Dünyaca ünlü futbolcu Eric Canton’nın İstanbul’a geldiğini ilk kez Banu Yelkovan’ın twitinden öğrenmiştim. Sonraları bu ziyaretin Galatasaray-Fenerbahçe arasındaki rekabeti anlatan bir belgeselin çekimleri için olduğunu öğrenecektim.
2007 yılında çekilen Football Hooligans International (en.wikipedia’ya göre: The Real Football Factories International) belgeselinde de Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti konu edilmişti. Belgeselde her iki takımın önde gelen taraftar gruplarının liderleri rol almış ve “diğer” takım taraftarlarından açık açık nefret ettiklerini anlatmışlardı. Hatta Fenerbahçeli bir taraftarın, derbi maçlarından birinde rakip taraftarlar arasında üniversiteden arkadaşları olmasına rağmen elinde yanan meşaleyi “arkadaşım olabilirler ama Galatasaraylılar sonuçta” deyip fırlatmasını övgüyle anlattığı bölüm ya da Galatasaraylı bir taraftarın Leeds’lilerin öldürülmesi ile ilgili olarak “olmasaydı iyiydi ama hak ettiler!” açıklamaları beni şaşkına çevirmişti. Türk futbolundan bir kere daha soğumuştum!
Looking for İstanbul’da da aynı konu işlenecek diye izlemek istemiyordum ama Tanıl Bora’nın tarihçi olarak belgeselde yer aldığını duyunca izlemeye karar verdim. Canal+’nın web sitesinde yayınlanan belgeselin anlatımlar Fransızca, röportajlar ise orijinal dilinde veriliyor.
53 dakikalık belgesel, futbolun Türkiye’ye ve İstanbul’a nasıl geldiğinin anlatılmasıyla başlıyor. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin kurulma öyküleri ve ardından bir yandan Cumhuriyetin kurulması ve bir yandan da ilgili takımların tarihleri anlatılıyor. Galatasaray’ın önde gelen taraftar gruplarından birileriyle konuşuluyor. Orta yaşlarda olan ve bol bol “futbol eskidendi, nerede o günler” sözlerini kullanan bu taraftarların yanında birkaç tane de 20lerin başlarında taraftarlar var. Onlara eskiyi anlatıyorlar. Fenerbahçe tarafında ise kulüpten bir kadın yüzücü ve birkaç 20lerin başında taraftar var. Fenerbahçe taraftar gruplarından birilerinin belgeselde yer almamış olması ilginç bir ayrıntı.
1900’lerin ilk günlerinden başlayıp 2000 yılında Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kazanmasına kadar geçen sürecin anlatıldığı belgeselde bazı futbolcu, teknik adam ve ünlü taraftarla da konuşuluyor.
Tarihi anlatımlar sırasında söz Tanıl Bora’ya geliyor. O da ilgili dönemle ilgili bilgiler aktarıyor. Benim ilgimi çeken bölüm de bunlar aslında. Çünkü Tanıl Bora, Atatürk’ün aslında hiçbir takımla kesin bir bağının olmadığını, 1980 darbesinin futbol üzerindeki etkilerini, siyasetin bazı dokunuşlarını, Türk takımlarının Avrupa Kupalarındaki maçlarının çok fazla önemsenmesinin arkasında yatan sebeplerini kısa kısa anlatıyor. Bu dokunuşlar aslında belgesele güzel bir derinlik katıyor ve değerini arttırıyor. Çünkü bu söylemlerden bazıları (Atatürk’ün takım tutmaması, Şükrü Saracoğlu ve siyasetin dokunuşları, Avrupa Kupalarındaki Türk takım maçlarına yüklenen fazla değer) ülkemizdeki herhangi bir futbol programda dahi dile getiril(e)miyor.
Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu şike soruşturması ve Aziz Yıldırım’ın tutuklanma süreçlerinin de kısaca üzerinde durulduğu belgesel 7 Aralık’ta oynanan ve Galatasaray’ın 3-1 galibiyetiyle sona eren Fenerbahçe maçından görüntülerle sona eriyor.
Bir futbolsever olarak, iki takım taraftarları arasındaki ufak-tefek laf sokmalarına “bir şekilde” alıştım ama son bölümde Galatasaray taraftarı Emin’in övünerek Arsenal maçı ile ilgili olarak anlattıkları yine kanımı dondurdu ve bir kere daha “Türkiye’de futbol gerçekten buysa ben yokum!” dedim.
Emin: “Kopenag’da, benim için çılgınlık. En az 5000 İngiliz’e karşı 50 kişi saldırdık. Saçma sapan ama çılgınlık herhalde. Yani arkası gözükmüyor insanların. İngilizlerin. 50 kişiyi geçmezdik yani. Herhalde budur. Resmen ölüme gittim orada!”