Tom Robbins’in 1984’de yayınladığı 4. roman olan Parfümün Dansı’nı (Jitterbug Perfume), doğum günümde Arzu hediye etmiş ve “son 30 sayfasını bitmesin diye yavaş yavaş okudum” demişti.
Kitabı okurken yaşadığım en ilginç olay, tanımadığım birinin romanın adını yüzündeki şaşkın bir ifade ile tekrarladıktan sonra, “Yıllar önce okumuştum. Çok sevmiştim. Diğer kitaplarını da okudum ama bu tadı bulamadım.” dedikten sonra “okumak için biraz geç kalmamış mısınız?” diye eklemesi idi.
Roman, 8. yy’da yaşayan, kral Alobar ile günümüzde New Orleans’da yaşayan parfümcü Madame Devalier ve asistanı V’lu, Seattle’da yaşayan ve aklındaki parfümü üretebilmek için para bulmaya çalışan garson Priscilla ve Paris’te yaşayan ünlü LeFever parfüm şirketinden Marcel’in kesişen hayat hikâyelerini konu alıyor. Temel olarak Alabor’ın ölümsüzlüğü arayışını işlerken, bir yandan da parfümün doğuşunu ve çiçeksel bilinci anlatıyor.
Anlatılan hikaye oldukça gerçekçi. Hatta bazı bölümlerde ölümsüzlükle ilgili anlatılanlar için “neden olmasın!” diye tepkiler de veriyorsunuz.
Kitabın girişi;
Günün Konusu
Pancar, sebzelerin en keskinidir. Turp, elbette ki daha ateşlidir ama turpun ateşi soğuk bir ateştir. Hoşnutsuzluğun ateşidir yoksa ihtirasın değil. Domates, doğrusu şehvetlidir. Fakat onda da bir sualtı akıntısı halinde uçarılığı, havailiği sezersiniz hep. Pancarlar ise korkunç ciddidir.
Slav halkı, fiziksel özelliklerini patatesten, için için kaynamalarını turptan, ciddiliklerini ise pancardan almıştır.
Pancar aslında melankolik bir sebzedir. Istırap çekmeye onun kadar isteklisi yoktur. Örneğin insan şalgamı ne kadar sıksa, kanatamaz…
Pancar tıpkı suç yerine geri dönen katile benzer. Vişnenin havuçla işi bittiğinde ortaya çıkan şeydir pancar. Sonbahar mehtabının kuşaklar önceki, sakallı-bıyıklı, çoktan gömülmüş atasıdır. Fosilleşmesine ramak kalmış! Karaya oturmuş ay-gemisinin plazma damarlarıyla dikilmiş koyu yeşil yelkeni, bir zamanlar ayı yeryüzüne bağlayan uçurtma sicimi, şimdi çamurlu bir bıyığa dönmüş, yerkürenin derinliklerinde yakut bulmak amacıyla kazıya girişmiş.
Rasputin’in sevdiği sebzeydi pancar. Adamın gözlerinden belli zaten.
Avrupa’da mangel-warzel denilen iri bir pancar türü yaygın biçimde yetiştirilmektedir. Belki bizim Rasputin’de izlerini gördüğümüz bu türdür. Wagner’in müziğinde de mangel-wurzel’in var olduğu kesindir. Adları pancardaki P-A-… harfleriyle başlayan besteciler asıl başkaları olsa bile.
Tabii damarlarından kan yerine şekerli su akıtan beyaz pancarlar da vardır; ama bizim ilgilendiğimiz kırmızı pancardır. İkide bir utanıp kızaran, şişen, tedavisi imkânsız bir basura benzeyen. (Aslında tedavi yolu büsbütün yok sayılmaz. Gider bir çömlekçiye sipariş verir, kendinize seramikten bir kıç yaptırırsınız… Üstüne oturmadığınız zamanlar borç çorbası içmek için kâse diye de kullanırsınız.)
Eski bir Ukrayna atasözü vardır: “Pancarla başlayan hikâye şeytanla biter.”
Eh, o riski göze almak zorundayız artık.