlikte hareket ederek her istediklerini nasıl kopartarak almalarındaki hikmet ve 4 kulübün dışında çoğunluğu oluşturan bir kulüp grubunun neden hala ligden düşmemek veya süreklilik sağlamak gibi alçak çıtaları aşmakla uğraştığı da daha iyi anlaşılacaktır.
Çarpık düzenlerin korunmasına engel olabilmenin öncelikli şartları da ortaya konulmuş: Avantajlı ve dezavantajlı grupların paylaştığı ortak bir ideal olması ve karşılıklı bir bağımlılık ilişkisinin bulunması.
Şimdilik Federasyon üç, hadi dört kulübe, büyük kulüpler de yalnızca birbirine bağımlı gözüküyor. Diğer kulüplerin hele ki diğer liglerin esamesi bile okunmuyor.
Bu tabloda kulüpler birliğinin görevi, sistemi korumak değildir şüphesiz…
03.12.2005, Cem Can